Bahçeli: Sicilinize İşledik Mutlaka Hesap Sorulacak
TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada, Türkiye'nin iç ve dış gelişmelerine yönelik değerlendirmelerde bulunan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Lider ülke Türkiye ve Süper Güç Türkiye hedeflerine ulaşıldığında, ''Kimin kimi kapısında bekleteceğine, Kimin başına kimin çuval geçireceğine, Kimin zulümlerin hesabını vereceğine, Kimin ev ödevleri dağıtacağına tarih tanıklık edecektir.'' diyerek, günümüzde zalimlerin siciline işledikleri bütün notların vakti geldiğinde birer birer açılıp mutlaka hesabının sorulacağını söyledi.
MHP GENEL BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ'NİN TBMM GRUP TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennem azabından kurtuluş olarak müjdelenen mübarek Ramazan-ı Şerif’in sonuna yaklaşıyoruz.
Bu ay içinde tutulan oruçların, edilen duaların, verilen fitre, sadaka ve zekâtların Allah indinde kabul ve makbul olmasını halisane duygularla niyaz ediyorum.
Ramazan ayı kalp temizliği için bir fırsat, vicdan muhasebesi için bir tedrisat, günahlardan arınmak için manevi bir tahsisattır.
Aynı zamanda daha iyi bir insan olmanın, merhamet ve müşfik bir münasebet ağının, hayır ve hasenatla yoğrulmanın ruhsatıdır.
İnsan içinden yenilenmeyince dışından eskirmiş, bu suretle Ramazan ayı iç dünyamızın yenilendiği, yeni baştan yeşerdiği kutlu bir dönemdir.
Bu mübarek günlere manen fakir girip himmet ve hidayete vasıl olarak ruhen zenginleşmek gıpta edilecek bir bahtiyarlık halinin tecessümüdür.
Mazi kayıtlarımıza geçen veciz bir sözü hatırlatırım ki, insan esas itibariyle efkârından değil ef’alinden sorumludur.
Ef’alimizle, yani fiil ve eylemlerimizle hak yolunda, hakikat yolunda, nihayet Allah yolunda, tıpkı karıncanın ateşe su taşıyarak tarafını belli etmesine benzer şekilde, vaki tarafımızı açıkça gösterebildiğimiz ölçüde dengeli, tutarlı ve adam gibi bir hayatı iliklerimize kadar yaşamaya müstahak oluruz.
Bir Müslümanın kalbi selime ulaşması, ne cemaatin, ne de cemiyetin işidir, nitekim bu durum kişiye özeldir, yani zata mahsustur.
Ramazan nice manevi güzellik ve mükâfatlarının yanı sıra, kalbi selime erişmek, hatta aklı selime terfi etmek için de münhasır ve müstesna bir dönemdir.
Allah nasip ederse yarın bin aydan daha hayırlı bir gece olan Kadir Gece’mizi idrak edeceğiz.
Kadir Gecesi’nin nimetleriyle, tan yeri ağarana kadar devam eden esenliklerle müşerref olabilmeyi Rabbim’den tüm hissiyatımla diliyorum.
Bu vesileyle siz muhterem milletvekillerimizin, aziz vatandaşlarımızın, Türk-İslam âleminin Kadir Gecesi’ni tebrik ediyor, bu mübarek geceden layıkıyla müstefit olmayı, ayrıca bu gecenin nice manevi ikrama, nice diriliş arayışlarına kapı aralamasını gönülden niyaz ediyorum.
Biz kadir biliriz, kader biliriz, kanaat biliriz, kıymet biliriz,
Biz vefa biliriz, vecibe biliriz, velayet biliriz.
Ancak ihanet bilmeyiz, iftira bilmeyiz, idbar bilmeyiz, icbar bilmeyiz, ihtiras bilmeyiz, ihtikar bilmeyiz.
Niye diye soran varsa, cevabını vereyim, çünkü biz Türk ve Türkiye sevdalısı Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.
Muhterem Arkadaşlarım,
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı, milletimizin bekası, ülkemizin bağımsız geleceği için dünden daha önemli bir görevle karşı karşıyadır.
Bu görev tarihidir, tehiri ve tevzisi düşünülemeyecektir.
Maruz kaldığımız stratejik tehditler küresel senaryoların bölgemizde gösterime sokulan bugünkü sahnesinden başka bir şey değildir.
Milli birliğimizi, milli güvenliğimizi, milli çıkarlarımızı, milli varlığımızı, milli gelecek projelerimizi sömürge hesaplarına, lord planlarına, egemen güçlerin inisiyatifine teslim etmek isteyenler faal haldedir.
Dünya’nın enerji ve su kaynaklarını kontrol etmek isteyen yeni emperyalizm, bunlara sahip milletler üzerinde hunhar oyunlar peşindedir.
Maalesef büyük çoğunluğu din kardeşimiz ve soydaşımız olan geniş coğrafyalarda kin, nefret, zulüm devamlı körüklenmektedir.
Anlaşılan buralarda petrol bitmedikçe, gaz bitmedikçe, su bitmedikçe, paylaşacak toprak bitmedikçe savaşlar da bitmeyecektir.
Görünen odur ki, bu kaynaklar tükenmedikçe gözyaşları da sona ermeyecektir.
Afrika’nın bir ucundan, Asya’nın bir ucuna kadar milyarlarca insan bir lokma ekmek, bir parça hürriyet, bir nebze olsun haysiyet mücadelesi için canını dişine takmaktadır.
Kaybedenler, nehir gibi kanı dökülenler tarihin her devrinde olduğu gibi yine mazlumlardır.
Bugün milyarlarca insan kendi emeğiyle ayakta durmak, ürettiğini satmak, huzur içinde yaşamak, sahip oldukları kaynakları refahı için kullanmak istemektedir.
Kaldı ki bu istek haklıdır ve meşrudur.
Bu masum talepleri sekteye uğratmak maksadıyla adına bazen terörizmi önlemek, bazen barış getirmek, bazen demokrasi kazandırmak denen küresel baskı ve dayatma mekanizması sürekli canlı tutulmaktadır.
Terörizm, büyük ve bereketli toprakları sömürmenin, parçalamanın, sınırları değiştirmenin bugünkü bahanesidir.
Bunun adı 19’uncu yüzyılda “Şark Meselesi” idi.
Terörizm, aynı zamanda hedef ülke ya da ülkelerin içişlerine karışmanın, bunları zaman içinde fiilen ele geçirmenin de gerekçesi olarak değerlendirilmiştir.
Dün bunun da adı “medeniyet götürmek”ti.
Bugün emperyalizmin hedefi Afrika’nın Okyanus kıyısından, Doğu Türkistan havzasına kadar uzanan engin coğrafyalardır.
Bu ülkeleri hizaya getirme, direnişlerini kırma, rejimlerini dönüştürme projeleri hız kazanmıştır.
Bunun maskesi ise “yeni dünya düzeni”dir.
Milletiyle birleşip bu küresel yağmaya direnen, bu vandallığı sorgulayan liderler ve hükümetler gönderilmek, indirilmek istenmektedir.
Ancak bu karanlık dönemin perdesi kapanmaktadır.
Milli egemenliğe dayanan demokratik yönetimlerin dış müdahalelerle tasfiyesi, terörizmin komplolarıyla, terör örgütlerinin kanlı suikastlarıyla köşeye sıkıştırılması artık ham bir hayaldir.
Geldiğimiz bu aşamada bilhassa Türkiye geri dönülemez bir yoldadır.
Fatih Sultan Mehmet’ten 3’üncü Selime kadar askerimizin dilinden düşmeyen “Kızılelmaya kadar varız” sözü bugün tekrar ete kemiğe bürünmüştür.
Merhum şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun haykırdığı gibi;
Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu başlar, vatan olmaya,
Kızılelma’ya hey Kızılelma’ya.
En güzel marşını vurmadan mehter,
Ya Allah, Bismillah, Allahuekber.
1954 yılında elim bir uçak kazasında hayatını kaybeden, fikriyatımızın büyük isimlerinden Merhum Remzi Oğuz Arık Hocamız der ki:
“Vatan alelade bir toprak parçası değildir.
Hakiki kimliğini üstünde yaşayan insanlardan, onların eserlerinden alır…
Müşterek tarih toplumları millet yapar…
Yaşanılan acı tatlı hatıralar bir potada eriyip dökülerek coğrafyayı vatan yapar.
Toprak çiğnene çiğnene vatan olur…Coğrafyamız her yandan o kadar düşmanla, rakiple sarılmıştı ki felaketler arasında durmadan bilendik.
Bir toprağın coğrafyadan vatana yükselişi kaç milyon faciaya, acıya, hatıraya mal olmuştur. Çocuğun doğarken kaç kere anasını öldürüp öldürüp dirilttiği gibi, coğrafya da vatan olurken üstündeki milleti öldürüp öldürüp diriltir.”
Muhatap olduğumuz her müşkülat, katlandığımız her müessif olay daha huzurlu ve daha güvenli bir geleceğin kefaretidir.
Türk milleti son sözünü Malazgirt’te söylemiş, ayak bastığı toprakların ruhuna vatan sedasını can pahasına üflemiştir.
O günden bugüne vatan tektir, adı Türk’tür.
Binlerce yıldır millet tektir, adı Türk’tür.
Bunun dışında her arayış, her yoklayış, her zorlayış maceradır, mutlak butlanla maluldür.
Kurtuluş Savaşı’nın en çetin anları devam ederken 22 Ağustos 1921 tarihinde, Büyük Millet Meclisi’nin Kayseri’ye nakli tartışmaları sürdüğü bir esnada kürsüye çıkan Tunceli Mebusu Diyap Ağa’nın: “Efendiler! Buraya kaçmaya mı geldik, yoksa gerektiğinde kavga ederek ölmeye mi?” seslenişi bizim nazarımızda hala geçerliliğini koruyan bir azmin beyanıdır.
Kendimize has fazilet ve meziyetimizle, şahsi haslet ve kabiliyetimizle, bıçkın cesaret ve hamiyetimizle hiçbir kuşatmaya eyvallah etmedik, hiçbir saldırıya boyun eğmedik.
Hamd olsun bugün de eğmiyoruz, bilinsin ki, bundan sonra da yalnızca rükûda eğileceğiz.
Dün müstevliler, manda ve himaye mübaşirleri, işbirlikçi müflisler, ihanet mültezimleri vardı, bugün ise emperyalizmin piyonları, küresel güçlerin kiralık katilleri olan terör örgütleri vardır.
Dün işgalciler denize süpürülmüştü, bugün ise teröristler bulundukları, görüldükleri her yerde gömülmektedir.
Türk’e kefen biçmeye cüret edenlerin sonu tarihin her döneminde hüsrandır, rüsvadır.
Türk milleti terörün belini kıracaktır, teröristler döktükleri şehit kanlarında çırpına çırpına boğulacaklardır.
Bu meselenin başka yolu, bir başka yordam ve seçeneği yoktur.
Türkiye’ye silah çekenler, pusu kuranlar, sınır güvenliğimizi ihlal edenler, mücavir bölgelerde nifak üretenler, insanımıza ve topraklarımıza musallat olanlar doğduklarına bin pişman olacakları gibi, bedelini de çok acıklı, çok ağır şekilde ödeyeceklerdir.
Milli Mücadele zaferle pekişerek vatan düşmandan temizlenmiş ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmişti.
Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümünde bu defa da düşman imalatı olan terör belası, bölücülük illeti Türk milletinin makus talihi olmaktan kesinlikle çıkarılacak, bu kanlı döngüye son nokta koyulacaktır.
Hem yurt içinde hem de yurt dışında terörün kaçacağı yer kalmamıştır.
Pençe operasyonlarıyla teröristlerin ülkemize sızma ve intikal sahaları kapatılmış, bütünüyle kontrol altına alınmıştı.
Operasyon yapılmayan tek bölge de Zap Bölgesi kalmıştı.
İşte Pençe-Kilit Harekatıyla bu bölgede de hamd olsun bayram temizliği yapılmaktadır, canilerin defteri dürülmektedir.
PKK/YPG için emniyetli hiçbir yer yoktur.
Bölücü terör örgütü psikolojik yıkım içindedir.
Kahramanlarımızın proaktif ve entegre mücadele stratejisiyle terör örgütleri kırsal alanlardan sökülüp atılmaktadır.
Terör nereden kaynaklanıyorsa, hainler nerede barınıp saklanıyorsa meşru hedef orasıdır ve and olsun hepsinin sonu gelmiştir.
Irak’ın kuzeyinde yuvalanan terör örgütüne düzenlenen hava harekatları, Pençe 1-2-3; Pençe-Kartal, Pençe-Kaplan, Pençe-Şimşek operasyonlarıyla terör örgütünün hayat damarları kesilmiş ve koparılmıştır.
PKK/KCK’nın sözde yürütme konseyi üyelerinden olan terör elebaşları nokta operasyonlarla imha edilmiştir.
Bölücü terör örgütünün Irak’ın kuzeyindeki bazı alanlarda varlığını halen sürdürmesi, buralarda mevzilenmesi ve geniş çaplı saldırı hazırlığı içinde olduğunun tespit edilmesi üzerine 17 Nisan 2022 tarihinde Pençe-Kilit Harekatı başlatılmıştır.
Terör barınakları yerle bir edilmiş, sayıları 50’yi aşan terörist etkisiz hale getirilmiştir.
Hainler başlarını mağara deliklerinden çıkaramaz hale gelmişlerdir.
Başta Irak olmak üzere tüm komşu devletlerimizin sınırlarına, siyasi ve toprak bütünlüğüne saygılı ve meşru müdafaa hakkı çerçevesinde terör örgütlerinin kafasına pençe darbeleri indirilmiş, sınırlarımız yılanlara çıyanlara karşı kilitlenmiştir.
Allah nazarlardan saklasın, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz taktik ve operatif anlamda, önleyici strateji ustalığıyla destan yazmaktadır.
Kanlı örgüt saldırı ve toplu eylem yapabilme kabiliyetini yitirmiş, can çekişmeye başlamıştır.
İlki 2018 yılının Mart ayında devreye giren Pençe Harekâtlarının devamı ve tamamlayıcısı olan Pençe-Kilit hamlesiyle terör örgütü komaya sokulmuştur.
Türkiye’nin kesintisiz mücadelesi yoluyla, Irak topraklarında sınırlarımıza paralel şekilde doğuda Hakurk bölgesinden batıda Sinat-Haftanin’e kadar 270 kilometre uzunluğunda, 20 kilometre derinliğindeki alan A’dan Z’ye güvenliğe kavuşturulacaktır.
Eli ve vicdanı kanlı terörist Duran Kalkan, operasyonların devam etmesi halinde sözde savaşı şehirlere taşıyacaklarını korkakça iddia etmiştir.
Geçtiğimiz hafta Bursa’da infaz koruma memurlarının içinde bulunduğu ve bir kardeşimizin şehit düştüğü terör saldırısıyla İstanbul’da TÜGVA’ya yapılan bombalı saldırı PKK’nın ve taşeron örgütlerin hain bir eylemi olarak tespit edilmiştir.
İnanıyor ve kahramanlarımıza güveniyorum ki, başta bu terörist Kalkan olmak üzere, terör elebaşlarının cezalandırılacakları günler uzakta değildir.
Bir babayiğidimiz, bir aslan parçamız, bir yiğidimiz Türkiye’yi tehdit etmeye yeltenen hainleri ümit ve temenni ediyorum ki ya leşini yere serecek ya da başlarına çuval geçirerek Türk adaletine teslim edecektir.
Şehirlerimizde eylem hazırlığı içinde olan kim varsa tavsiyem kefenlerini de yanlarında taşımalarıdır.
Şerefini kaybetmiş bir insan yaşayan ölüdür.
Teröristler şeref ve namuslarını bedeli mukabilince satmış insanlık defolarıdır.
Türk milleti bu canileri affetmeyecektir.
Pençe-Kilit Harekatı’nda etkisiz hale getirilen teröristlerden bazılarının hüviyet ve ülkelerine bakıldığında karşımızdaki dehşet verici küresel husumetin tüm yönleri açığa çıkacaktır:
Kahramanların yüksek iman ve iradesiyle yok edilen teröristlerden 8’nin Ermeni, 5’nin Fransız, 7’sinin ABD’li, 3’nün İngiliz, 2’sinin de Alman olduğu anlaşılmıştır.
Bu çok uluslu tablo tesadüf değildir.
Arka planında derinleşmiş Türk ve İslam husumeti yatmaktadır.
PKK/YPG terörü, haçlı emellerine refakat eden, zalimlerin Türk milletiyle yarım kalan tarihi hesaplaşmasını mahallinde ikmal için uzaktan kumandası yapılan, kimin çıkarına uygunsa onun tarafından kullanılan, parayı verenin işini gören, silahı sağlayanın emrine giren kanlı ve kalleş bir örgüttür.
Terörle mücadele, koynunda haç taşıyanlara karşı hilalin duruşudur.
Terörle mücadele, haramı geçim kapısı yapanlara karşı helalin şuurudur.
Terörle mücadele, batıla hizmet edenlere karşı hakkın teslim olmaz ruhudur.
Terörle mücadele gazilerimizin, şehitlerimizin alacak davasıdır, karşı çıkanlar da şeytanın yanındadır.
PKK ve taşeron örgütleri bir başka anlatımla Hınçak’tır, Taşnak’tır, Asala’dır, Eoka’dır, Megali İdea’dır, FETÖ’dür, DEAŞ’tır, DHKP-C’dir, MLKP-C’dir, TİKKO’dur, Türk ve Kürt kanından geçinen, emperyalizmin namına istiklalimize namlu çeviren zulüm ve zillet figüranlarıdır.
Bunlara destek olan namertler de aynısıdır.
Bunları koruyup kollayanlar da terörizmin alçak failleridir.
Terörle mücadele esnasında, en son olarak Pençe-Kilit Harekatı’nda şehit olan vatan evlatlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum.
Aileleri, silah arkadaşları, milletimiz başta olmak üzere hepimizin başı sağ olsun diyorum.
Kahramanlar vurulunca değil, unutulunca ölürler.
Kahraman toprağa düştü mü şehit, terörist düştü mü leş olur.
Kararlılıkla belirtiyorum ki ne kahramanlarımızı, ne de sorulacak hesaplarını unutacağız.
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye olağanüstü bir süreçten geçerken, terörle mücadele çok boyutlu ve inanmış bir halde sürdürülürken, zillet ittifakının herhangi bir partisinden en küçük destek mesajı paylaşanını gördünüz mü?
Milli meselelerde duyarlı ve diğerkâm davranıp sorumlu ve ahlaklı tavır sergileyenini hiç duydunuz mu?
Merhum Hocamız Prof.Dr. Nurettin Topçu bakınız ne demişti:
“Menfaat yaşamak, ahlak yaşatmak ister. Bu ikisi bir arada asla bulunamaz.”
Menfaatine düşkün olan milletine yabancıdır.
Siyasi ikbali için Türkiye’nin istikbaline gölge düşürmeye azmetmiş zillet ittifakı iyice yoldan çıkmış, hepten yozlaşmış, istikametini şaşırmıştır.
24 Nisan 2022 tarihinde 6+1 formatında üçüncü kez toplanan partilerin ortak açıklamasının, hayatın ve siyasetin olağan akışıyla, Türkiye’nin yüksek mücadele anlayışıyla bağdaşan veya çakışan bir yanı var mıdır?
Milli egemenlik haklarımıza, tarihsel emanetlerimize, devletimizin ve milletimizin hükmü şahsiyetine hürmet ve bağlılık zillet ittifakı açısından söz konusu mudur?
Merhum vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un aynen dediği şuydu:
Bir halas imkanı var: Ahlakımız yükselmeli.
Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundadır.
Haydi bunlar kuldan utanmıyor, bari Allah’tan korksunlar.
Zillet ittifakı Türk milletinin ekmeğini yese de gavurun kılıcını sallamaktan rahatsızlık duymuyor.
Bu ittifak ortakları sadece “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” masalıyla avunuyorlar.
Toplanıp toplanıp dağılıyorlar.
Sahte gülümsemelerle günü kurtardıklarını sanıyorlar.
Nalıncı keseri gibi, her birisi kendine yontuyor, kalpleri çıfıt çarşısına dönmüş haberleri olmuyor.
Birbirlerine kazık atıyorlar, tuzak kuruyorlar, dedikodu yapıyorlar, sonra dönüp birbirlerinin gönlünü almaya çalışıyorlar.
Her numara zillet ittifakında, ne ararsanız bu ittifakın yamalı bohçasında.
Bunların dilinde şehitlerimize rahmet yok, Türkiye’ye övgü yok, teröristlere tepki yok, gelecekle ilgili umut yok, yüzlerinde meymenet yok.
Kimin hesabına, kimlerin hizmetine siyaset yaptıklarını da bilmeyen yok.
Zillet ittifakını Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem dolduruşuna getirip yuvarlak masa bildirilerini hazırlayan dış güçlerdir, Cumhur İttifakı’nın ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin mayası da, mimarı da, mihmandarı da büyük Türk milletidir.
Bizim medarı iftiharımız, yegane mensubiyetimiz aziz milletimizdir, zillet ittifakının müşahidi ve membaı yabancı ülkelerin Türkiye’deki sefirleridir.
Zillet ittifakı Türkiye’nin tarafında değildir, yol haritaları karışık ve bulanıktır.
Nerede duruyorlar, hangi mihrakların esareti altındalar artık bilmeyen kalmamıştır.
Merhum Cemil Meriç diyordu ki:
“Taraf tutmayan insan şahsiyeti felce uğramış insandır. Ben tarafım, hakikatin tarafıyım.”
Biz de tarafız, hem hakkın, hem halkın, hem de hakikatin tarafındayız.
Zillet ittifakının tarafı Türkiye’nin tahribidir.
Zillet ittifakının tarafı Türk milletinin önüne koyulmuş takozdur.
Bu ittifakın çekicisi CHP Genel Başkanı ise ne yapacağını, ne söyleyeceğini, hangi provokasyonu servis edeceğini şaşırmış vaziyettedir.
Faturayı üç ay boyunca ödemeyen Kılıçdaroğlu’nun beklendiği üzere elektriği kesilmiştir.
Bu çarpık zihniyet karanlıktan ülkemizin aydınlık ortamına gölge düşürmeye çalışmıştır.
Elbette olacağı buydu, şahsen uyarmıştım, faturayı ödemezse elektriğinin kesilmesi gerektiğini ifade etmiştim.
Hatta Kılıçdaroğlu’na insani ve vicdani destek olmak adına bütün il teşkilatlarımızın birer kandil göndermesini talimatlandırmıştım.
Nasıl olsa Kandil’e yabancılık çekmiyordu, nasıl olsa Kandil’e ümit bağlamıştı.
Biz de onun anladığı ve bildiği Kandil’i değil de ışık saçan kandili adrese teslim göndermiştik.
Huylu huyundan vazgeçmiyor, karanlık emelleri olanların tercihi yine karanlıktan mesaj vermektir.
Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakı karanlıktır, kumpastır, kumpanyadır.
CHP Genel Başkanı, kalkmış içinde bulunduğu karanlıktan aydınlığı taşlıyor, bir hafta boyunca da karanlıkta oturacağını açıklıyor.
“Önemli olan sesi duyurmaktı, bir hafta sonra faturayı ödeyeceğim” diyerek iç huzur ortamını karıştırmak, istismar çarkını döndürmekle uğraşıyor.
Bazı siyasi odaklar da faturayı ödemek için kuyruğa giriyor.
Alın birini vurun ötekine, bunların hepsi aynı tornadan çıkmış gibidir.
Kılıçdaroğlu’nun elektrik faturasıyla ilgili iddiaları, bu suretle 4 milyon hanenin elektriğinin kesildiğini ileri sürmesi kuyruklu yalandır.
Yapılan resmi açıklamalar kapsamında, elektriği kesik abone sayısının 278 bin olduğu anlaşılmaktadır.
Kılıçdaroğlu fellik fellik karanlıkları dolaşırken, karanlıktan rant elde etmeyi planlarken, hiç kimse unutmasın ki, Türkiye’nin hayat ve varlık ışığını söndürmeye asla güç yetiremeyecektir.
Zillet ittifakının trafoları patlak, enerji nakil hatları kopuk, zihni ve siyasi santralleri ise bozuktur.
Sayın Kılıçdaroğlu bilmelisin ki, Türkiye’yi karanlığa boğamayacaksın, iç ve dış mahreçli çıkarcı yarasalara bu aziz vatanı peşkeş çekemeyeceksin.
Hz. Mevlana’nın dediği gibi, ey Kılıçdaroğlu, ümitsizlik köyüne gitme, ümitler var, karanlığa doğru yürüme güneşler var.
Korkunun palazlandığı yer karanlıktır.
Kılıçdaroğlu’nu da korku dağları sarmıştır.
Kafasının içi gece gibi karanlık düşüncelerle doludur.
Bizim görüşümüze göre, gökyüzü güneş olsa, millet yoksa, vatan yoksa, bayrak dalgalanmıyorsa asıl karanlık işte o zamandır.
Bu karanlığın müdafaası zillet ittifakı eliyle yapılmaktadır.
Ancak korkunun ecele faydası yoktur.
Zillet ittifakı 2023 yılının Haziran ayında kaybedecek, altına imza attıkları ortak açıklamaları da başlarına külah diye geçirilecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi karanlık emellere surdur, kararmış gecelere nurdur, kapanmış gönüllere ufuktur, kahramanca hedeflere uğurdur, milli kaderin de ilanihaye huzurudur.
Muhterem Arkadaşlarım,
23 Nisan’ın bir gün öncesinde, Gazi Meclisi’mizin 102’inci yıl dönümünü kutlamaya hazırlanırken, TBMM’ne HDP’li bir müptezel tarafından sunulan kanun teklifinde, sözde Ermeni soykırımının tanınması istenmiş, çok şükür bu rezil teklif anında küstah sahibine iade edilmiştir.
Maalesef TBMM’nin çatısı altında diasporanın bir ajanı bulunmaktadır.
Sözde Ermeni soykırımıyla ilgili kanun teklifi hazırlamak ecdadımıza hakarettir, hıyanettir, su katılmamış bir müfteriliktir.
Böylesi bir zelilin, böyle bir fitnecinin TBMM’de yer alması hepimiz adına bir züldür.
Bu kokuşmuş milletvekilinin kimden cesaret aldığı, kimlerle dayanışma içinde olduğu ayan beyan ortadadır.
Sözde soykırım iddiasının kanun teklifi olarak hazırlanması Türkiye’yi tahrik etmek ve milletimizi töhmet altında bırakmak için kurgulanmıştır.
Herkesi uyarıyorum TBMM, Meşrutiyet Meclis’i değildir.
Gayri Müslim azınlıkların meydan okuma yeri değildir.
Gözümüzün içine baka baka Türk milletine katliamcı, soykırımcı diyenlerin barınacağı, bulunacağı, buluşacağı bir mekan asla değildir.
Meclis-i Mebusan’da görev yapan ve Osmanlı’yı sırtından hançerleyen mesela Pastırmacıyan Efendi’nin, Papazyan Efendi’nin, Varteks Efendi’nin, Viramyan Efendi’nin dönemi çok gerilerde kalmıştır.
Tarihi hadiseler günlük politikanın oyuncağı haline getirilemez.
Gerçeğin özünü ve ana çizgisini hiç kimse sulandıramaz.
1915 olaylarının içyüzünü, perde arkasını, asıl mahiyetini saptırmak bir defa tarih suçudur, Türk milletine saygısızlıktır.
Bu çatı altında sözde soykırımı tanıyan ve kabul eden varsa, bunu aklından dahi geçiren bulunuyorsa yeri ve adresi TBMM olamaz, olmamalıdır.
HDP’li bölücü milletvekilinin teklifine CHP’den yalnızca “herkes kendi işine baksın” açıklamasıyla örtülü ve mahcup bir eleştiri gelmiştir. Esasen suç ortaklığı alenileşmiştir.
Bazı siyasiler de özneyi gizleyip bu teklifi sadece hadsizlikle eş tutmuştur.
Bu sadece hadsizlik değildir, bu tip cılız tenkitlerle geçiştirilecek bir mesele olmayıp bize göre şerefsizliğin daniskasıdır.
Üstelik CHP’li bir milletvekili de sözde soykırım yalanının peşine takılmıştır.
Fakat partisinden isabetli ve kayda değer tek bir itiraz gelmemiştir.
Sayın Kılıçdaroğlu, elektrikle ilgili konuştuğun kadar sözde soykırım iddialarıyla ilgili ne zaman konuşacaksın?
Soruyorum sana, sözde soykırım palavrasına destek misin, değil misin? Yanında mısın, karşısında mısın?
Selamsız Babacan boyunu fersah fersah aşarak, kanının gereğini yapmış ve “geçmişte yaşanan acıların faili biz değiliz” diyerek akıllara durgunluk veren bir mesaj paylaşmıştır.
Ayrıca “hepimiz, karşılıklı anlayış çerçevesinde birbirinin yarasını sarmaya çalışan Anadolu insanları olmalıyız” sözleriyle akıldanelik yapmaya kalkışmıştır.
Geçmişte acılar yaşanmıştır, ancak bu geçmiş, bu tarih Babacan’ın geçmişi, zilletin tarihi değildir.
Bizim geçmişimiz Türk’tür, bugünümüz Türk’tür, yarınımız da Türk olacaktır.
Bu aziz vatanda mensubiyeti ve milliyeti belirsiz insan topluluğu değil, Türk milleti yaşamaktadır.
Anadolu insanları tabiri köksüz ve kimliksiz bir tanımdır.
Rahmetle, hürmetle andığımız Sultan Abdülhamid Han bizimdir, Talat Paşa bizimdir, Enver Paşa bizimdir, Mustafa Kemal Paşa bizimdir, bizden olmayanların bugün çıkıp sözde soykırım bilirkişiliği taslamaları utanmazlıktır, gafilliktir, münafıklıktır.
ABD Başkanı Biden’in 2021 tarihinde olduğu gibi, bir kez daha sözde soykırımdan bahsetmesi bizim nezdimizde hükümsüzdür, hukuksuzdur, hayasız bir isnattır ve kınanmayı da hak etmektedir.
Politikacıların tarihi gerçekleri çarpıtıp kendilerini mahkeme yerine koymaları felakettir.
Osmanlı Hükümeti, pek çok mühim ve acil sebeplerden dolayı 27 Mayıs 1915 tarihinde iç güvenliği ve cephe gerisini emniyete almak için zorunlu göç kararını almıştır.
19’uncu yüzyıla kadar tebay-ı sadıka olarak aramızda yaşayanların dış tahriklerle, dış telkinlerle, azgınlaşmış çeteleri aracılığıyla ecdadımıza ihanet etmesi 1915 Tehcir Kararı’nın alınmasını mecburi hale getirmiştir.
1915 Tehcir Kararı, bihakkın doğru bir karardır, bugün olsa yine aynısı sonuna kadar yapılmalıdır.
Sözde Ermeni çetelesi tutanlara soruyorum, sayıları beşyüz bini aşan Müslüman Türklerin katliamına niçin suskusunuz?
Be hey vicdansızlar, karınları deşilen çocukların yürek yakan hallerine, vahşi işkencelerle canı alınan masumların hala dinmeyen, hala kesilmeyen, hala hafızalardan çıkmayan feryatlarına ne diyeceksiniz? Nasıl bir yorum getireceksiniz?
Her yılın 24 Nisan günü ABD Başkanlarının 1915 Olayları hakkında ne diyeceğine bugüne kadar her kesimden kafa yorulmuş, müşterek bahis konusu olan bu hususta televizyon ekranlarında afaki tahminler yapılmıştı.
"24 Nisan sendromu" Türkiye ile ABD ilişkilerinde değişmez bir gerginlik unsuru haline gelmişti.
Türk tarihi ve ecdadımız için haksız ve temelden yoksun bir "mahkumiyet ilamı" niteliğini taşıyan açıklamalar gündemi işgal etmişti.
Bundan sonra ne söylerse söylesinler, ellerinden geleni ardına koymasınlar, artık bizim için yalnızca kuru gürültüdür.
Biz tarihimizle müftehiriz, ecdadımızla gurur duyuyoruz, hepsine Allah’tan rahmetler diliyoruz.
Kendi kanlı tarihlerine bakmayan, bundan ders almayan, yüzü kızarmayan ülkeleri ve zillet faillerini hem ademe mahkum ediyor hem de Allah’a havale ediyoruz.
"Soykırım", İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde hukuki içerik ve anlam taşıyan bir terim olarak 1948 Uluslararası Soykırım Sözleşmesiyle literatüre girmiştir.
1915 olaylarıyla ilgi ve ilişkisi kesinlikle olamayacaktır.
Türkiye'nin şerefli tarihi üzerinden suçlanması haksızlıktır, insafsızlıktır, hukuken de skandal bir yanlıştır.
Türk milletini insanlığa karşı en ağır suç olan "soykırım" suçu işlemiş ezik, lekeli ve yaralı bir millet konumuna düşürmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.
Biz biliyorduk, ama bugünlerde daha somutlaşan bir husus da şudur:
HDP, PKK’nın ve Ermeni diasporasının çatlak sesidir, paslı silahıdır, kirli tetikçisidir, kötürüm temincisidir ve Kürt kökenli kardeşlerimle hiçbir yakınlığı, hiçbir bağı, hiçbir alakası yoktur.
HDP demek cinayet demektir, melanet demektir, ihanet demektir.
Bu Asala hayranlarının, bu terör deposunun, bu bölücü ve yabancı odağın Türk siyasetinden silinip gideceği günler de inşallah çok yakındır.
Değerli Milletvekilleri,
Önümüzdeki hafta Ramazan Bayramı’nı karşılayacağız, sadece el ele değil, gönül gönüle de vereceğiz.
Büyükleri ziyaret edip, küçükleri seveceğiz.
Aramıza ekilmek istenen ayrık otlarını saflarımızı sağlamlaştırarak ayıklayacağız.
Bir olacağız, beraber olacağız, birlikten güç doğacağını göreceğiz.
Biz kavgayı ağacın yaprağına yazıyoruz, Sonbahar gelince yapraklar kurusun diye.
Öfkeyi bulutun üstüne yazıyoruz, rüzgar esince bulutlar dağılsın diye.
Nefreti karların üstüne yazıyoruz, güneş açınca karlar erisin diye.
Dostluk ve sevgiyi yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yazıyoruz, onlar büyüsün dünyayı sarsın diye.
Daha güçlü bir Türkiye amacımızdır.
Daha müreffeh bir millet gayemizdir.
Daha kudretli bir devlet gayretimizdir.
Gönüllerinde vatan, millet ve bayrak sevgisi, kalplerinde Allah aşkı bulunan her insanımızla aynı parlak geleceğin taliplisi ve takipçisiyiz.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket olarak, katran dökmüş gecelerde ayazları yendik, gözyaşlarımızı içimize akıtıp ya kader dedik, ne olursa olsun Türk milletine hizmetten asla geri dönmedik.
Başkalarının senaryolarıyla oyalanacak vaktimizin olmadığının farkındayız.
Dünyanın mazlum ülkeleri ve yardım eli bekleyen insanlık umut aramaktadır.
Asırlar öncesinde olduğu gibi devletimizin küresel güç olması için yeni bir imkan doğmuştur.
Bu imkanı heba edemeyiz, tarihin sunduğu fırsatlara sırt dönemeyiz.
Böylesi bir uyanış ve silkiniş, hürriyete, paylaşmaya, hakkaniyete hasret insanlık için Türkiye’mizi bir kutup başı yapacaktır.
Tekraren vurguluyorum ki, Selçuklu devletinin bayrağında iki yöne bakan çift başlı kartaldan Osmanlı’ya ve Cumhuriyet’e miras kalan stratejik vizyon hepimize rehber olmalıdır.
Bu, bir pençesi batıyı, diğer pençesi doğuyu kavramış ve üç kıtada muazzam bir coğrafyayı koruyucu kanatları altına almış kartaldır.
Ve bu mukaddes mirastan doğan üç hilal jeopolitiğinin önü açıktır.
Sonsuza kadar var olacak Türkiye, işte bu vizyondan doğacaktır.
Bütün bunlar dünyaya yalnızca Başkent Ankara’dan bakarak gerçekleşecektir.
Dünyanın Türkçe okunacağı böylesi bir hakimiyet ise asla saldırgan, sömürücü, baskıcı olmayacaktır.
Bu gerçeği yalın olarak görmek isteyenlerin bin yıllık tarihimize bakmaları yeterlidir.
Dünyadaki gelişmeleri doğru okuyabilen bir görüş derinliğiyle,
İnsanlığın yaşadığı ahlak ve değer buhranını analiz eden manevi olgunlukla,
Mazlum toplumlara ait emek, değer ve kaynakların nasıl sömürüldüğünü gören sorgulayıcı bakışla,
Beşeriyeti bir rakip gibi değil, Allah’ın emaneti bir kutlu paylaşma vasıtası olarak yorumlayan adalet duygusuyla,
Bunları akıl, sabır, vizyon, bilgi, dikkat ve sevgi ile oluşacak bir terkiple çıkacağımız yol bizi önce Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023 yılında “Lider ülke Türkiye’ye”, ardından ise çağ kapatıp çağ açan İstanbul’un Fethinin 600. yılı olan 2053 yılında “Süper Güç Türkiye’ye” ulaştıracaktır. Biliniz ki, ülkümüz budur.
İşte buna eriştiğimizde;
Ne bizi kapı arasında tutmak isteyen Avrupa’ya ihtiyacımız kalacak, ne de küresel güçlerin dayatmaları ve ahlaksız suçlamaları mesele olacaktır.
Unutuldu sanılmasın, inşallah milletimiz o günleri gördüğünde,
Kimin kimi kapısında bekleteceğine,
Kimin başına kimin çuval geçireceğine,
Kimin zulümlerin hesabını vereceğine,
Kimin ev ödevleri dağıtacağına tarih tanıklık edecektir.
Ve bugün zalimlerin siciline işlediğimiz bütün notlar, vakti geldiğinde birer birer açılacak ve hesabı mutlaka sorulacaktır.
Türkiye’miz, milletinin değer, inanç ve ülküleriyle milli stratejisini kendi çizebilirse, ki çok şükür bu yapılmaktadır, işte o zaman insanlık barışa, huzura, adalete biraz daha yaklaşacaktır.
Bu itibarla, ülkemize olan sorumluluklarınız kadar, İslâm toplumlarına ve Türk dünyasına, ardından bütün insanlığa da sorumluluklarınız vardır.
Bu düşüncemiz asla bir hayal değildir.
Son bin yılda Türk devletleri ile yaşanmış, denenmiş ve başarılmıştır.
Bugün gerçekleşmemesi için de hiçbir neden yoktur.
Bu düşüncelerle sizlerin, aziz milletimizin ve Türk-İslam aleminin Mübarek Ramazan Bayramı’nı şimdiden kutluyor, hayırlı bayramlarımız olsun diyorum.
Ebediyete irtihal eden, yaşadığı sürece gönüllere dokunan, mütevazılığıyla ve sade hayatıyla bilinen, Çukurova’nın Türkü ağası unvanıyla tanıdığımız Adanalı sanatçımız Postacı Abdurrahman Yağdıran’a da Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhu şad, mekanı cennet olsun inşallah.
Hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.