Habur’da yaşanan çadır tiyatrosunun ikinci bölümünün Sultan Alparslan’dan beri bin yıldır Türk’ün yurdu olan Diyarbakır’da sergilendiğini ifade eden Kılavuz’un açıklamaları şu şekildedir:
Hükümetin “açılım” adını verdiği ihanetler zincirine her geçen gün bir yeni halka daha eklenmektedir. Habur’da başlayan rezil tiyatro, bazen dekor bazen de oyuncu değiştirilerek sergilenmeye devam ediyor. Bunun son örneği geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da yaşanan Barzani-Erdoğan buluşması olmuştur. Sultan Alparslan’dan beri bin yıldır Türk’ün yurdu olan Diyarbakır, bizzat başbakan tarafından sözde Kürdistan’ın bir parçası gibi takdim edilmiştir.
Babası gibi kendisi de tescilli bir Türk düşmanı olan Barzani, “Kürtlerin hamisi” sıfatıyla Diyarbakır’da bir devlet başkanı gibi ağırlanmıştır. Her fırsatta Türkiye’ye hakaret eden, Türk düşmanlıklarıyla ün yapan Ahmet Kaya, Şivan Perver gibi isimlerden özür dilenmiş, sözde itibarları iade edilmiştir. Erdoğan; Arınç, Baydemir, Barzani, Perver ve Tatlıses’in sahne aldığı bölücülük korosu hep bir ağızdan sözde barış ve kardeşlik havaları seslendirmiştir.
Başbakan Erdoğan hangi devletin başbakanı olduğunu unutmuş görünmektedir. Burası bir kabile yahut çadır devleti değildir. Binlerce yıllık devlet geleneğimizde Türk’e sırt çeviren devlet yöneticilerinin düştüğü hazin durumu kendisine hatırlatmak isteriz. Türkiye’yi yönetip, Türk düşmanlarıyla kucaklaşmanın ne anlama geldiğini umut ediyoruz ki yüce milletimiz kendisine en yakın seçimde gösterecektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 90 yıllık tarihinde ihanet hiç bu kadar açığa çıkmamış; ülkemizin üniter yapısı bu denli sarsılmamış; milletimiz böylesi bir ayrışmaya uğramamıştı. Şehitlerimizin ve gazilerimizin mübarek hatıraları bu boyutta incitilmemiş, ailelerinin acıları bu kadar katmerlenmemişti. AKP Hükümetinin; bölücüleri ve bölücülüğü meşrulaştıran, teröristleri muhatap kabul eden ve hatta genel af çıkarmayı düşünen gayrı milli zihniyeti, her cephesiyle açığa çıkmıştır. Artık bu gerçeği görmemek için kör, duymamak için sağır olmak bile geçerli bir neden değildir. Her vatandaşımızın yaşanan bu manzarayı iyi okuması ve doğru tahlillerde bulunması gerekmektedir.
Bugün devletimizin hâkimiyeti, milletimizin birliği, ülkemizin geleceği tehdit altındadır. Türklük hedef tahtasına koyulmakta, binlerce yıllık değerlerimiz hiçe sayılmaktadır. Demokratikleşme adı altında her türlü ihanete kılıf bulunmaktadır. Bölücülerin yaptığı eylemlere müdahale edilmemekte, üniversitelerde ve sokaklarda hâkimiyet kurmalarına adeta zemin hazırlanmaktadır. Binlerce insanımızın kanını döken katillerle müzakereler yapılmakta, kapalı kapılar ardında hesaplar kurulmaktadır. Teröristler adeta “masum” bir “hak arayıcısı” gibi gösterilirken, milliyetçilik ayaklar altına alınmakta, Türk bayrağı açmak “provokatörlük” olarak nitelenmektedir. Kamu kurumlarından T.C ibaresi kaldırılmakta; “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözü silinmekte, öğrencilerimizin and içmesi yasaklanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü yıpratmak için her türlü kara propagandaya başvurulmaktadır.
İhanetin aktörleri şunu hiçbir zaman unutmamalıdır: Ülkücüler bu ülkenin varlık sigortasıdır. Kimseye verecek bir karış toprağımız yoktur. Kimsenin keyfi için egemenlik hakkımızdan vazgeçecek de değiliz. Bu toprakların kıyamete dek Türk’ün bayrağı altında varlığını sürdürmesi için kanlarımızı sebil etmeye de hazırız. Ancak temennimiz iş o raddeye gelmeden, aziz milletimizin bu oyunu bozması doğrultusundadır. Ülkücü hareket tüm bu yaşanan ihaneti not etmektedir. Allah’ın izni, milletimizin teveccühüyle bu hesabı soracağımız gün yakındır.
Kaynak: http://www.ulkuocaklari.org.tr