MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, AKP liderinin bütün güçleri kendisinde toplamak istediğini belirterek,''10 yılı aşan bir süredir iktidarda bulunan bir partinin hala bürokratik oligarşiden sızlanması acziyet değilse, çarpıtma ve karalamadır.'' dedi.
AKP içerisinde dağa çıkma özlemi içerisinde olanların varlığından bahseden Bahçeli, “Terörist başının eskiden yunmuş yıkanmış, hidayet içinde birisi olarak takdimi yapılıyorsa, bunda bir bit yeniği aranmalıdır” dedi.
Ortadoğu Gazetesi'nin gündeme dair sorularını cevaplayan Bahçeli, Terör, demokrasi, bürokrasi ve patriot füzelerinin gelmesi konularında önemli mesajlar verdi. MHP liderine sorulan sorulara şöyle cevap verdi:
Birkaç gündür Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, BDP’li bir bayan milletvekilinin geçmişiyle ilgili olarak dinlediği bir hatırattan sonra, “o BDP’li kadının yerinde olsam bende dağa çıkardım” sözleri konuşuluyor? Ne diyorsunuz bu sözlere?
Elbette zırva tevil götürmez.
Demek ki Sayın Arınç’ın bastırılmış bir dağ özlemi varmış da, bu şimdi ortaya çıkmıştır. Kendisi adına talihsiz beyanlardır. Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç’ın açıklama, mesaj, görüş, fikir ve konuşmaları skandal düzeyi çoktan aşmıştır.
Sarfettiği en son sözleri PKK’yı meşrulaştırır ve masumlaştırır. Terörizme insani bir taraf kazandırır. Bu nedenle çok tehlikelidir. Şayet adım adım yürütülen planlı bir konseptin bir parçası değilse Sayın Arınç’ın ya dilinin ayarı tamamıyla kaçmış ya da basireti kurumuştur.
Artık kendisi karar vermelidir. Hukuken AKP’de mi kalacak, fiilen BDP ve Kandil rezervinde mi bulunacaktır? Sanıyorum kendisi yorulmuştur, biraz dinlense hem şahsı hem de milletimiz adına çok hayırlı olacaktır.
ESİR VE İŞGAL EDİLMİŞ ZİHNİYET
Sayın Arınç Abdullah Öcalan’ın lise çağlarında, aralarında Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Beyin’de yer aldığı bazı kişilerle arkadaşlık hukuku içinde bulunduğunu, beraberce namaz kıldıklarını iddia ediyor. Arkasından da karanlığa düşmesinde MİT’in parmağı da olabileceğini söylüyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu düşünceler emin olun, esir ve işgal edilmiş bir zihniyetin ürünüdür. İmralı canisinin öğrencilik çağlarında, kendi halinde, ağzı var dili yok, mülayim, maneviyatına bağlı, sessiz birisi olarak tanımlanması, çok boyutlu yürütülen ve vicdanlara hitap ederek terör mahkumunun masumiyet ve insaniyet kazanmasını amaçlayan taktik mahiyetli çirkin bir propagandadır.
Terörist başının eskiden yunmuş yıkanmış, hidayet içinde birisi olarak takdimi yapılıyorsa, bunda bir bit yeniği aranmalıdır.
Bugün AKP’nin, dindar Kürtlerin oyunu kaybettiğine yönelik bazı yorumlar yapılıyor. Başbakan’ın Zerdüşt suçlamasının buna büyük katkı sağladığı anlaşılıyor. İktidar partisi bölge milletvekillerinin de bu çerçevedeki görüşlerini Başbakan’a aktardıkları kamuoyuna yansımıştır.
Sayın Arınç, İmralı canisinin lise çağlarında dindar bir insan olmasını överek, buradan manevi değer istismarına kapı aralamıştır.
Ve tabiatıyla İmralı canisinin farklı bir niteliğini sözüm ona gün yüzüne çıkarak bazı kesimlerle açılan mesafeyi kapatmaya çalışmıştır. Sayın Arınç’ın, 30 bin kişinin kanını yüzünde ve vicdanında taşıyan birisini aklama, arındırma ve ayıklama işlemine tabi tutması son derece pervasızca ilerletilen bölücü siyasetin bir uzvudur.
Ayrıca Sayın Başbakan Yardımcısı, geçmişte Öcalanla-MİT arasında tesis edilmiş bir irtibat, temas ve ilişkiden bilgi sahibi ise bunu mutlaka açıklamalıdır. Karnından konuşmasına gerek yoktur. Ayrıca Sayın Başbakan sır küpüne bu iddiayı inceletmeli ve tahkik ettirmelidir.
Sayın Arınç acaba konuşurken şuurunu mu kaybediyor, yoksa kafasının içine egemen olmuş öfke ve kin dilini siyaset mi zannediyor?
Gerçekten merak ediyorum.
Bu şahsiyete, 2010 yılı bütçe görüşmelerinden beri bir haller oldu. İyice sendelemeye, yalpalayamaya ve saçmalamaya başladı. Tavsiyem kendisine gelmesi, ağzından çıkanları biraz kulağının duymasıdır.
BAŞBAKAN DEMOKRASİYE İNANMIYOR
Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Konya’da yaptığı bir konuşmasında, kuvvetler ayrılığından şikâyet ederek engel olarak tanımladı. Sizce de kuvvetler ayrılığı sorun çıkarıyor mu?
Kuvvetler ayrılığının özünde, devleti oluşturan ana erklerin denge, uyum ve işbirliği halinde çalışması esastır. Yasama, yürütme ve yargı devlet çarkının üç ana damarıdır. Bunların birbirlerine müdahil olmadan, belirlenmiş sınırlar içinde ve bağımsız halde faaliyet göstermesi ülkemizin gelişmesi, demokrasinin sürdürülebilirliği ve toplumsal huzur için önemlidir.
Yasama ile toplum yaşamını düzenleyen kuralların oluşturulması, yürütmeyle yasaların uygulanması, yargıyla da uygulamadan doğan uyuşmazlıkların giderilmesi sağlanmaktadır.
Kuvvetler ayrılığı sorumsuz yöneticilere karşı, iktidarı sınırlama, istibdat rejimlerini önleme amacı ile ortaya atılmıştı. Buradaki hedef, yetkilerin kötüye kullanımının önüne geçmek için devletin üç ayrı görevini, üç ayrı güce vermek ve bu güçlerin birbirini dengelemesini sağlamaktır.
Şayet bu üç güç aynı elde toplanırsa her şey bitmiş demektir. Üç gücü eline alan kişi, grup ya da zümre, dilediği gibi yasa yapar, dilediği gibi uygular ve keyfince de uyuşmazlıkları çözmede yargıç olur. Bunun adı da modern tiranlıktır.
Anlaşılıyor ki Başbakan kuvvetler ayrılığından son derece rahatsız. Muhtemeldir ki, başkanlık sistemiyle ilgili ısrarının altında bu yatıyor. Oysaki başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı prensibi, parlamenter sisteme göre daha katıdır. Başbakan ve partisinin bu gerçeği bilmediğini düşünmek saflık olur. O halde hedef demokrasi değildir. Başbakan Erdoğan yeni nesil diktatörlerden birisi olmak istemektedir.
Başbakan tek adamlığa heves etmektedir. Aslında demokrasiye ve özgürlüğe inanmamaktadır. Nitekim bir zamanlar kendisi, “eğer halk totaliter bir rejimi istiyorsa buna saygı duymalıyız” diyordu. Totalitarizmin viraj ve uçurumlarla çevrili sisli güzergahının başlangıcı kuvvetler birliğine dayanmaktadır. Başbakan’ın aklında bu vardır.
Bu yüzden bütün güçleri resmen kendisinde birleştirmek istiyor. Gerçi bunu fiilen yaptığını söyleyebiliriz. Yürütme kendisi, yasama kendisi ve yargı da artık kontrolü altında. Peki, bu ortam içinde kuvvetler ayrılığından bahsetmek mümkün mü? Başbakan başarısızlığını ve beceriksizliğini başka yerlere yıkmasın. Önünde engel yok. Ayağına taş koyan yok. Siyasetindeki eksik ve yetersizlikleri bahanelerle kapatmasın.
O zaman siz Başbakan’ın bürokratik oligarşi sözüne katılmıyorsunuz?
Tabii ki katılmıyorum. Sayın Başbakan konuşurken, kavramların manasını gerçekten de biliyor mu?
10 yılı aşan bir süredir iktidarda bulunan bir partinin hala bürokratik oligarşiden sızlanması acziyet değilse, çarpıtma ve karalamadır. Sayın Erdoğan bunlardan vazgeçmelidir. Korku imalini bırakmalı, öteki oluşturma ısrarından kurtulmalıdır.
Bir de “Ya Allah Bismillah” sözünün suç sayıldığını ifade ediyor. Akıl alır gibi değil.
Bu ne kindir, bu ne garezdir? Müslüman bir ülkede bu kutlu sözün suç kapsamına alınması mümkün müdür? Başbakan açıkça bölücülük yapmaktadır. Değerler üzerinden provokasyona girişmektedir. Fakat milletimiz bu olan biteni görüyor. Unutmayalım ki, aynı ırmakta iki defa yıkanmak mümkün değil.
KÜRECİK RADARI İSRAİL İÇİN TESİS EDİLDİ
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad Şeb-i Aruz törenlerine davet edilmişti. Önce geleceği duyuruldu, arkasında da gelmeyeceği basına yansıdı. Bu fikir değişikliğinin arkasında sizce ne var?
2010 yılı Kasım ayında düzenlenen NATO Lizbon Zirvesi’nde füze savunma sistemiyle ilgili kararlar alınmıştı. Bu kararların bir unsuru olarak da Malatya Kürecik’e erken uyarı radar üssü kuruldu.
Peşinden İran bundan bir hayli rahatsız oldu.
Açıkça Kürecik erken uyarı radar üssü, İsrail’i muhtemel İran füzelerinden haberdar etmek maksadıyla tesis edilmiştir. İsrail’in güvenliğine Kürecik radar üssü adeta memur edilmiştir. İran bundan sonra artan dozda Türkiye’ye cephe almış, tehdit mesajlarını sıralamıştır. Arkasında NATO’dan Patriot füzelerinin talep edilmesi üzerine İran’ın tansiyonu daha da artmıştır.
Tabii ülke olarak ne yapıp yapmayacağımızı İran’a soracak değiliz. Bu ülkeden izin ve icazet alacak halimizde yok. Bu nasıl bir gaflettir ki, bu ülke yöneticileri iki de bir akılları estiği gibi Türkiye’yi hedef almakta ve hatta bir dünya savaşı çıkacağından bahsetmektedirler. İran, Türk milletini ne zannetmektedir?
İran Türkiye’ye akıl verip, hizaya getirme aymazlığına kapılacağına önce yönetimi altında bulunan Türklere insan hak ve özgürlüklerine göre davranmalıdır. Asimilasyoncu politikalardan uzak durmalı, eziyet ve işkencelerden vazgeçmelidir.
AKP hükümetinin, İran’ın diklenmelerine yeterince cevap verdiği kanaatinde değilim. İktidarın milletimizin hak ve hukukunu etkili ve sonuç alıcı şekilde savunması gerekiyor. İran Cumhurbaşkanı’nın gelmemesini de bu son gelişmelere bağlıyorum. Nihayetinde gelip gelmemesi kendi bileceği bir şey.
PATRİOTLAR TÜRKİYE’Yİ Mİ KORUYACAK?
Patriot füze sisteminin Suriye’ye karşı bir savunma seçeneği olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Ortadoğu kaynıyor. Hiç bir ülke huzurlu değil. Tunus hala sıkıntılı. Libya’nın durumu bunalımlı. Mısır ise Tahrir’e saplandı kaldı. Buradan çıkamıyor. Hak ve özgürlük beklentileri yeni firavun diye nitelenen Mursi tarafından karşılanmıyor. Mısır diken üstünde duruyor. Şu günlerde oylanan anayasanın ne getirip, ne götüreceği ise tam bir muamma. Bundan dolayı belirsizlikler, riskler birikiyor.
Arap Baharı aslında kan gölüne döndü. Büyük anlamlar yüklenmiş, beklentilerle desteklenmiş toplumsal hareketlerin istikrar, huzur ve güvenliğe yol açmadığı anlaşılıyor. Bunun nedeni değişim taleplerinin, özgürlük ve demokrasi çağrılarının toplumun iç dinamikleriyle beslenmemesi ve sosyolojinin imkanlarıyla güçlendirilmemesidir.
Bu şartlar altında Türkiye’nin savunmasını çeşitlendirmek ve sağlamlaştırmak amacıyla Patriot füze konuşlandırması doğrudur. Ama doğru olmayan NATO’nun Türkiye’yi ve Türk milletini koruma iddialarıdır. Buna Meclis Bütçe konuşmam da temas etmiştim. Dikkat ediyorum, NATO yetkilileri aynı üsluplarını koruyorlar. Ama AKP hükümetinden hala çıt yok.
Türkiye’nin kimyasal başlıklı füze tehdidi altında bulunduğuna dair iç ve dış kamuoyunda geniş bir fikir birliği bulunuyor. Hatta bunun Cumhurbaşkanı seviyesinde de seslendirildiği görülüyor. Buranın izahı şarttır.
Patriot füzeleri gerçekten savunmamıza yardım mahiyetli mi gönderilmiştir, yoksa NATO merkezli bölgesel dizayn faaliyetinin bir parçası mıdır? İsrail’in korunması gözetilmiş midir? NATO, İzmir merkezli olarak bir hazırlık içinde midir? Bunun için Türkiye’nin savunulması gerekçe mi yapılmıştır? Bu soruların cevap açık değildir.
Türkiye’nin hangi ilave risk ve tehlikelere maruz kaldığı net olarak ifade edilmelidir.
AKP’nin kontrol veya müdahalesinin ne derece olduğunu bilemiyorum, ama bölgemizde kartlar yeniden dağıtılıyor ve sınırların çizilmesi için olağanüstü mesai sarfediliyor.
MEVLANA’YI ANLAMAMIŞLAR
Bu yıl yapılan Şeb-i Aruz törenlerinde ilk defa protokol konuşmaları yapılmadı. Sizce bu doğru mu?
Başbakan protokol törenin ruhunu bozduğunu dile getirerek konuşmaların yapılmasını engellemiş. Buradan çıkan sonuç şudur: 10 yıldır kendisi bizzat Şeb-i Aruz törenlerinin ruhunu zedelenmiştir. Başbakan’ın gerekçesi makul değildir. Hz. Mevlana’nın vuslat gecesinde, bırakalım da, bu büyük hikmet ve irfan sahibi şahsiyetin fikirleri anlatılsın, eserleri tanıtılsın, hakkında değerlendirmeler yapılsın. Bunların kime ne zararı var?
Başbakan ile CHP Genel Başkanının tokalaşmamasını nasıl görüyorsunuz?
Hz. Mevlana’yı anlamadıkları ve boşuna Şeb-i Aruz törenlerine katıldıkları anlaşılıyor. Kendileri adına bir kayıp.