25 Kasım 1917... Türk dünyasının Başbuğu Alparslan Türkeş'in, doğum günüdür. Türk İslam Sancaktarlığı davası neferlerinin Başbuğu Alparslan Türkeş'in, doğum gününü kutluyoruz. İyi ki doğdun Başbuğ Türkeş.
Alparslan Türkeş'in doğum günü, Ülkü Ocakları ve MHP Teşkilatlatlarınca çeşitli etkinlikler yapılarak kutlandı. Bazı Teşkilatlar mevlüt okuturken bazı Teşkilatlar da aşure dağıtarak doğum gününü kutladı. Bazı Teşkilatlar da Alparslan Türkeş'in hayatını anlatan konferanslarla doğum gününü kutladı.
Başbuğ Türkeş'e söz vererek Ülkücü yemini eden Türk İslam Ülkücüleri, son nefese kadar Türk İslam Sancaktarlığı davasının neferi olacaklarına bir kez daha yemin ettiler. Son Ülkücü son nesini verinceye kadar Başbuğ Türkeş'in hayatını adadığı davanın yaşatılacağına olan inanç bir kez daha görülmüştür.
ALPARSLAN TÜRKEŞ'İ TANIMLAYAN EN GÜZEL SIFAT: BAŞBUĞ
Rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş, tarihte örneklerine pek sık rastlamayan müstesna şahsiyetlerden biridir. Karizmatik lider bilge lider tarihi şahsiyet gibi sıfatlar Türkeş'i anlatmakta kullanılan başlıca sıfatlar olarak Türk milleti tarafından benimsenmiş ve kabul görmüştür. Tarihi geleneğimiz açısından O'nu en iyi anlatan, tanımlayan sıfat ise Başbuğ olmuştur.
Türkeş, Türk dünyasının Başbuğu unvanını, sahip olduğu meziyetler ve yerine getirdiği hizmetler açısından bakıldığında en çok hak eden tarihi bir şahsiyettir. Bu değerlendirmeyi er ya da geç dost düşman herkes yapmıştır. Başbuğumuzun bu sıfatları kazanışı ile Milliyetçi Hareketin tarihi paralel bir çizgiye sahiptir? Çünkü O'nun hayatı ile Türk milliyetçiliğinin yarını yüzyılı aşkın dönemi tamamen özdeşleşmiş iç içe geçmiştir.
BAŞBUĞ TÜRKEŞ'İN HAYATI
Milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ'un hayat hikayesinin başlangıcında da göç var.
YIL 1860 Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı ilçesi'nin Yukarı Köşkerli Köyünde meskun Avşar Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs'a sürgün edilir.
YIL 1917 ve Kasım'ın 25'i, öğle vakti.. yer, Lefkoşe. Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade sokağı 13 numaralı mütevazi evde, Kıbrıs'a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve esi Fatma Zehra Hanimin Ali Arslan adini verdikleri oğulları dünyaya gelir.
YIL 1921 ve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü ilkokul'una (Sıbyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı Uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir euzü besmeledir. Ey Rahman ve Rahim olan Allah'ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum dermişçesine bir besmeledir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen..
Birbirinin ardısıra gelen ilkokul ve Rüştiye yılları ve her biri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asim Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatın yanısıra Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i âli Osman bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adini adeta senin adin "Alparslan olsun" ve Sultan Alpaslan'a denk bir yiğit Türk ol, diyerek değiştirir.
Küçük Alparslan'ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Pasa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşilada'mızın tamamı İngiliz işgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.
YIL 1933 ve Alparslan'ın artik işgal altında, esaret altında yasamaya dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ve.. ver elini İstanbul...
Ailesi İstanbul'a yerleşince Alparslan'ın ilk isi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur. Artık O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul'da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O Yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan Atsız Hoca'nın can evinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur, Alparslan Türkeş.
YIL 1936 Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yılları baslar. 1938'de Harbiye'den mezun olur, artik O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir.
YIL 1940 Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler. Ayzit, Umay, Selcen, Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adli çocuklarla çiçeklenir bu evlilik ve bozkurtların Muzaffer Ana'sının 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Sevâl Hanım'la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adli iki evlât daha vererek sevindirecektir.
YIL 1944 3 Mayıs.. Ankara'da eski tabirle bir nümayiş yani gösteri veya yürüyüş vardır. Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem dosta hem düşmana... hem devlet hizmetindeki gafillere hem de yurda sızmaya çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını ezme azminde olduklarını gösterirler.
Şâirin öz yurdunda garipsin, öz yurdunda parya dediğince tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılık Davası baslar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu... Genç Üsteğmen Alparslan Türkeş'te bunlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan mesnetsiz Savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnat edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde her şeyden çok milletimi ve vatanimi severim." diye haykırır.
Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2. numaralı mahkemede beraat eder. Bu onun Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atilisidir ve son olmayacaktır. Ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale değil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş ve çile çekmeyi şeref bilmiştir.
YIL 1947 Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği'nin Komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "Moskofluğu" ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş Gelibolu ve Çankırı'daki görevlerinden sonra 1951 yılında Kurmaylık sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur.
YIL 1955 dış görev için açılan sınavı kazanarak A.B.D. Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada ... Üniversitesinde Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında Türkiye'ye döner.
1959 yılında Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilir ve bu okulu basarıyla bitirir. O artik bir Kurmay Albaydır.
YIL 1960, tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "ihtilâl'in kudretli Albayı"dır. Kurmay Albay Alparslan Türkeş ihtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet istatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar.
Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13Kasim 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevk edilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurtdışında görevlendirilmek suretiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasım'da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir.
1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş'in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez.
YIL 1963 tarih 23 Mart Alparslan Türkeş sürgünden yurda döner.
Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adli bir dernek kurar.
Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevinde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder.
Tarih 31 Mart 1965 saat 11.00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır.
Tarih 1 Ağustos 1965 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultay'ında Genel Başkanlığına seçilir. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili seçilir.
YIL 1969 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adi Milliyetçi Hareket Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili olarak seçilir.
İlki, 31 Mart 1975 -13 Haziran 1977 yılları arasında ve ikincisi de 1 Ağustos - 31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı yapar.
Ülkü Ocakları, Büyük Ülkü Derneği ve diğer mesleki örgütlenmeler başlar.
1968 Yılından itibaren Marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu haline getirerek "Komünist Devrim" için üs haline koyarlar. Üniversiteler işgal altındadır.
Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası" mı "kır gerillası" mi tartışmaları yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar. Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan Türkeş toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmaya ve alternatif olarak da Türk Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır. Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeye başlarlar. Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası başlamıştır. Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip etrafında toplanırlar.
Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama her yerde karşı çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında Ülkücüyü şehit ederler. Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçlerdi bir şeylerin yani ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını beklemektedirler.
Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları bir çoğunu bizzat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının Komünist çetelerce katledildiğini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmediği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu yıllardır.
12 Eylül 1980 sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan Türkeş ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekanlardır.
Başbuğ 12 Eylül'den üç gün sonra teslim olur. Cunta tarafından tutuklanan Başbuğ, önce 1 ay Uzunada'da daha sonrada Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi'nde 4,5 yıl hapis yatar. O ve 218 Ülkücünün idamı istenir, 9 Nisan 1985'de tahliye olur ve beraat eder.
Tarih 6 Eylül 1987.. Yapılan referandum neticesi diğer siyasilerle birlikte Başbuğ'a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar ve Başbuğ Milli Ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için yine meydanlardadır.
Tarih 4 Ekim 1987.. Milliyetçi Çalışma Partisi olağanüstü kongresinde Genel Başkanlığa seçilir.
Tarih 20 Ekim 1991.. Genel seçimlerde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Başbuğ, son kez T.B.M.M'dedir. Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi O gerçekleştirir.
Tarih 27 Aralık 1992.. On iki Eylül'ün kapattığı partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi toplanan MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler.
Tarih 24 Ocak 1992 MÇP'nin 4. Olağanüstü kurultayı toplanır ve partinin adini MHP amblemini Üç Hilal olarak değiştirir.
Yıl 1997... tarih 4 Nisan...
27 MAYIS İHTİLALİ VE SÜRGÜN
İhtilâli Hazırlayan Sebepler 1957 milletvekili seçimlerinden sonra gerek ortamın sosyo psikolojik durumu gerekse iktisadî sıkıntılar iktidar ve muhalefetin dengeli bir politika izleyememesi ihtilâli hazırlayan sebepleri ortaya çıkarmıştır. Bu sebepleri iktidarın tutumu, bunların altında tahkikat encümeni, aleyhte propaganda, ordunun durumu olarak incelemek mümkündür.
İKTİDARIN TAVRI
İktidar, 1957 seçimlerinden sonra muhalefete karşı daha sert bir tutum içerisine girmiştir.
Yeni dönemin başlangıcında TBMM iç tüzüğünde yapılan değişiklikler muhalefetin gelişmesine engel olmak niyetiyle yapılmış düzenlemelerdi.
Bu düzenlemeler, özetle milletvekillerinin denetim haklarının kısıtlanması, dokunulmazlıkların kaldırılmasının kolaylaştırılması ve verilebilecek cezaların artırılmasıdır. İktidarın adlî konuda yaptığı tasfiye kamuoyunda büyük tepkiye yol açmıştı. CHP, meclis tahkikatı istemiş ve Ankara barosu toplantı yapmıştır. Hâkimler çevresinde de DP iktidarına karşı güvensizlik yayılmıştı. Mevcut basın kanunu zaten antidemokratik hükümler taşıyordu. Basına özgürlük vaadleriyle gelen DP, bu hükümleri kaldırmak yerine yeni kısıtlamalar getirdi.
Bu durumu Celâl Bayar; "En iyi niyetlerle demokrasiyi tesis etmeye gelmiş bir parti, basından vatandaş haklarına kadar bütün anayasa alanlarında en geniş kapıları açmış fakat bu hürriyetlerin suiistimali karşısında tedbir ala ala, dar hürriyetli bir idare hâline gelmiştir" diyerek açıklamaktadır. Muhalefetin propaganda boyutlarını göz önüne alırsak, açıklamanın bir anlamda doğru olduğunu düşünülebiliriz. DP, basını sıkı bir şekilde kontrol altına aldı.
20 Nisan 1957'de işçi sendikaları konfederasyonu kapatıldı. Arkasından büyük şehirlerde 5 sendika birliği daha kapatıldı. Aynı zamanda muhalif partilere karşı sert tedbirler alındı.
DP iktidarı dış politikada bloklar arası soğuk savaşı körükleyerek Türkiye'ye yapılan dış yardımı artırmayı amaçlıyordu. Ancak bu durum 1958 Temmuz'unda Türkiye'yi sıcak savaşa sokma noktasına getirmişti.
İhtilâlin arifesinde Türkiye'nin gergin bir ortam içinde bulunduğu bir gerçekti. Partiler arası münasebetler tamamıyla bozulmuştu.
İktidar, gittikçe artan tansiyonu, uygun tedbirler almak suretiyle düşürmeyi başaramadı. DP'nin en önemli hatalarından birisi olarak kabul edilen bu tedbirsizlik, CHP'nin işine yaramış, silâhlı kuvvetleri, üniversiteyi ve basını iktidar aleyhine harekete geçirmeyi başarmıştır. Türkiye'de iktidar ve muhalefet çekişmesinin tırmandığı bu noktada gerginliği ortadan kaldırma görevi birinci derecede iktidarın vazifesi olmakla birlikte ikinci derecede sorumlu muhalefettir. CHP'nin de aynı yönde gayret sarf etmesi gerekirken bunu yapmamıştır. Dolayısıyla Avni Doğan'ın da belirttiği gibi; "27 Mayıs ihtilâlini CHP yapmamış ancak ihtilâli hazırlamıştır".
Muhalefetin Tavrı CHP tek parti dönemini ekonomik ve dış baskılar sonucu iktidarı bırakmak zorunda kalmasına rağmen hem demokratikleşmeyi hem de iktidarı elinde tutmaya devam edeceğini umuyordu.
Bu yüzden 1946 seçimlerinde kendi eliyle içinden bir parti kurmuş, ancak güçlendiğini görünce karalama politikasına geçmişti. Amacı demokratik görünüm altında iktidarını sürdürmekti dersek iddialı ama doğru bir tahmin olur.CHP'nin DP hükûmetine karşı ilk günden yönelttiği, on yıl boyunca giderek dozunu arttırarak devam ettirdiği propaganda İsmet İnönü'nün 1931 tarihli konuşmasında sözünü ettiği düzenli ve daimî bir propaganda idi. Ulu orta yapılan karalama ve kötüleme Türk demokrasisine pahalıya mal oldu ve rejimde yaralar açtı. Bu hâl askerî ayaklanma ile devrilmesinde birinci derecede rol oynadı.
Bu fiiller arasında, halkı kanunlara karşı gelmeye teşvik etmek, parti mensuplarını silâhlandırmak, orduyu siyasete karıştırmak, basınla iş birliği yaparak komünizm propagandası yapmak ve halkı hükûmetin meşruiyeti konusunda şüphe ve endişeye düşürmek yer almaktadır.
Bu komisyonun kuruluşu ve ortaya çıkışı yasal olmakla birlikte, faaliyetleri sırasında uyguladığı yöntemlerin aynı ölçüde yasal olduğu söylenemez. Komisyon gerektiğinde Meclis dışında faaliyette bulunmaya yetkili kılınmış ve görev süresinin üç ay sonunda bitirilmesine karar verilmiştir. Kanuna göre Tahkikat Encümenine cezaî yetkiler dahil bütün yetkiler tanınıyordu. Bir anlamda artık devlet demek, Tahkikat Encümeni demek olacaktı. Bu durum Türkiye'de demokratik rejimin ve anayasal müstakil düzenin tahrip edilmesi anlamına gelmekteydi.
Tahkikat Encümeni'nin kuruluşuyla Meclis İnönü'ye "Halkı isyana ve kanunlara karşı gelmeye teşvik eden sözler sarf ettiği ve Türk milletine, orduya ve TBMM'nin birliğine açıkça saldırdığı" için Meclis çalışmalarına 12 oturum katılmama cezasının verilmesi kararını aldı. CHP gençlik örgütleri Ankara ve İstanbul'da gösteriler düzenleyerek bu karara tepki gösterdiler.
Hükûmet bu iki ilde sıkıyönetim ilân etmek zorunda kaldı. Ayrıca gösterilerin yapıldığı illerde üniversiteler tatil edildi. Üniversitelerden gelen bu tepkiyi daha sonra ordudan gelen tepki takip edecektir.Silâhlı Kuvvetlerin Tavrı Çok partili hayata geçiş ile birlikte Silâhlı Kuvvetlerin pozisyonu Demokrat Partililer için daima önemli bir mesele olarak görülmüştür. Demokrat Partililer, İnönü'nün CHP lideri olarak kaldığı süre içinde ordunun CHP'ye sempati duyacağı ve hatta destekleyeceği yönündeki kanaatlerini iktidarları boyunca üzerlerinden atamadılar. DP ordudan bu denli uzak olmalarının getireceği muhtemel sıkıntıları aşmak amacıyla emekli Mareşal Fevzi Çakmak'ı kendi saflarına çekmeye çalıştılar.
CHP'nden gelen teklifleri reddeden F.Çakmak 1946 seçimleri öncesinde 14 generalle birlikte DP listelerinden seçime girdi. Çakmak'ı saflarına katan DP böylece İnönü'nün ordu üzerindeki tesirini Fevzi Çakmak ile dengelemeye çalıştı.1946 seçimlerinden sonra CHP yönetiminden memnun olmayan alt rütbeli subaylar DP saflarından siyasete girdiler. Savaş ekonomisinin etkilerini en fazla hisseden küçük memurlardan olan alt rütbeli subaylar büyük yoksulluk çektiler.
Bu yüzden CHP rejiminin yıkılmasını, DP yönetiminin daha iyi günler getireceğini umdular. Oysa daha sonra aynı konudaki şikayetlerini DP iktidarı hakkında dile getirmeye başlamışlardı.Hatta 1946 seçimlerinden sonra birkaç genç DP'li parti üyesi, kendi saflarından hareket etmeye istekli genç subaylarla ilişkiye girecek kadar ileri gittiler. Celâl Bayar'ın engel olmasıyla CHP'ye karşı muhtemel bir darbe önlenmiş oldu.
Türkeş, 27 Mayıs İhtilâli ile bozulan, zedelenen millî birlik ve beraberlik ruhunu yeniden ihya etme gayreti içinde olmuştur. İhtilâlin kin ve nefret tohumları ekmesine engel olmaya çalışmıştır. Bu düşüncelerini en iyi ifade eden de, şüphesiz ilk radyo konuşmasıdır. Türkeş kansız bir ihtilâl düşünmüştür.
Daha ilk günlerde Bayar ve Menderes ile konuşmuş DP yöneticilerinin yurt dışına gönderilmelerini arzu etmiştir. Fakat iktidar koltuğu için hırs ile yanıp tutuşan zihniyetin mukavemeti ile Türkeş ihtilâl bünyesinden koparılarak yurt dışına sürülmüştür. Türkeş oradan bile devlet ve hükûmet başkanına mektuplar göndererek idamlara engel olmaya çalışmıştır.
Sonuç olarak 27 Mayıs İhtilâli'ni en güzel Alparslan Türkeş'in değerlendirmesi ifade etmektedir; "Ben 27 Mayıs tecrübesini geçirdikten sonra, o kanaate vardım ki, ihtilâl yoluyla bir memlekete hizmet etmek mümkün değildir.Ne kadar eksik, ne kadar aksayan tarafları olursa olsun hukuk yoluyla bir memlekete bir millete hizmet en iyi yoldur...İhtilâl otoriteyi yıkar, anarşi başlar. Bu anarşiyi durdurmak,yeniden otoriteyi ve düzeni kurmak çok güç bir meseledir. Ve memleket bundan zarar görür. Bunun ben içinde bulundum, fiilen yaşadım, Memleketin aydınlarına, vatansever insanlarına tavsiyem şudur; "En kötü hukuk nizamı, en iyi ihtilâlden iyidir".
SÜRGÜNDEN DÖNÜŞ
27 Mayıs Harekâtı sonrasında oluşan MBK, olabildiğince çabuk, iktidarı sivillere devretmek isteyenlerle, partilerin politik faaliyetine izin verilmeden önce ülkenin siyasî yapısını değiştirecek reformları gerçekleştirmek isteyenler olarak ikiye bölünmüştü. İkinci grup olarak kabul edilen Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının oluşturduğu 14'ler grubunun plânı askerî yönetimin en azından dört yıl, gerekirse daha fazla sürmesi yönündeydi.
İki grubun tutumu siyasî olarak CHP ve İnönü üzerinde yoğunlaştı. Birinci gruptakiler, DP feshedildikten sonra en güçlü siyasî yapı olduğundan iktidarın CHP'ye devrini öneriyorlardı. Buna karşı 14'ler grubu, iktidarı çok kolay bir şekilde CHP'lilere teslim etmeye niyetli değildi. Temizlenmiş bir DP'nin yarışmada yer alabileceğini ummuşlardı. Fakat bunun artık imkânsız olduğu anlaşılınca, ülkede yeni bir siyasî ortak oluşturuluncaya kadar iktidarın orduda kalmasını tercih ettiler.
MBK'de pek çok üye iktidarın sivillere devredilmesi konusunda acele etmediği için, çoğunluk ikinci gruptan yana idi. Üst rütbeli subaylar başbakanlık, iç işleri bakanlığı, savunma bakanlığı ve ulaştırma bakanlığı aracılığıyla yönetimi ellerinde bulunduruyorlardı.
Diğer taraftan ikinci gruptakiler ordudaki kariyerlerinden vazgeçmişler ve kimileri de darbede görev alan ve fakat MBK'de bulunmayan Dündar Seyhan ve Talat Aydemir gibi aktif alt rütbeli subaylarla ilişkilerini sürdürmelerine rağmen, artık orduyla doğrudan ilişkileri kalmamıştı. Bu nedenle 14'ler grubu, generaller için bir tehdit oluşturuyordu. Alt rütbeliler, generaller olmadan hükûmeti devirmişlerdi. Aynı şeyi generallere karşı yapmamaları için hiçbir sebep yoktu. Dolayısıyla iki grup da birbirlerine karşı bir darbe korkusu içinde bulunuyorlardı .
21 Eylülde Gürsel grubundan üyeler 27 Mayıs Hareketini halka açıklamak için Anadolu'da bir propaganda turu başlattılar. Ertesi gün 14'ler grubunun lideri olan Türkeş, başbakanlıktaki görevinden istifa etti. Türkeş'in görevinden istifası haberi komitedeki hareketliliği daha da arttırdı.
Cemal Gürsel, MBK içindeki muhalefete rağmen Turhan Feyzioğlu'nu Kurucu Meclis için bir yasa taslağı hazırlamaya davet etti. 3 Kasım'deki bu görevlendirmeden sonra, MBK'de 14'lerin, Gürsel grubuna karşı darbe hazırladığına dair haberler yayılmaya başladı. Bu arada Orhan Erkanlı 11 Kasım'de istifa etti ve İstanbul'a gitti. Erkanlı'nın İstanbul'a gidişini darbenin başladığı şeklinde yorumlayan generaller, işleri tesadüflere bırakmamayı kararlaştırarak 14'lerin tasfiye edilmesi hareketini başlattılar. Nitekim MBK'nin 14 üyesi 12 Kasımı 13 Kasıma bağlayan gece Gürsel'in imzaladığı bir emirle tasfiye edilmişler, bir iki gün içinde de aileleriyle birlikte dış ülkelere elçilik müşaviri olarak gönderilmişlerdi.
SÜRGÜNDEKİ FAALİYETLERİ
13 Kasım günü evinde gözaltına alınan Alparslan Türkeş de Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'ye sürgüne gönderilmişti.
Alparslan Türkeş kısa zamanda Hindistan'a uyum sağladı. Türkiye Büyükelçiliğinde müşavir olarak göreve başladı. Yabancı diplomatlarla kısa zamanda kaynaştı. Ayrıca tasfiye hareketi ile dünyanın dört yanına dağılan arkadaşları ile temasa geçti. Sürgündeki 13 arkadaşı ile mektuplaşmaya başladı. Arkadaşlarıyla haberleşmesi kontrol altında tutulmasına rağmen yazdığı mektupları Beyrut'ta bulunan MİT görevlisi bir tanıdığı vasıtasıyla Türkiye'ye ulaştırabiliyordu.
Ayrıca Yunanistan, Kıbrıs, İtalya ve Almanya üzerinden Türkiye ile yazışma yapabiliyor ve bu sayede Türkiye'de olup bitenleri vakit kaybetmeden öğrenebiliyor ve ona göre tavır alabiliyordu. Sahip olduğu bu konumunu iyi değerlendiren Türkeş, bu sayede çok uzaklarda olmalarına rağmen 14'leri aynı hedeflere yönelterek uzun süre ayakta tutmaya çalışmıştır.
13 Kasım tasfiyesinde 14'ler grubunun ortadan kaldırılması dahi düşünülmüştü. Ancak grubun ordu içindeki kuvveti ve taraftar kitlesinin fazlalığı 13 Kasımcıları bu düşüncelerinden vazgeçirmişti. Sonuçta 14'lerin sürgüne gönderilmeleri en iyi çıkış yolu veya ceza olarak görülmüş ancak yurt dışında olmalarına rağmen Alparslan Türkeş ve arkadaşları daima potansiyel bir tehlike olarak kabul edilmiştir. Bu tehlikeyi bertaraf etmek ve grubun dağılmasını sağlamak amacıyla çeşitli entrikalara girişilmiş, 14'ler birbirleri aleyhine kışkırtılmaya çalışılmıştır.
Türkeş'in Hindistan'da bulunduğu süre içinde arkadaşları ile yaptığı mektuplaşmalar incelendiğinde; sürgünden hemen sonra çeşitli dedikodu ve yalanlarla zedelenmiş olan 14'ler grubunun ilişkilerini düzeltmeye çalıştığı görülmektedir. Alparslan Türkeş yeni yıl münasebetiyle 1962 yılında arkadaşlarına yazdığı mektupta 14'leri "Türklüğün ümit dünyasını aydınlatan me'şale" olarak değerlendirmesi bunun en önemli kanıtıdır.
Alparslan Türkeş, Türkiye'de yıllardan beri gayrimeşru servetler elde etmiş ve büyük bir imkân sağlamış ayrıca basın kudretini kontrolleri altına almış olan mütegallibelere karşı sadece 14'leri önemli bir güç olarak görüyordu. Bu yüzden Türkiye'nin menfaatleri açısından 14'lerin dağılmaması için azamî gayret sarf etmiştir. Bu sebeple de daha Hindistan'da iken Türkiye'ye dönüşü sonrasında nelerin yapılması gerektiğini düşünen ve bu hususta plânlar yapmış ve 27 Mayıs Hareketi ile gerçekleştiremediği "sosyal reform politikası"nı bu defa 14'ler vasıtasıyla tatbik etmeyi düşünmüştür.
Türkeş ve arkadaşları için Türkiye'deki en büyük engel daima CHP ve basın olmuştur.
Alparslan Türkeş sürgünde bulunduğu süre içinde değişik zamanlarda Avrupa'ya geçerek arkadaşları ile fikir alışverişinde bulunmuştur. Bu görüşmelerde genellikle 14'lerin Türkiye'ye dönüşü sonrasında nasıl bir politika takip edilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur.
SÜRGÜNDEN DÖNÜŞÜ
Alparslan Türkeş'in 815 günlük sürgün hayatı 22 Şubat 1963'de sona ermiştir. Hindistan'dan ailesi ile birlikte Lübnan'a gelen Türkeş burada eşi ve çocuklarını Beyrut'tan Ankara'ya gönderdi. Kendisi ise İsviçre'ye geçti. Burada Dündar Taşer ile görüştü. Daha sonra Bern, Brüksel ve Paris'e geçerek 14'ler grubunun diğer mensuplarıyla buluştu. Avrupa'da bulunduğu süre içinde arkadaşlarıyla yaptığı görüşmelerde daha çok Türkiye'de takip edecekleri siyasetin nasıl olması gerektiği üzerinde fikir yürüttüler.
Bu görüşmelerden sonra Muzaffer Özdağ ile Türkiye'ye doğru yola çıktılar. Yugoslavya'ya geldiklerinde Muzaffer Özdağ'ı Bulgaristan üzerinden Türkiye'ye gönderdi. Kendisi ise Üsküp, Makedonya üzerinden Selânik'e geçti. Burada Batı Trakya Türkleri ile çeşitli görüşmeler yaptı. Nihayet 22 Şubat 1963 günü Kapıkule'den giriş yaparak Edirne'ye geldi. Edirne'de Muzaffer Kaplan ve kalabalık bir vatandaş topluluğu tarafından karşılandı. Kafile hâlinde İstanbul'a geldi. İstanbul'da basın toplantısı yaparak daha önce hazırlamış olduğu "Millete Beyanat" adlı metni Türk milletine sundu. 24 Şubat'ta ise Ankara'ya geldi.
Alparslan Türkeş Hindistan sürgününden sonra Ankara'ya yerleşti.
SİYASETE GİRİŞİ
Türkeş'in Ankara'ya döndüğü sıralarda siyasî iktidarda II. İnönü Koalisyon hükümeti bulunuyordu. Kurulan bu koalisyon hükûmeti çok çabuk yıpranmıştı. İnönü dahi partisi içinden eleştirilmeye başlanmıştı. Hükûmet iktidarda olduğu süre içinde ciddî sayılabilecek hiçbir faaliyette bulunmadı.
Sürgünden dönüşü ile birlikte ilgi odağı hâline gelen Türkeş, AP ileri gelenlerinden Saadettin Bilgiç ile görüşüyordu. Türkeş bu sıralarda AP mensupları tarafından partiye davet edilmişti. AP'lilerin yanı sıra CKMP'liler de kendisini partilerine davet etmişlerdi.
Alparslan Türkeş daha sonraki günlerde arkadaşlarıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği"ni kurarak partileşme çalışmalarını buradan yürütmeye başladı.
VEFATI VE CENAZE MERASİMİ
Türk siyasî hayatında "Başbuğ" olarak bilinen, Milliyetçi Hareket Partisi'nin efsanevî lideri Başbuğ Alparslan Türkeş, 4 Nisan 1997 tarihinde geçirdiği bir kalp spazmı sonucu vefat etti. Başbuğ Türkeş'in ölüm haberi, Türkiye ve Türk dünyasında büyük tesirler meydana getirmiş ve özellikle ülkemizi yasa boğmuştur.
Alparslan Türkeş, 4 Nisan tarihinde Ankara Hilton Oteli'nde katıldığı bir nişan merasimi dönüşü özel aracında saat 22.30 sıralarında fenalaştı. Araba ile hastahaneye götürülürken yanında bulunanlara "Arabanın camını açın, daraldım" diyen Türkeş'in bu sıralarda yüzü sarardı ve nefesi sıkıştı. Bunun üzerine evine en yakın yerde bulunan Fatih Üniversitesi Çankaya Tıp Merkezi'ne götürülen Türkeş'e burada kalbi güçlendirici iğneler yapıldı. Alparslan Türkeş'e burada ilk müdahaleyi yapan Dr. Hüseyin Aka olayı şöyle anlatmıştır:
"Sayın Türkeş'in rahatsızlanarak hastanemize getirildiği söylenince apar topar geldim. Saat 22.45 civarındaydı. Bize gelir gelmez baktım durumu iyi değil. Hemen müdahaleye aldık. Müdahale 10 dakika kadar sürdü. Bu arada Bayındır Tıp Merkezi'ni arayarak hazırlık yapmalarını haber verdik. Prof. Dr. Arif Özdemir'le birlikte 5 dakika içinde Bayındır Tıp Merkezi'ne götürdük. Bu arada ambulans içinde sun'i teneffüse devam ettik. Gayet güzel müdahaleler yapıldı. Ama bize geldiğinde de kalbi çalışmıyordu ."
Çankaya Tıp Merkezi'nde yapılan bu müdahaleler sonuç vermeyince, Alparslan Türkeş korumaları tarafından acil olarak Bayındır Tıp Merkezi'ne saat 23.15 sıralarında getirildi. Nöbetçi Doktor Sertaç Yıldırım'ın yaptığı açıklamaya göre Alparslan Türkeş'in hastaneye getirildiğinde kalbi tamamen durmuştu. Kendisine masaj ve şok tedavisi uygulandı. Yoğun bakımı sırasında bir ara kalbi yeniden çalışır gibi olduysa da alınan bütün tıbbî tedbirlere rağmen Başbuğ Türkeş'in vefatına engel olunamadı.
Başbuğ Türkeş'in vefat haberi uzun süre doğrulanamadı. Haberin çeşitli televizyon kanallarında duyurulmaya başlamasından itibaren ülkücüler hastane önünde toplanmaya başladı. "Türkeş öldü" haberini kabullenmek istemeyen ülkücüler, hastane önünde dua edip ağladı ve tekbir getirdi. Nihayet Bayındır Tıp Merkezi'nin yetkilileri Alparslan Türkeş ile ilgili acı haberi saat 03.15 civarında resmen açıkladı.
...Ve son Başbuğ artık yoktu. Seksen yıllık ömrü sona ermiş, ardında gözü yaşlı milyonlar bırakarak göçüp gitmişti.
O gece ülkücüler uyumadı. Başbuğlarının ölüm haberini duyan talebeleri ve dava arkadaşları sabaha kadar gözlerini kırpmadan beklediler.
CENAZE MERASİMİ
MHP Genel Merkezi'nce yapılan açıklamada cenaze merasiminin 8 Nisan 1997 tarihinde yapılacağı duyurmuş ve törenle ilgili programı şu şekilde tespit edilmiştir;
"Alparslan Türkeş'in cenazesi bugün (8.4.1997) saat 8.30 'da Bayındır Tıp Merkezi'nden alınarak Eskişehir Yolu üzerinden TBMM'ye getirilecek. TBMM'de düzenlenecek törenden sonra Türkeş'in cenazesi MHP Genel Merkezi'nin bulunduğu Karanfil Sokağına götürülecek. Kocatepe Camii'nde kılınacak cenaze namazından sonra Türkeş'in naaşı Meşrutiyet Caddesi, Kızılay, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Tandoğan ve Beşevler üzerinden toprağa verileceği yer olan Atatürk Orman Çiftliğindeki Anıt Mezar alanına götürülecek"
SON YOLCULUK
Alparslan Türkeş için 8 Nisan 1997 Salı günü düzenlenen cenaze törenine on binlerce kişi katıldı. Onu son yolculuğunda yalnız bırakmak istemeyen MHP'liler, gerek yurt içinden gerekse yurt dışından Ankara'ya akın ettiler. Ankara, Alparslan Türkeş'e son görevini yapmak ve ebedî yolculuğuna uğurlamak üzere, o tarihî gün için hazırlık yaptı.
Türkeş'in cenazesine katılmak için gelenlerin çokluğu ve nisan ayı olmasına rağmen, anî olarak bastıran kar yağışı nedeniyle 8 Nisan günü sabaha karşı Eskişehir, Samsun, Konya ve İstanbul yolları tıkandı. Tören için başkente yaklaşık 4 bin civarında araç geldi.
Türkeş için üç ayrı cenaze töreni düzenlendi. Cenaze töreni için ilk toplanma Türkeş'in naaşının bulunduğu Bayındır Tıp Merkezi önünde oldu. MHP yetkilileri, binlerce partili, Türkeş'in naaşını almak için bildirilen saatten çok önce Bayındır Tıp Merkezi'nde toplanmaya başladı.
Ankara dışından gelen araçlar, 8 Nisan sabahı saat 03.00'ten itibaren Bayındır Tıp Merkezi önünde ve çevresinde toplandılar. Bayındır Tıp Merkezi'nin Eskişehir yolu üzerinde bulunmasından dolayı, kente bu istikametten gelen yollar saat 05.15'te tamamen trafiğe kapandı.
Türkeş'in Türk bayrağına sarılı naaşı, saat 8.30'da Bayındır Tıp Merkezi morgundan alındı. Kırmızı-beyaz karanfillerle Türk bayrağı motifi şeklinde süslenmiş bir cenaze arabasına kondu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde düzenlenecek törene götürülmek üzere yola çıkarıldı
Saat 08.45'te yola çıkan Türkeş'in cenaze arabası, yoğun izdiham nedeniyle, 100 metre ilerideki Eskişehir yoluna ancak 25 dakika sonra saat 09.10'da çıkabildi. Cenaze kortejinin önünde bir partili tarafından taşınan "Türkeş''in posteri yer almaktaydı.
Yoğun izdiham nedeniyle doğabilecek sağlık sorunlarının giderilebilmesi amacıyla cenaze kortejinin önünde Sağlık Bakanlığı ve Kızılay'a ait 3 ambülans hazır bulundu. Ülkü Ocaklarına ait bir araç da kortejin en önünde polis araçlarıyla birlikte yürüyüş yolunun önünün açılmasına çalıştı.
Cenaze korteji İnönü Bulvarı boyunca yolun her iki tarafındaki Ülkü Ocaklı gençlerin oluşturduğu güvenlik çemberi arasında ilerlerken, Bursa İl Başkanlığı'na ait bir araçtan da sürekli olarak, "Provakasyonlara karşı dikkatli olunması" yönünde uyarı anonsları yapıldı.
Tekbir sesleri ve gözyaşları arasında ilerleyen cenaze korteji, Bayındır Tıp Merkezi ile Meclis arasındaki yaklaşık 4 kilometre mesafeyi, 20 dakikalık gecikmeyle 2 saatte alabildi
Alparslan Türkeş için ilk tören Türkiye Büyük Millet Meclisinde düzenlendi. Buradaki törene, Türkeş'in eşi Seval Türkeş, büyük oğlu Tuğrul Türkeş ile diğer çocukları katıldı.
Meclisteki törene dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, DSP Lideri Bülent Ecevit ve diğer partilerin üst düzey yetkilileri de katıldı. Törende Türkeş'in öz geçmişi okunduktan sonra bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.
Türkeş'in cenazesini taşıyan araç, Meclisteki tören sonrasında saat 11.15'te Çankaya kapısından çıkış yaparak, kortejin önüne alındı ve MHP Genel Merkezi'ne yöneldi. Meclisten parti merkezine doğru yürüyüş sırasında kortejdekiler tarafından tekbir getirildi, "Başbuğ ölmedi, kalbimizde yaşıyor" sloganları atıldı.
Cenazenin MHP Genel Merkezi'ne getirilmesinden önce görevliler tarafından vatandaşlara, Türkeş kokartları ve üzerinde "Başbuğ Ölmez" yazılı Türkeş posterleri dağıtıldı .
Kortej saat 11.45 sıralarında MHP Genel Merkezi'nin önüne ulaştı. Cenaze burada yolun her iki tarafında toplanan partililerce tekbir sesleriyle karşılandı.
Binanın pencerelerinden ve yolda bekleyenler tarafından cenazenin üzerine karanfiller atıldı.
Cenazenin gelişi sırasında "Başbuğ ölmedi, kalbimizde yaşıyor" sloganları atılarak, tekbir ve salâvat getirildi. Parti genel merkezi pencerelerinden de cenazeyi taşıyan araç üzerine kırmızı karanfiller atıldı, spreylerle gül suları sıkıldı.
Cenaze töreni sırasında kalabalıkta ve parti genel merkezinde çok sayıda kişinin gözyaşlarını tutamayarak ağladıkları görüldü. Alparslan Türkeş'in ruhu için Kur'anıkerim okunarak dua edildi. Türkeş'in cenazesi, saat 12.00'de Kocatepe Camii'ne götürülmek üzere Genel Merkez önünden hareket etti
Cenaze namazının kılınacağı Kocatepe Camii, saat 11.00'den itibaren törene katılmak için gelenlerle dolmaya başladı. Cami avlusunda bekleyenler, Türk ve MHP bayrağı taşıdılar. Camide sürekli olarak Kur'an okundu ve dışarıya da hoparlörle yayın yapıldı.
Cenaze töreni dolayısıyla cami çevresinde yoğun güvenlik önlemleri alındı. Tören için camiye gelenler, üstleri aranarak içeri alındı ve ambülanslar hazır bekletildi.
Cami avlusunda birikenlerin musalla taşı çevresine yaklaşmasına izin verilmedi. Önlem alan polis, protokol için katafalk çevresinde boş bir alan kalmasını sağladı. Partili görevliler de polisin bu yöndeki çabalarına destek verdiler .
MHP Genel Merkezi'ndeki törenin ardından saat 12.00'de Kocatepe Camii'ne yönelen kortej, yaklaşık 10 dakikalık yürüyüşün ardından camiye ulaştı. Cenaze burada yaşanan izdiham nedeniyle bir süre protokol kapısı önünde bekletildi. Daha sonra cenaze arabasından alınan Türkeş'in naaşı, eller üzerinde Kocatepe Camii'ne taşındı ve musalla taşına konuldu.
Caminin ana kapısı protokol girişleri için saat 11.30'dan itibaren kapatıldı. Dinî tören için çok sayıda bakan, milletvekili, bürokrat ve vatandaşın camiye geldiği görüldü. Cami avlusuna sığmayan vatandaşlar, çevre alan ve sokakları da doldurdular.
MHP Genel Başkanı Türkeş'in cenaze namazını Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz kıldırdı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan ve diğer devlet ricalinin camiye gelişleri sırasında çevredeki kalabalık nedeniyle sıkışıklıklar yaşandı.
Cumhurbaşkanı, başbakan ve diğer protokol mensupları ana kapıdan itibaren oluşturulan polis kordonu arasında tören alanına alındılar. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, saat 12.55'te Başbakan Necmettin Erbakan saat 12.50'de, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller saat 12.58 'de Kocatepe Camii'ne geldiler.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türkeş'in eşi Seval Türkeş, oğlu Tuğrul Türkeş ve diğer çocuklarına baş sağlığı diledi. Başbakan Necmettin Erbakan da Tuğrul Türkeş'e taziyelerini ilettikten sonra camiye girerek, öğle namazını kıldı. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ise, camiye geldikten sonra doğruca Türkeş ailesinin bulunduğu yere gitti. Çiller, Seval Türkeş'e taziyelerini bildirdi.
Alparslan Türkeş'in naaşının öğle namazından sonra yoğun kar yağışı nedeniyle bir süre için konulduğu katafalktan alınarak, musalla taşına yerleştirilmesi sırasında çok büyük bir izdiham yaşandı.
Cenaze namazını kıldıracak olan Mehmet Nuri Yılmaz, beraberindeki Fethullah Gülen ile musalla taşının yer aldığı bölüme geçebilmek için büyük çaba sarf etti. Diyanet İşleri Başkanı'nın ardından Cumhurbaşkanı Demirel ile diğer protokol da büyük güçlükle musalla taşının bulunduğu bölgeye ulaşabildiler.
İzdiham nedeniyle cenaze namazı için güçlükle saf tutulabildi. Cenaze namazı, düzenin sağlanmasının ardından, musalla taşının önünde yüksekçe bir yere çıkan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz tarafından kıldırıldı.
Tuğrul Türkeş, cenaze namazından sonra babasının naaşı önünde yaptığı konuşmada, Alparslan Türkeş'in Türk neslinin yetiştirdiği büyük devlet adamlarından, bilge liderlerden biri olduğunu ifade etti.
Türkeş'in cenazesi daha sonra polisler tarafından eller üzerinde taşınarak, tekbir sesleri arasında saat 14.00'te cenaze arabasına konuldu. Cenaze, karanfil yağmuru arasında toprağa verilmek üzere, Atatürk Orman Çiftliği- Emek kavşağına doğru yola çıkarıldı. Cenaze namazı sırasında avluya giremeyen kalabalık bir grubun anıt mezara doğru yürüyüşe geçtiği görüldü .
EBEDÎ İSTİRAHATGÂHA DOĞRU
Türkeş'in naaşı polis kordonu eşliğinde Meşrutiyet Caddesi-Atatürk Bulvarı-Kızılay-Gazi Mustafa Kemal Bulvarı güzergâhını takip ederek, Atatürk Orman Çiftliği -Emek kavşağındaki mezar yerine getirildi.
Yoğun kar yağışı altında yürüyen kortejdekiler, yaklaşık 7 kilometrelik mesafe boyunca tekbir getirerek,"Başbuğ Türkeş" şeklinde slogan attılar. Bu sırada bir araçtan sürekli olarak Kur'anıkerim okundu.
Bulvar boyunca bazı binalara Türk bayrağının asıldığı görüldü. Bulvar üzerinde bulunan MHP Çankaya İlçe Başkanlığı binasından Türkeş'in cenazesini taşıyan aracın üzerine karanfiller atıldı. Kortejin yürüyüşü devam ederken, anıt mezar yerinde de son hazırlıklar yapılmaktaydı.
Kortejin arkasından tören boyunca hiç ayrılmayan Devlet Bahçeli ve ülkücüler, kortej ile birlikte saat 15.45'te anıt mezar alanına geldi.
Aynı zamanda Başbakan Yardımcısı Çiller, İçişleri Bakanı Meral Akşener, eski politikacılardan, Osman Bölükbaşı da Türkeş'in kabrine geldiler.
Cenaze bulunduğu araçtan partililerce alınarak, mezar yerine taşındı. Cenazenin anıt mezar alanının girişinden kabre getirilmesi 20 dakika sürdü.
Türkeş'in naaşını defin için tabuttan küçük oğlu ve damadı çıkardılar. Tuğrul Türkeş, naaş mezara indirilirken kabre girerek, babasının cenazesini kendisi yerleştirdi. Türkeş'in eşi ve diğer çocukları da defin sırasında mezarın başında bulundular.
Türkeş'in naaşı saat 16.03'te defnedildi. Granit mermerden hazırlanan mezar taşında Türkeş'in doğum tarihi 1917 olarak yazılırken, ölüm tarihi boş bırakıldı. Türkiye'nin tüm illerinden, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden, Kırım'dan ve Türkistan'daki Hoca Ahmet Yesevi'nin türbesinden getirilen topraklar Türkeş'in mezarına konuldu.