Bahçeli: Muhaliflerin Kime Çalıştığı Deşifre Oldu
TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, Paris anlaşması, G- 20 Zirvesi ve ABD ile yapılan görüşmeler konusunda değerlendirmelerde bulunan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkiye'nin uluslararası arenadaki başarılarından ve tavizsiz duruşundan MHP'nin memnuniyet duyduğunu belirterek, Türkiye'nin başarısız olması halinde içerideki muhalif siyasetçi ve kiralık kalemlerin sevinip oynayacağını söyledi.
TEKNOLOJİK GELİŞMELER EKOLOJİK GELİŞMEYE YANSIMADI
Yerkürenin en önemli sorunlarından birisi teknolojik sıçramadaki göz kamaştırıcı ivmenin aynı oranda insani ve ekolojik gelişmeye yansımamasıdır. Bu temel ve iç karartıcı sorun beşeriyetin ortak açmazıdır. Uygarlık merdivenlerinden çıkıldıkça tam tersi istikamette çevreye duyarlılık, insana saygı, adalet ve hakkaniyete duyulan hassasiyet maalesef hızla iniş halindedir. Sömürgeciliğin yol açtığı tahribatlar, daha fazla kazanma, daha çok zenginleşme arayışları vahşi rekabetlere kapı aralayarak dünyanın ekolojik çehresini tanınmaz hale getirmiştir. Zulüm, baskı, sömürü, tahakküm, hegemonya mücadeleleri aynı zamanda doğayı da zehirlemiştir. Sözde gelişmiş ülkelerin doymaz kursakları, dinmez hırsları insanlığı uçurumun dibine kadar savurmuştur. Dünyada sera gazı emisyonunun yayılmasında başı çeken ülkelerin küresel ısınmadaki payları ileri düzeylerdedir. Çevre kirliliğinin, doğa katliamının bir numaralı failleri demokrasi, özgürlük ve insan hakları konularında mangalda kül bırakmayan ülkelerden başkası değildir.
ORTAYA ÇIKAN ZARARLAR ÇOK TEHLİKELİ BOYUTTADIR
Bu çerçevede ortaya çıkan zararların kapsamı bugün çok tehlikeli boyutlardadır. Açlık, yoksulluk ve sefaletten ayrı olmayan ekolojik yıkım insanlığı geri dönüşü olmayan bir eşiğe sürüklemektedir. Bir yanda küresel sıcaklık artarken, diğer yanda buzullar erimekte, çöller genişlemektedir. Bir yanda tropikal bölgelerdeki ekolojik ve biyolojik çeşitlilik kaybolurken, diğer yanda mercan yatakları kuruyup denizler kirlenmektedir. Nehir sularının azalmasına eşlik eden sağlığa uygun içme ve kullanma suyundaki azalmalar bozulan insan-doğa-çevre dengesiyle birlikte daha da vahim bir noktaya gerilemektedir. Ormanların yanması, buzulların erimesi, denizlerin ısınması, iklim değişiklikleri, erozyonların yaygınlaşması, su baskınları, çamur taşıyan seller, asit yağmurları, balık türlerinin yok olması, çevre kirliliği dünyanın doğal ve tarihi dokusunu mahvetmektedir. Bizim bir vatanımız, bir de dünyamız vardır. Birisi olmadan diğerinin varlığı elbette anlamsızdır. Hem vatanımızı hem de içinde yaşadığımız gezegenimizi düşünmek, sorunlarını dert etmek, payımıza düşen sorumlulukları yerine getirmek durumundayız. Çünkü bizim milliyetçiliğimiz ekolojik dengenin sürdürülebilirliğine saygıyı gerektirir. Çünkü bizim milliyetçiliğimiz çevre duyarlılığıyla eş anlamlıdır.
İNSANLIK KÜRESEL ISINMANIN AĞIR PROPLEMLERİYLE MUHATAPTIR
Bir defa şu hususun altı kalın bir şekilde çizilmelidir: İnsanlık küresel ısınmanın ağır problemleriyle muhataptır. Türkiye’miz bundan bağımsız değildir. Bugünümüzü düşünürken gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya mirası bırakmak hepimizin, tüm insanlığın ahlaki ve vicdani görevi olmalıdır. Dünyanın sıcaklığı sistematik bir şekilde artış halindedir. Güney Kutbu’nda bugüne kadar görülmemiş büyüklükte buzul parçaları koparak ana kütleden ayrılmaktadır. Küresel ısınma denilen süreç, sera gazlarının atmosferde yoğun olarak artması sonucunda, yeryüzüne yakın atmosfer tabakaları ile yeryüzü sıcaklığının yükselişidir. Küresel ısınmadan kaynaklı iklim değişikliği sonucunda milyarlarca insan sel, kasırga, kuraklık, susuzluk ve salgın hastalıklarla karşı karşıyadır. Böyle giderse 2025 yılından itibaren 3 milyardan fazla insanın su kıtlığı yaşayacağı tahmin edilmektedir. Yükselen deniz seviyeleri pek çok adayı yutma riski taşımaktadır. Büyüklüğü 4,2 milyon kilometrekare olan Amazon’un bugüne kadar neredeyse yüzde 25’i yok olmuştur. Kavurucu sıcaklar ve kuraklık tarımsal ürünlerin çeşidiyle birlikte miktarının da azalmasına yol açarak küresel açlık ve yoksulluk sorununu derinleştirecektir. Önümüzdeki yıllarda su kaynakları, temel gıda maddeleri üzerinden küresel cepheleşme ve hatta sıcak çatışma ihtimali oldukça fazladır.
TÜRKİYE KÜRESEL ISINMANIN ENDİŞE VERİCİ SONUÇLARINA MARUZDUR
Yine yapılan tahminlere göre, denizlerin yükselmesinden kıyı kesimleri ciddi ölçülerde etkilenecek, deltalardaki tarım alanları, plajlar ve yat limanları belki de kullanılamaz hale gelecektir. Türkiye’nin 27 ilinin deniz kıyısında olduğu düşünülürse, kıyı yapıları, balıkçılık, turizm gibi ekonomik ve ticari ilişkiler gelecekte öngörülemez zararlar görebilecektir. Allah’ın verdiği nimetlerin doğru ve dengeli kullanılmamasından dolayı insanlık vahim felaketlerle yüz yüzedir. Ülkemiz küresel ısınmanın, bununla mündemiç iklim değişikliğinin kuşku yok ki endişe verici sonuçlarına maruzdur. İklim krizinin tesirlerini en aza çekmek için fosil yakıt kullanımını azaltmak, bunu ikame için yenilebilir enerji kaynaklarını yaygın ve yoğun olarak gündeme almak mecburiyetindeyiz. Rüzgâr ve güneşi merkeze alan bir enerji dönüşümü, teknoloji içeriği yüksek bir sanayi gelişimini de beraberinde getirecektir. Ayrıca güneş ve rüzgârdan elektrik üretim kapasitesinin artması sanayi üretimindeki değer zincirini önemli oranda büyütecektir. Türkiye bu alanlarda zengindir, doğru planlama, doğru strateji ve doğru yatırımlarla mesela enerjideki dışa bağımlılığımız zayıflayacak, milli gelirimiz ilerleyen dönemlerde yükseldikçe yükselecektir.
PARİS ANLAŞMASI VE TÜRKİYE
Artık çevreyle dost ve barışık bir gelecek planlaması sadece Türkiye için değil, bütün ülkeler, bütün toplum ve milletler için hayati bir zorunluluktur. Paris Anlaşması, iklim değişikliği konusunda yasal olarak bağlayıcı nitelikte uluslararası bir anlaşmadır. 12 Aralık 2015’te 196 ülke tarafından kabul edilmiş, Türkiye’de bu anlaşmaya 22 Nisan 2016’da imza atmıştır. Müteakiben mezkur anlaşma, geçtiğimiz ay TBMM’de onay süreci tamamlanarak yürürlüğe girmiştir. Paris İklim Anlaşması sera gazı salınımın azaltılmasını, küresel sıcaklık artışını da yüzde 2’yle sınırlandırmayı, eğer mümkünse yüzde 1,5 derecenin altında tutmayı amaçlamaktadır. İşte böyle bir tablo karşısında Roma’da, “İnsanlar, gezegen ve refah” sloganıyla 30-31 Ekim’de toplanan 16’ıncı G-20 Zirvesi’nde; salgın, ekonomik krizden çıkış ve iklim değişikliği masaya yatırılmıştır. Hemen akabinde, 1 Kasım-12 Kasım tarihleri arasında İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlenecek “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26’ıncı Taraflar Konferansı” önemli bir küresel zirve olarak kayıtlara geçecektir.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'IN ABD BAŞKANI İLE GÖRÜŞMESİ
Sayın Cumhurbaşkanımız özellikle Roma’da muhatap devlet veya hükümet başkanlarıyla verimli, yararlı ve art niyetlileri sukutu hayale uğratacak temaslar kurmuştur. ABD Başkanı Biden ile 1 saat 10 dakikalık görüşmesi, bu görüşmede iki ülke ilişkilerini güçlendirmek ve geliştirmek için ortak mekanizma oluşturulması konusunda mutabık kalınması, NATO ve stratejik ortaklığa vurgu yapılması bize göre değerlidir. Bundan sonra kimin samimi kimin maskeli olduğu daha da gün yüzüne çıkacaktır. Türkiye ile ABD arasındaki köprülerin atılması iki ülkenin aleyhinedir. Ortak akılla, dahası karşılıklı çıkarlara ve egemenlik haklarına saygıyla kökleşmiş sorunların çözümü mümkündür. Müttefiklik yalnızca lafta kalacak, yalnızca zirve toplantılarında hatırlanacak bir ilişkiler mecmuu değildir. En azından bizim bakış açımız bu değildir. İki ülke arasında siyasi, ekonomik ve ticari diyalogların artırılması, sevsek de sevmesek de herkesin çıkarına uygundur. Türkiye dostluğuyla aranan, duruşuyla anıtlaşan bir ülkedir.
TÜRKİYE ULUSLARARASI ARENADA TAVİZ VERMEDEN İLİŞKİLERİNİ YÜRÜTMEKTEDİR
Uluslararası alanda edineceğimiz mevkii, elimizdeki stratejik, jeopolitik, beşeri, ekonomik, kültürel, tarihi ve askeri milli imkânları kullanabilme kabiliyetimizle sınırlıdır. Gücümüz bu mevcudiyeti harekete geçirebildiğimiz kadardır. Bu imkân ve yetenekleri konjonktürün verdiği fırsatlar içinde değerlendiremeyen ülkelerin sahip oldukları potansiyelleri yalnız başına bir anlam taşımayacaktır. Dinamik ve devam eden süreçlerden oluşan uluslararası ilişkiler ağı, gücünü harekete geçiremeyen ülkelerin atalete sürüklenmesini kaçınılmaz hale getirmektedir. Bu nedenle, küresel boyutta müdahalelere ve aktörlüğe heveslenen ülkelerin yalnızca niyetleri yeterli değildir, imkânlarının elverişli ve uyumlu olması da uluslararası ilişkiler mekaniğinin sarih bir gerçeğidir. Tarih, yanlış hevesler ve dürtülerle, milli imkânlarını küresel kargaşada heba etmiş, itibar kaybetmiş ülkelerin beyhude hamleleriyle doludur. Bu itibarla dünya çapında kurulan ilişkilerin gerçek güçle orantılı olacak şekilde muadiliyet, denge, istikrar, hakkaniyet, mütekabiliyet, saygı ve işbirliği üzerine bina edilmesi esas olmalıdır. Bunlar yapılırken de en önemli husus, diplomasinin ve uluslararası ilişkilerin ciddiyet taşıdığının bilinmesi, bir milletin şeref ve haysiyetinin temsil edildiğinin şuurunda olunmasıdır. Çok şükür Türkiye uluslararası zirve toplantılarında, ikili ya da çoklu görüşmelerde şerefle ve şuurla temsil edilmekte, milli haklarımızdan, milli kararlılığımızdan en küçük taviz verilmemektedir. MHP, önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben anlayışıyla, bu gelişmelerden memnuniyet duymaktadır.
ROMA'DA BAŞIMIZ EĞİK OLSAYDI MUHALİFLER MEMNUN OLURDU
Ülkemizdeki yabancı hayranlarının içi kan ağlasa da, sırtını taşeron arayan dış güçlere yaslamak için ortam kollayan zavallıların yüzleri asılsa da her şey ortadadır. Zira Güneşi balçıkla sıvamak akıl karı değildir. Türkiye’yi küçük görenlerin, küçümseme yanlışına düşenlerin, bizden bir şey olmaz diyenlerin ya kanında bir bozukluk ya da karakterinde bir bodurluk vardır, bizim nazarımızda durumları hiç de iç açıcı değildir. Roma’da başımız eğik olsaydı, CHP mutlu olurdu. Kiralık kalemler, sözde aydınlar, kripto alçaklar kaşık alıp oynamaya bile başlarlardı. Sayın Cumhurbaşkanımızla ABD Başkanı Biden arasındaki görüşmeyi hazmedemeyen odaklar, bu defa da söz konusu görüşmeyle ilgili Beyaz Saray açıklamasına sığınarak karşımızdaki manzaranın hiç de iddia edildiği gibi olmadığını ileri sürmüşlerdir. Biden’in, savunma ortaklığı ve Türkiye’nin NATO müttefikliğinin altını çizdiği, S-400 satın alınmasına ilişkin ABD’nin endişelerini not ettiği, güçlü demokratik kurumların önemini, insan haklarına saygıyı, barış ve refah için hukukun üstünlüğünü vurguladığı Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamada ifade edilmiştir. Bunlar ABD’nin görüşüdür, şu anki yönetiminin Türkiye’ye muhabbet beslemediği de açıktır.
BİZ HİÇ KİMSENİN ÖVGÜSÜYLE BUGÜNLERE GELMEDİK
Biz hiç kimsenin övgüsüyle, taltifiyle, talimatıyla, tahkimatıyla olmadık, bugünlere gelmedik. ABD yönetimi bilmiyorsa söyleyeyim, Türkiye insan haklarına onlardan çok daha fazla saygılıdır, yargı bağımsızlığımıza müdahale için Kavala bildirisi hazırlayan bu ülkenin sahip olmadığı kadar hukukun üstünlüğü bu ülkede hakimdir, havidir. S-400 konusu ise egemenlik sınırlarımız içindedir, hiç kimsenin bu konuda Türkiye’ye ayar verip istikamet çizme densizliği cevapsız bırakılmayacaktır. Mühim olan Türkiye’nin ne dediği, ne yaptığı, bilahare muhatap ülkeyle hangi konularda uzlaşma sağlandığı, diyaloglardaki yapıcı ve pozitif havadır. Türkiye’nin ABD’nin terör örgütleriyle yakın ilişki ve bağlantısı hakkında üzüntü ve kaygılarını paylaşmasının ne hikmetse üzeri örtülmek istenmektedir. ABD’nin fiili ortak veya kara gücü olarak seçtiği terör örgütleri bumerang gibidir, günü geldiğinde tutan elleri de yaralayacaktır. Biden’den çok Biden’cı kesilenler; Türkiye’ye yuvalanmış Washington lobisidir, emperyalizmin lekeli yüzleridir, iki taraflı çalışan ajanlardır.
ONLARIN KİMİN HESABINA ÇALIŞTIĞI DEŞİFRE OLDU
Kaldı ki, Sayın Erdoğan ile Biden’ın görüşüp görüşmeyeceğinin günlerce çetelesini tutanların, Sayın Cumhurbaşkanı’nın beyanatlarından ziyade ABD’nin açıklamalarına kulak kabartanların işin özünde kimlerin hesabına çalıştıkları fazla söze yer bırakmadan deşifre olmuştur. Birleşmiş Milletler Zirvesi’nde sonra kaynatılan dedikodu kazanı şimdi zilletin başına kaynar su olarak dökülmüş, alayını birden yakıp kavurmuştur. Bu çevreler, 18 Ekim bildirisinin tarafı olan büyükelçilerin geri adımlarını tevil maksadıyla, yok Türkçesi böyleydi, yok İngilizcesi şu anlama geliyordu diyerek kendi kendilerini yiyip bitirmişlerdir. Geçin bunları geçin, Türkiye’nin geri adımı, milli tezlerinden ödünler vermesi tökezlemesi, tarihi mücadelede geriye düşmesi demektir, bu da Allah’ın izniyle olmayacak, görülmeyecek ham bir hayalden ibarettir. Başımız dik, sözümüz doğru, duruşumuz sağlam, hedeflerimiz büyüktür. Çünkü biz Türkiye’yiz, çünkü biz Türk milletiyiz.