Açılım Yasa Tasarısının 12 Eylül’ün Geçici 15. Maddesinden Farkı Yok
Öztürk değerlendirmelerinde şu ifadeleri kullandı:
Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklarken dahi Tayyip Erdoğan’a ısrarla açılım politikalarının sürdürüleceğini tekrarlatan ve “Cumhurbaşkanlığımda da çözüm sürecinin sekteye uğramasına asla izin vermeyiz, veremeyiz” dedirten hangi güçtür? Bir başbakan etraftaki ülkeler parçalanırken ve kardeş kavgasından kanlar akarken nasıl olur da kendi elleriyle ülkesinin parçalanmasına yardım eder? Şii-Sünni, Kürt-Arap diye bölünen Irak’tan hiç ibret almaz mı ki, Türkiye’de bin yıllık birlikte yaşama kültürünü sona erdirecek şekilde Kürtçülüğe yol verir, mezhepçilik yapar!
Kendisinin de itiraf ettiği üzere, Tayyip Erdoğan açılım sürecinin sekteye uğramasına asla izin vermez, veremez. Çünkü siyasi hayatı ve partisinin var oluş gerekçesi, tamamıyla Türkiye’nin bölünmesine hizmet eden bu projeyle ilişkilidir. AKP kurulduğu günden bu yana ne dışarıda dost bir ülke bırakmış ne de içeride insanlarımızın kardeşliğini koruyabilmiştir. Ülkeyi kamplara bölerek, ayrıştırarak ve ötekileştirerek oy avcılığı yaparken Türkiye’ye nasıl bir kötülük ettiğinin farkında mıdır? Kendi siyasi ikbali için etnik ve mezhep farklılığı dâhil her türlü ayrıştırmacı siyaseti demokratik haklar örtüsü altında topluma enjekte eden Tayyip Erdoğan iktidarı Türkiye’nin bir arada yaşayabilme vasıflarını asgariye indirmiştir.
Tıpkı 12 Eylül Anayasasına kendilerinin yargılanmayacaklarına dair hükümler koyan darbeciler gibi, Tayyip Erdoğan da çıkardığı yasalara rağmen büyük Türk milletinin birliğine karşı işlediği suçların hesabını verecektir. 12 Eylül Anayasasının geçici 15. maddesinde “her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz” denmesine rağmen Kenan Evren ve arkadaşları yargılanmaktan kurtulamamıştır. Şimdi TBMM’ye getirilmek üzere olan PKK yasa tasarısında “Bu kanun kapsamında verilen görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari veya cezai sorumluluğu doğmaz” denmektedir. AKP hükümetinin kaldırmakla övündüğü 1982 anayasasının darbecileri, işkencecileri, zalimleri hukuktan koruyan geçici 15. Maddesiyle, PKK yasasında AKP yöneticileri için getirilen hukuki koruma zırhının benzerliği dikkat çekicidir. Nasıl ki 12 Eylülcüleri çıkardıkları yasalar koruyamadıysa, ihanet projelerinin sahibi Tayyip Erdoğan ve açılımcılarını da giydikleri yasal zırhlar koruyamayacak ve bir gün mutlaka büyük Türk milletine karşı işledikleri suçlarının hesabını adalet önünde vereceklerdir.
Tayyip Erdoğan’ın baş mimarlığını yaptığı açılım ihanetini devlet projesi haline dönüştürmek için bütün gücüyle asıldığı anlaşılmaktadır. PKK yasasını çıkarmak için Meclis’i Ramazan ayında dahi üç hafta boyunca çalıştırmayı göze alan Erdoğan, kendisini Çankaya köşküne çıkaracak basamakları Kürtçülüğe verdiği tavizlerle döşemektedir.
Türkiye’de etnik kimlikler ve mezhepler üzerinden siyasete fırsat veren AKP zihniyeti, bugüne kadar yasaların izin vermediği ayrıştırıcı ve ötekileştirici etnik adlandırmaların önünü açmıştır. Bu coğrafyada tarihin hiçbir döneminde kullanılmayan Kürdistan gibi adlandırmalar bölücüler tarafından kullanılır hale gelmiştir. Yargıtay Başsavcılığı’nın “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” adıyla kurulan bölücü bir partiye izin vermesi ise bu çözülme sürecinde sonun başlangıcı gibidir. Bundan sonra Ermenistan Partisi, Rum Partisi, Bizans Partisi gibi bu topraklarda hak iddiasında bulunan partilerin önüne nasıl geçilecektir? Yargıtay’ın Kürdistan adıyla bir partiye hangi yasal çerçevede izin verdiği izaha muhtaçtır.
Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi, 1946 yılında Irak’ta Molla Mustafa Barzani tarafından kurulan Kürdistan Demokrat Partisi’nin uzantısından başka bir şey değildir. Baba Barzani’nin misyonunu oğlu Mesut Barzani’yle Diyarbakır’da el sıkışan Tayyip Erdoğan gerçekleştirmektedir. Daha da ötesi Abdullah Öcalan’ın 35 yılda 40 bin kişiyi katlederek başaramadığını, 1991’de hazırladığı Kürt raporuyla küresel güçlerden icazet alan Tayyip Erdoğan 12 yıllık iktidarında hayata geçirmiştir.
Beşir Atalay’ın açılımı kast ederek “bu işin finaline geldik” sözleri, PKK ile AKP arasındaki ilişkilerin giriş ve gelişme bölümlerinin ne kadar derin olduğunun Türk milletinden gizlendiğini göstermektedir. Habur rezaleti ve Oslo’da terör örgütüyle işbirliği içerisinde yakalanan AKP’nin yakın zamana kadar milletin tepkisinden çekinerek gizli saklı yürüttüğü görüşmeleri bugün Cumhurbaşkanlığı tanıtımında dahi kullanacak kadar fütursuzlaştığı görülmektedir.
Ermeni lobilerinin yoğun desteğiyle Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen yasayla, Türkiye ve KKTC’deki Hıristiyan mülklerinin ABD Dışişleri Bakanınca takip edilmesinin kararlaştırılması, Osmanlı’nın son döneminde emperyalist devletlerin içişlerimize karışmak için azınlıkları kullanmasını hatırlatmaktadır. Açılım politikalarıyla PKK’lıları mutlu eden AKP zihniyeti sayesinde Türkiye üzerinde tarihi hesapları olan bütün şer odakları sıraya dizilmiştir. Kıbrıs’ta Annan Planının bile gerisinde kalan bir anlaşmanın KKTC’ye dayatılmasının açılım politikalarıyla eş zamanlı yürütülmesi tesadüf değildir. Ermenistan sözde soykırım törenleri için 2015 davetiyesini Türkiye Cumhurbaşkanına şimdiden göndermiştir. 1453’te Fatih’in son verdiği Bizans’ı diriltmeye çalışan Fener Rum Patriği AKP zihniyeti sayesinde Bizans Hükümdarı sıfatıyla uluslararası platformlarda boy göstermektedir. Dört parçalı Kürdistan’ın bütün hazırlıkları AKP iktidarda iken yapılmıştır. Yaptığı TOKİ evlerinden sonra hazırlığı bitmek üzere olan anahtar teslim Kürdistan projesini ilk tanıyacak ülke olacağını ilan edenin İsrail olması ise şaşırtıcı değildir. Kürt devleti kurulduğunda ilk tanıyacak ülke olma yarışında İsrail’i Türkiye’nin zorlayacağını ise AKP’li Hüseyin Çelik’in açıklamalarından anlıyoruz. “Üç beş Mehmet öldü diye Meclis mi toplanır” diyen Hüseyin Çelik, “Onlar bizim kardeşimiz” dediği Kürt devletinin bağımsızlığının kaçınılmaz olduğundan hükümet tecrübeleri sayesinde emindir.
Milli ve üniter temeller üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinin binlerce yıllık tecrübesinin sonucudur. AKP’nin algılayamadığı ise ortak irade ve aklın sonucu kurulan devletimizin milletiyle bölünmez bütünlüğü ve birlikte yaşama ülküsünün her şeyden önemli olduğu gerçeğidir. Türkiye’de başta hükümetlerin, cumhurbaşkanlarının ve partilerin görevi bu ortak gayeyi yaşatmak ve millet olma özelliklerimizi geliştirmektir. Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıkladığı halde başbakanlık makamını bırakmak gibi bir demokratik erdeme sahip olmayan Tayyip Erdoğan’ın kafasında tasarladığı yeni sistemin Esat’ın Suriyesi’nden, Saddam’ın Irak’ın ne farkı vardır! Tayyip Erdoğan hem Cumhurbaşkanı, hem başbakan, hâkim, savcı, merkez bankası başkanı ve tapu müdürü dâhil bütün makamların tek sahibi olmak hevesindedir.
Türkiye’nin parçalanmışlığa ve ayrışmaya değil, asgari müştereklerde birleşmeye ihtiyacı vardır. Zaten Türkiye modeli farklı etnik kimlikleri ve mezhepleri bir potada eriterek ortak üst kimlikte buluşturan modern yapısıyla Ortadoğu ülkelerinden ayrışmakta, hem içerden hem dışarıdan bütün oyunlara rağmen bu yüzden yıkılmamaktadır. Bir zamanlar mazlum milletlerin ilham kaynağı olmuş Türk devletini yeniden eski gücü ve saygınlığına kavuşturacak, milletimizi yeniden ortak kimliğimiz etrafında kaynaştıracak olan ise milli ve bağımsızlık bilincine sahip zihniyetin temsilcisi Milliyetçi Hareket Partisi’dir.