Dünyadaki savaşın ilk önce kavramlar yaratılıp ve bunlar üzerinden yürütüldüğü hepimiz tarafından bilinen bir gerçek.
Küresel güçlerin teorisyenlerinin bir uzmanlık alanı da bu…
Ortaya bir kavram koyup sonra buna insanları inandırmak… Boş lafların ciddi olaylara sebep olması böyle bir şey!
Demokrasi, insan hakları, özgürlük, barış, istikrar, yeşiller, çevreciler, soğuk savaş vs. gibi aklınıza gelen her şeyi buna katabilirsiniz. Son örneği de “Gezi Ruhu” gibi…
Sizin hakkınızda bir şeymi yapmaya karar veriyorlar; hemen kılıfını hazırlıyorlar, konuşturuyorlar ve büyük nispette yapmayı başarıyorlar.
Bizi “Soğuk Savaş” diyerek NATO’nun kucağına oturttular, Kore’de kanımıza girdiler, milli sanayimizin içine ettiler, tarım ve hayvancılığımızı öldürdüler, Amerikasız olmayacağına inandırarak askerlere darbeler yaptırdılar. İsterseniz eksik kalanları da siz tamamlayın.
Şimdi üzerimizde ve bölgemizde yürütülen en büyük projelerden biri de bölücülük meselesidir. Bunun için kendini “kürt” olarak adlandıran kardeşlerimiz kullanılmaktadır.
Halbuki tarihte hiç bir zaman kürt milleti ve böyle bir milletin kurduğu kürt devleti olmamıştır. Yamalı bohça gibi; Zazalardan, Kırmançilerden, bölgenin değişik aşiretlerinden, Ermeni dönmelerinden, Süryanilerden ve Barzan Yahudilerinden bir “kürt milleti”, Arapça, Ermenice, Süryanice, Farsça, Türkçe ve daha bir çok dilden aktarımlarla “kürtçe” oluşturularak, tarih, dil, din, örf ve adet birliği içinde bulunan Türk Milletinden yeni bir millet ve dil zuhur ettirmeye çalışıyorlar. Hem de iç unsurlarımızı kullanmak suretiyle… Ve Can Paker’in tabiri ile “savaş” ile! Soruyorum size: savaş devletler arasında olur. Biz kime karşı savaştık? Savaşmadık ama “savaş” kavramını kullanıp bizi savaştığımıza inandırmaya çalışarak, savaş sonrası bir barış masasına oturtmaya hazırlanıyorlar. Planla, kurgula, yap ve sonuçlandır. İnandırırsan, oh ne ala!
Terör meselesini yıllardır “Kürt Meselesi” kavramı altında ortaya koyuyorlar. Kimse bunlara demiyor ki, kürt dediğiniz grup birbirini anlamayan dört ayrı ağız konuşuyor diye. Bunu diyenlerin dikkat çektiği tehlikeyi, ete kemiğe büründürmek ve ortak bir dil yaratmak için “TRTŞEŞ”i kurarak cevap veriyorlar. Benim bildiğim “şeş” bile farsça bir kelimedir.
Bunu yapanların hedefi, kendi amaçlarını tahakkuk ettirmekten başka bir şey değildir. Onun için, bize dayatılan kavramlar konusunda hassas olmalıyız.
Bu oyunlardan biride İstanbul’un en büyük kürt kenti olduğu yalanıdır. Bu kavram dayatması, bize bu hayali durumu kabul ettirmeyi zorlamaktan başka bir şey değildir. Nasıl ki; Türkiye nüfusunun Türklerden ibaret olmadığı ve Türk Milletinin 36 etnik parçadan müteşekkil olduğu yalanı gibi…
Kavramlar aldatmacasına karşı, her zaman, Türkiye’de en doğru ve yerinde uyarıları yapan MHP lideri Devlet Bahçeli olmaktadır. Son MYK toplantısından sonra yaptığı basın açıklamasında; “İstanbul’un En Büyük Türk Kenti” olduğuna vurgu yapması, dosta ve düşmana karşı uyanık olduğumuzun bir hatırlatmasıdır.
Hepinizi Bahçeli’nin konuşmalarını dikkatle dinlemeye ve açıklamalarının içindeki anlamı özümsemeye davet ediyorum. Zira Devlet Bahçeli, Türk Milleti’nin geleceğini ilgilendiren çok önemli şeyleri dillendirmektedir.
Evet, en büyük Türk kenti İstanbul’dur. Sizlere tavsiyem, uzman diye sunulan ünlendirilmiş kişiler tarafından dillendirilen kavramlara karşı uyanık olmanızdır. Size dayattıkları bu kavramları kullanmayınız. Eğer bu tuzağa düşerseniz, bir süre sonra kendi ayağınıza kurşun sıkmaya başlarsınız. Kavramlar; sanatçı, akil adam, sporcu, uzman denilen kişiler ve siyasetçiler tarafından önünüze getirilir. Bu sebeple popülizmden uzak durarak geleceğimiz için gereken bir ciddiyete bürünelim. İstanbul’un en büyük Türk kenti olduğunu bize bir kez daha hatırlattığı için Devlet Bahçeli’ye teşekkür ediyorum.