Türk milleti olarak ilk defa cumhurbaşkanını doğrudan kendi oylarımızla seçtik.
Yapılış şekli, zamanı ve sonuçları itibarıyla bu seçim çeşitli açılardan değerlendirilmelidir. Herkesin kendine göre bazı sonuçlar çıkarması gereken bir seçim bu seçim aynı zamanda.
Vatandaşlarımız önlerine gelen üç adaydan birisine oy vererek doğrudan seçme hakkını kullandı. Ancak, diğer şartları taşıyan bir kişinin aday olabilmesi için en az 20 milletvekilinin TBMM Başkanlığına teklif etmesi şartı halkın seçimine gölge düşürmüştür. Elbette bir cumhurbaşkanı adayı siyasal partilerin desteğini almalıdır. Fakat bu seçimde olduğu gibi aday sayısı en fazla TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin sayısı kadar olacaktır. Parti gruplarının aldıkları karar gereğince milletvekilleri isteseler dahi kendileri bile aday olamıyor. Eşitlik ilkesine aykırı ve antidemokratik olan bu uygulamanın düzeltilmesi gerekir.
Keza yurt dışında bulunan vatandaşlarımız da ilk defa bulundukları ülkelerde oy kullandılar. 3 milyona yakın seçmenin yüzde 19’u oy kullandı, bu da oldukça düşük bir oran. Görüştüğümüz vatandaşlarımız randevu sisteminden dolayı oy kullanmada güçlük çektiklerini ifade ettiler. Yurt dışındaki seçmenlerimizin oy kullanmalarını kolaylaştırmak suretiyle seçimlere yüksek oranda katılmaları sağlanmalıdır.
Cumhurbaşkanlığına aday olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan adaylığı sebebiyle başbakanlıktan istifa etmedi, istifade etmek suretiyle kamu gücünü arkasına alarak diğer adaylara karşı önemli ölçüde maddi-manevi üstünlük sağladı. Bu durum da yine eşitlik ve adalet ilkelerine uymadığı gibi vicdanlarda da yara açmıştır. İlk defa yaşanan ve iktidar partisi yetkililerince gayet doğal ve bir hak gibi karşılanan bu durum ilgili kanunlarda “… bulunduğu makamın dışında bir makam için aday olan siyasetçiler mevcut görevlerinden istifa ederler.” şeklinde bir düzenleme ile çözüme kavuşturulabilinir.
Başbakan, cumhurbaşkanı adaylığı süresince istifa etmediği gibi seçildikten sonra da istifa etmemiş, göz göre göre Anayasayı çiğneyerek cumhurbaşkanlığı görevine başlayana kadar AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevini yürütmeye devam etmektedir.
Seçimin Ağustos ayının ortalarında yapılmış olmasıyla katılım oranı son 40 yılın en düşük seviyesinde gerçekleşmiştir. Türkiye’deki mevsim şartları göz önüne alındığında yazın haziran, temmuz, ağustos ve eylül aylarında, kışın da aralık, ocak, şubat ve mart aylarında seçim yapılmasının, propaganda dönemi de dikkate alındığında, pek de uygun olmadığı değerlendirilmektedir. Ülkemizdeki bütün seçimlerin nisan-mayıs ve ekim-kasım aylarında, en fazla bu ayların 15 gün öncesinde veya sonrasında yapılmasının uygun olacağı kanaatindeyim.
Sonuçlarına gelince…
En önemli sonuç Recep Tayyip Erdoğan’ın birinci turda seçilmiş olmasıdır. Seçim ikinci tura kalmış olsaydı; birinci turdaki tehdit, şantaj ve el altından yapılan pazarlıklar su yüzüne çıkacaktı.
Anket şirketleri başta olmak üzere besleme basının ve koro halinde tüm yandaşların katılımıyla düzenlenen algı yönetimi başarıya ulaşmış, önceki seçimlerin oranlarına göre en az 5-6 milyon seçmenin sandığa gitmemesi sağlanmıştır. Diğer şartlar aynı kalmak üzere bu seçmen kitlesi sandığa gitmiş olsaydı Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu, ya yüzde 50 artı 1 oy alarak cumhurbaşkanı seçilecekti ya da ilk turu birinci bitirerek ikinci tur için psikolojik üstünlük sağlayacaktı.
Merhum Celal Bayar ve Turgut Özal ile Sayın Süleyman Demirel’den sonra doğrudan siyasetin içinden gelen birisi cumhurbaşkanı seçildi. Demokrat Parti malum, Özal ve Demirel Köşke çıktıktan bir süre sonra partileri siyaset sahnesinden silindi. AKP için de bu durum kaçınılmaz sonuç gibi görünüyor.
Yine ilk defa hakkında birçok iddia ve TBMM’de çeşitli suçlardan fezlekesi bulunan birisi cumhurbaşkanı seçildi.
12 yıldır iktidarda bulunan AKP ve Başbakan Erdoğan, tüm iyi icraatları kendilerinden; işsizlik, hayat pahalılığı, yoksulluk, yolsuzluk, iktidarsızlık gibi olumsuzluk ve başarısızlıkların tamamını başkalarından kaynaklandığını ifade etmişler ve maalesef seçmenin önemli bir kısmını da buna inandırmışlardır. Bu olumsuzluklar bazen bütün dünyada böyle demek suretiyle üzeri örtülmüş, bazen de çeşitli kişi ve kurumları suçlayarak; dış güçler ve vesayetçiler’in, bazen muhalefet partileri’nin, 17-25 Aralık’tan sonra paralelciler’in yaptığı işler kendilerini sütten çıkmış AK kaşık olarak göstermişlerdir.
28 Ağustos sonrasında ülkemiz yıllardır çığ gibi büyüyen ama çeşitli illüzyon gösterileriyle vatandaşlarımızın gözünde kaçırılan önemli sorunlar su yüzüne çıkacaktır. Bunların başında açılım politikalarının sonucu bölücülerin özerklik ve bağımsızlığa giden yolda başarılı sona ulaşmaları… Son günlerde su yüzüne çıkan terör olayları bunun en açık göstergesi. İkincisi ekonomik olarak örtbas edilen, baskı altında tutulan krizin ortaya çıkması… Üçüncüsü Suriyeli mülteci ve kaçakların yol açacağı asayiş olayları.
Yeni hükûmet cumhurbaşkanına rağmen çözüm üretebilecek mi? Bekleyip göreceğiz…
Ali TÜRKMEN
www.aliturkmen.com