Türk toprakları üzerinde yüzlerce yıldır savaş gibi bir hâkimiyet mücadelesi sürüyor. Bu mücadelenin değişik enstrümanları var. Bunlardan en önemlisi de istihbarat...
Her zaman ifade ediyorum; Türk milletini bu topraklardan def edebilirlerse, boşalttıkları toprakları nasıl idare edecekleri meçhul olduğundan ve bunun yanında Türklere ait derin çekirdeğin inanılmaz direnişinden dolayı; Türklerin karşısında mücadele edenlerin hali hazırda elde ettiği net bir başarı yok.
Bahsettiğim tarafların çarpışmasının, en şiddetlisini 1912-1922 yılları arasında gördük. O tarihten sonra, her iki tarafta mücadeleyi zamana yayarak günümüze kadar sabırlı bir politika izlediler.
Her iki tarafında, kazanımları olduğu kadar kaybettikleri de vardır. Şimdi bu mücadele, taraflarca Türkiye’nin istihbarat örgütleri üzerinden de sürdürülmeye çalışılıyor.
Nasıl bir mücadele sürdürüldüğünü anlamak için, mümkün olduğunca istihbarat örgütlerimizi tanımak, yöntemlerini ve çalışanlarının profilini bilmek gerekir diye düşünüyorum.
Son günlerde, MİT yasasında bir takım değişiklikler yapılmaya çalışılıyor. İddialar MİT’in, iktidarın kontrolü altına gireceği yönünde. Eğer iktidar ve MİT “milli” ise MİT’in iktidarın kontrolüne girmesinde veya çalışanlarının yasal bir koruma zırhına büründürülmesinde bence hiç bir sakınca yoktur. Ancak şimdi iş gelip bu “milli”lik unsuruna dayanmaktadır.
Türk milletine karşı mücadele eden güçlerin doğal olarak Türk İstihbarat Örgütlerine de tarih boyunca sızma çabası vardır. Örneğin İngiliz İstihbaratı’nın, Kurtuluş Savaşı sırasında kurulan “Karakol Örgütü”ne sızmış olması MİM ve Askeri Polis Teşkilatlarının kurulmasına neden olmuştur. Keza 1956 yılında dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in talimatı üzerine yapılan soruşturmada; Türkiye’ye dinleme istasyonu kuran Amerikalıların, dinleme servisinde görev alan memurları özellikle de telefon dinlemesi görevlilerini maaşa bağladıkları, Menderes’in telefonlarının dinlenmesi olayının arka planında da ABD ajanlarının bulunduğu tespit edilmişti...
Bunların hepsini doğal karşılıyorum. Dediğim gibi Türk topraklarına hâkim olma mücadelesi var.
Buradan dönüp baktığımızda, kendimizi; 2007 yılının Ocak ayı başında dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner’in teşkilatın kuruluşunun 80. yılı nedeni ile yaptığı açıklamalarda yer alan “Başroldekiler ve figüranlar değişiyor. Bazı ulus devletler tarih maratonunu kaybedecekler ve ulusal egemenliklerini yitirecekler” şeklindeki sözlerinin, bugün her geçen günden daha fazla isimlendirilmesine ve açıklanmasına ihtiyaç vardır demek zorunda hissediyoruz. Acaba Emre Taner’in kast ettiği devletlerin arasında Türkiye Cumhuriyeti devleti de yer almakta mıdır?
Emre Taner’in açıklamalarından bu yana Türkiye’de tarihi nitelikte birçok olay meydana gelmiştir. Gelinen nokta; Türkiye Cumhuriyeti devletinin suskunluğu nedeni ile BDP-PKK ortaklığının 30 Mart’tan sonra özerklik ilan edeceklerini duyurmuş olmaları ve iktidarın “Türk” sözcüğünü rafa kaldırmış olması ile Türk milletini 36 etnik parçaya bölme çabasının en üst düzeyde sürmesidir. Bu sebeple düştüğümüz durum itibarı ile ister istemez, istihbaratın Türk milleti için olup olmadığını sorgulamaktayız. Çünkü günümüzde devlet kurumları da çatır çatır çatırdamaktadır. İstihbaratın Türk milleti adına karar verme yetkisi var mıdır? sorusunun cevabı da net bir şekilde verilmelidir.
Yine medyada yer alan ünlü ve eski MİT’çi Mahir Kaynak’ın “... dünya üzerinde küresel sermaye ile ABD, Rusya ve Türkiye gibi ulus devletler arasında adı konulmamış bir savaş yaşandığını” ve R.T. Erdoğan’ın tasfiye edilmek istendiğini söylemesi; yukarıda bahsettiğimiz Emre Taner’in açıklamaları ile o günden bu yana yaşananlar, ülkenin ve Türk milletinin iktidar tarafından dağıtılma aşamasına getirilmesi büyük ölçüde çelişmektedir.
Türkiye, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Turgut Özal ve devamı politikaları izleyenler tarafından küresel sermayenin işgaline hazır hale getirilmiş ve AKP iktidarı tarafından bu küresel işgal neredeyse tamamlanmıştır. Küresel sermaye, ufak tefek anlaşmazlıkları olsa da Hristiyan haçlı birliğinin içinden zuhur ettiği için başta İngiltere, ABD, Rusya, Almanya gibi ulus devletlerle işbirliğine gitmesi çok kolaydır. Ancak iş Türkiye’ye gelince değişmektedir. Türkiye’de küresel işgal tamamlanmış olsa bile, Türk varlığının bu küresel güçler için büyük tehlike arz ettiğini gelişmelerden anlıyoruz. Öyleyse bu Türk varlığının kaldırılması gereklidir düşüncesi, Türk karşısındaki güçlerde hâkim olan düşüncedir diye kabul etmeliyiz.
Bütün bunları bilen, direnen ve benden çok daha milli olan istihbaratçılarımız mutlaka vardır. Onlara hiç bir lafım yok. Bu insanlara, her türlü yetki ve yasal olarak koruma zırhı anlamına gelecek düzenlemeler yapılabilir. Ama ya bu yetkiyi kötüye kullanacak olanlarda varsa? İstihbaratın yönetimi onların elindeyse veya onların eline geçerse ne olacaktır? Söylemiyor mu Atatürk; memleketi teslim edeceğin adamın asli cevherine bak diye. Bunu da doğru düzgün başaramadığımız ortada! Son günlerde MİT üzerinde yürütülen tartışmalar hepimizin geleceğini ilgilendirir. Bahsettiğimiz sebeplerle bu konu, bizleri, teferruatlı düşünmeye ve araştırmaya itmelidir.