Kamu-Sen: Memurlar Tasfiye Edilmek İsteniyor

  Türkiye Kamu-Sen Yüksek İstişare Toplantısı, il temsilcilerinin ve genel merkez yönetim kurulu üyelerinin katılımıyla Ankara’da yapıldı.   YİK toplantısı Ulu önder Atatürk başta olmak üzere şehitlerimiz için saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı.   Toplantı, Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci’nin giriş konuşmasıyla devam etti. Kahveci konuşmasında ülkede bir dönüşüm ve yeniden yapılanma sürecinin yaşandığını hatırlatarak, kurumların teşkilat yapısında gerçekleştirilen değişiklikler, sosyal güvenlik kanunu ile getirilen yeni hükümlerle kamu çalışanlarının haklarının geriletildiğini belirtti. Yaşanan süreçte devletin memuru kavramının hükumet memuru kavramına dönüştüğüne dikkat çeken Kahveci, bu yapılanların yetersiz göründüğünü ve memurun iş güvencesinin kaldırılmak istendiğini söyleyerek memurları tehlikeye karşı uyardı.   YİK Toplantısı’nın açılış konuşmasını yapan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk da gündemdeki önemli konulara değindi.   Konuşmasının başında teşkilata yönelik açıklamalarda bulunan Koncuk, önümüzdeki dönemde yetkili konfederasyon olmak için yoğun bir çalışma programı içerisinde olacaklarını açıkladı.   İsrail’in Filistin’e yönelik saldırısını kınayarak konuşmasına devam eden Genel Başkan BOP Projesini değerlendirerek iktidarın dış politikada acziyet içerisinde olduğunu belirtti ve şunları söyledi: “Çevremizde gelişen olaylara bakıldığında BOP planının işletildiğini ve Türkiye’nin de bu planın taşeronu olduğunu görüyoruz.Suriye’de yaşananlar bizleri son derece üzmektedir. Ortadoğu’ya demokrasi götürmek adına bizleri komşularımızla savaş noktasına getiren iktidar, Filistin’deki katliama “one minute” demekten, başka bir şey yapamamıştır. Bilinmelidir ki, bizim için Filistin davası, insanlık tarihi boyunca süregelmiş bir mücadeleyi ifade eder. Filistin, bize “Kanla alınan bu topraklar parayla satılamaz” diyen Abdülhamit Han’ın hatırası, Kabe’den önceki Kıblegâhımız olması dolayısı ile de mukaddes emanetimizdir. Bu nedenle hain saldırılarda hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralı Müslüman kardeşlerimize acil şifalar diliyoruz. Doğu Türkistan, Arakan, Musul, Kerkük, Kırım, Hocalı, Kafkaslar, Bosna unutulmamalıdır. Siyasi iktidar, dış politikada acziyet içerisindedir.”   Türkiye gündeminden hiç düşmeyen terör olayları hakkında da açıklamalarda bulunan Koncuk, siyasi iktidarın teröristlere verdiği tavizlerin ülkeyi bu duruma soktuğunu söyledi.   Kamu Personel Reformu adı altında kamu çalışanlarına dayatılan değişikliğin kabul edilebilir olmadığını vurgulayan Koncuk şunları söyledi: “Sözlük anlamıyla devlet; “ülke adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde, bir siyasi iktidar örgütlenmesidir. Yani devletin kurucu unsuru, egemenliktir. Egemenlik, ülke içinde tek meşru güç kaynağı olmayı ifade ederken, ülke dışında da “bağımsız” olma anlamına gelmektedir.Devletin olmazsa olmazı, kurucu unsuru olan egemenlik ve bağımsızlık unsurunun; yani devlet otoritesinin ülke içinde ve dışında vücut bulmuş hali ise memurdur. Dolayısı ile bizler açısından memur; salt bir mesleki tanım olmaktan öteye, taşıdığı anlam itibarı ile devletin varlığının, egemenliğinin ve bağımsızlığının ifadesidir. Kısaca kurum ve kurallar bütünü olarak tanımlanan devleti somutlaştıran tek unsur devlet memurudur.Bu nedenle devlet sistemi üzerinde yapılacak her türlü değişiklik ve dönüşüm de öncelikli olarak “memur” kavramı üzerinde yapılan değişikliklerde kendisini göstermektedir. Siyasi iradelerin kamu yönetimi ve kamu personel rejimi konularındaki yaklaşımı, esas itibarı ile iktidarın “devlet” kurumuna bakışını da ortaya koymaktadır. Bu nedenle tüm devletler, kamu görevlilerini diğer çalışanlardan ayrı tutarlar. İşe alınışları, iş güvenceleri, terfileri, sosyal güvenlik hakları, işten ayrılmaları ve ücretleri, diğer çalışanlardan farklıdır.   Memurluk güvencesi yok ediliyor; memurlar tasfiye edilmek isteniyor. Koncuk, son dönemde ülkemizde yaşanan memurluk kavramı tartışmalarına da değindi; “Devlete ve otoriteye karşı ideoloji besleyen güçler, devlete yapacakları saldırıları, memurlar üzerinden yapmaya başlamıştır. Devleti yıpratma emellerine, memuru yıpratarak ulaşmak istemektedirler.Bu nedenle içinde bulunduğumuz yüzyıl, sendikacılık kavramının ve anlamının değiştiği, sendikal mücadele alanının genişlediği bir süreci de beraberinde getirmiştir. Kamu personel rejiminin günün şartlarına uygun olmadığı açıktır.Ancak kamu personel sisteminde reform adı altında kamu görevlilerine dayatılan memurluk güvencesinden yoksun, sözleşmeli statüde çalışma yapısı da kamu hizmetlerinin gerçekleri ile uyuşmamaktadır. Küreselleşme rüzgârıyla birlikte Türk devleti üzerinde yaratılmaya çalışılan tahribat ve değişimden bu noktada en fazla nasibini alan kesim de Türk memuru olmuştur. Son yıllarda, memurların iş güvencesinin ortadan kaldırılarak idari sözleşmeli statüye geçirildiği, sendikal ve demokratik haklarının verilmediği, işçilerin de çağrı usulüne göre, esnek, kısmi zamanlı çalışma şartlarına göre istihdam edildiği bir yapı oluşturma isteği ağırlık kazanmaya başlamıştır.Kamu hizmetlerine kar-zarar, müşteri-satıcı gibi sermaye piyasası kavramları yerleştirilmeye çalışılmaktadır.Özellikle son 10 yılda kamuda istisnai olarak çalıştırılması planlanan sözleşmeli kamu çalışanlarının sayısının sürekli artması, memurluk güvencesinin zayıflatılarak, devlet memuru kavramından, hükümet memuru kavramına geçişin ayak izlerini taşımaktadır. Son yıllarda gündeme gelen değişim talepleri, kamu çalışanlarının istihdamında belirleyici unsur olan, “ülkenin ve halkın ihtiyaçları” ilkesi yerine, “özelleştirme ve kamu hizmetlerini ticarileştirme” politikasına yönelik uygulamalar içermektedir.   Özellikle iş güvencesinden yoksun 4-B ve insan haklarına aykırı bir biçimde hastalık, doğum, evlenme, ölüm gibi izinlerin, tayin, terfi gibi hakların kısıtlandığı, 4-C statüsünde istihdamın kamuda yaygın haline dönüşmesi son derece dikkat çekicidir. Kaldı ki, devletin asli ve sürekli görevleri arasında yer alan ve Anayasamızda da ifadesini bulan eğitim ve sağlık gibi sektörlerde güvencesiz ve geçici işçi çalıştırılması, devletin dönüştürülmesi projesi içinde önemli bir rol oynamaktadır.”   Taşeronlaşma adı altında yapılan uygulamaların, amacından sapmış, kamuda talanın ve yandaşlara kaynak aktarmanın yeni bir yolu olarak uygulanmaya başlandığını belirten Genel Başkan 10 yılda taşeronlaşma oranında yaşanan artışa dikkat çekti: “Taşeronlaşmanın; çalışanlar açısından, sosyal güvencenin olmadığı, yarınının ne olacağı belli olamayan, hatta ücretini bile doğru düzgün alamayan bir emek sömürüsü olduğunu defalarca dile getirmiş olmamıza rağmen, hiçbir tedbir almayan hükümet yüzünden devlet; iş sağlığı ve güvenliği esaslarına uyulmayan, sendikalaşmanın olmadığı, esnek çalışan, düşük ücretli çalışanların hâkim olduğu bir sisteme doğru götürülmektedir.   Süreçle ilgili olarak yaptığımız araştırmalara göre 2001 ile 2012 yılları arasında; Kamuda sözleşmeli çalışanların sayısı %1438 oranında artmış ve 14 binden 214 bine yükselmiştir. Taşeron işçilerinin sayısı %2831 oranında artarak 17 binden 498 bine ulaşmıştır. Buna karşılık yine aynı dönemde güvenceli istihdam azalmış; KİT’lerde iş güvencesi ile çalışan personel sayısı 136 binden 64 bine gerilemiştir. KİT’lerde çalışan personel sayısındaki azalma %53’ler seviyesindedir. Yine güvenceli istihdam sayılabilecek kamu işçilerinin sayısı ise 2001 yılında 276 bin iken, bugün 156 bin dolayındadır. Kamuda çalışan işçi sayısındaki azalma %43’ü bulmuştur. Memur sayısı ise 2001 ile 2012 yılları arasında 1 milyon 642 binden 1 milyon 824 bine yükselmiştir. Ancak nüfustaki artış ve hizmet çeşitliliğinin artması hesaba katıldığında memurların sayıca artmış gibi görünmesine rağmen hizmet verdiği vatandaş sayısının aynı kaldığı, dolayısıyla artış yaşanmadığı görülecektir.”   Büyükşehir Belediyeleri Kanunu yasalaştı; şimdi sırada anayasa değişikliği vardır. Büyükşehir Belediye Kanunu hakkında da konuşan Koncuk yasanın ülkemizi federalizme götürmek isteyenlerin ilk somut adımı olduğunu vurguladı: “İleri demokrasiyi hayata geçireceklerini iddia edenler, il özel idarelerini, belde belediyelerini kapatarak, köyleri mahalleye çevirerek, binlerce çalışana zulmetti. Rant alanlarını genişletti. Belediyelerin sokakları otopark alanı olarak pazarlamasını, yol, su, elektrik hizmetlerinin sağlanmasında belediyelerin vatandaştan katkı payı almasını, kısacası haracı yasal hale getirdi. Bizler vergileri evimize iş yerimize yol, su, elektrik hizmeti gelecek diye ödüyorduk. Şimdi hem vergi ödeyeceğiz hem de bu hizmetler için katkı payı adı altında haraç ödeyeceğiz.   Köylerin Büyükşehirlere dahil edilmesi, yeni Büyükşehirler kurulması orada yaşayan vatandaşlarımızı fazla sevindirmesin çünkü Büyükşehir alanına dahil olan bölgelerde yaşayan vatandaşlarımız, emlak vergisini, taşıt vergisini, taşıt sigorta bedelini, elektrik ve su faturasını daha yüksek oranlarda ödüyor. Bundan sonra Başkanlık Sistemi ve Anayasanın ilk 3 maddesi, 66. maddesindeki Türklük tanımı ve 128. maddesindeki memur tanımının değiştirilmesi gelecektir.Anayasa değişikliği ve Başkanlık sistemi tartışmaları yakın gelecekte Türkiye’nin en temel tartışma konusu olacaktır. Bu tartışmaların altında yatan ise Federalizm arzusudur.”   İsmail Koncuk bütçe rakamları ile ilgili çarpıcı tespitlerde de bulundu: “Memurlar, dar ve sabit gelirliler adına oldukça zor geçen bir yılı geride bırakmak üzereyiz. Tek taraflı olarak alınan ekonomik kararlar, hayatı vatandaşlarımız için bir kabusa çevirmiş, ekonomik yaşam üzerinde, izleri uzun yıllar silinemeyecek yaralar açmıştır. Avrupa’da topyekün büyük bir ekonomik kriz yaşanıyor. Türkiye’de ise mutlu azınlık krizden zarar görmesin diye memurlarımız, emeklilerimiz, işçilerimiz, çiftçilerimiz, dul ve yetimlerimiz inim inim inletiliyor. Avrupa’da herkes ekonomik krizi hissediyor; Türkiye’de dar ve sabit gelirliler krizin yükünü sırtlanıyorlar.   2013 yılına ilişkin Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı, TBMM gündeminde görüşülüyor.   Tasarıda 2012 yılında artan bütçe açığının ve tehlike sinyalleri veren cari açığın, yatırımların kısılması ve vergilerin artırılması yoluyla kapatılmaya çalışılacağı görülüyor. Öyle ki; 2013 yılı için enflasyon hedefinin %5,3 ve büyüme hedefinin %4 olarak belirlenmesine rağmen toplam vergi gelirlerinin 279 milyar liradan 318 milyar liraya çıkması öngörülüyor.   2013 yılında vergi gelirlerine eklenmesi düşünülen 39 milyar TL, ortalama %14’lük bir vergi artışı anlamına geliyor.   Bütçe tasarısının dikkat çeken bir başka yönü ise 2013 yılındaki %4 büyüme ve %5,3’lük enflasyon hedefine rağmen 2012 yılında 29 milyar TL olması beklenen kurumlar vergisinde önümüzdeki yıl için hiç artış öngörülmemiş olması. Tasarıya göre önümüzdeki yıl Türkiye’de %4’lük bir büyüme; tüm mal ve hizmet fiyatlarında %5,3 ve toplanacak tüm vergilerde %14’lük bir artış olacak ama büyük şirketlerin ödediği vergiler hiç artmayacak. Bu ekonomik beklentiler ışığında 2013 yılında büyük şirketlerden yeni vergi alınmayacağı ortaya çıkıyor. Buna göre mutlu azınlık, vergi artışlarından etkilenmeyecek.   Zaten Tasarıda dolaylı vergi olarak adlandırılan Özel Tüketim Vergisi tahsilâtının %16,9’luk bir artışla 71 milyar liradan 83 milyar liraya; KDV tahsilâtının da %18,3’lük bir artışla 82 milyar liradan 97 milyar liraya çıkacağının hesaplanması, 2013 bütçesinin gelir kalemlerinin yeni dolaylı vergiler yoluyla dar ve sabit gelirlilerden karşılanacağını gözler önüne seriyor.   2013 yılında yatırım harcamalarının ise 34 milyar TL’den 33 milyar TL’ye düşecek olması ise, önümüzdeki yılın işsizlerimize yeni umutlar ve iş kapıları açmayacağının bir işareti olarak karşımızda duruyor. Yani külfeti vatandaşa yükleyenler, nimeti mutlu azınlığa servis etmeye devam ediyorlar. Herkesten kazancı oranında vergi toplayarak, adil bir gelir dağılımı sağlamakla yükümlü olan iktidar, çok kazanandan hiç vergi almayarak yeni bir adaletsizliğe imza atmaktadır.   2013 yılında Türkiye’nin %4 büyüyeceği düşünülüyorsa, büyük şirketlerden alınacak Kurumlar Vergisi tahsilâtı neden aynı kalacaktır? Yetkililer bu mantıksızlığı izah etmek durumundadır. 2013 yılı bütçesinde memur, işçi, emekli, dul, yetim, gazi, şehit yakını gibi dar ve sabit gelirli vatandaşlara ayrılan ödenek, toplam milli gelirin yalnızca %7,1’idir.   Milli Gelirin %92,9’unu mutlu azınlığa peşkeş çekmek, hangi adaletle bağdaşmaktadır?   ÖTV ve KDV’ye %18 artış öngörüp, yatırımları azaltmak, sürekli garip gurebadan bahsedenlere hiç yakışmamaktadır. Görülüyor ki; bugüne kadar ekonomik büyümeden dar ve sabit gelirlilere pay vermeyen AKP iktidarı, 2013 yılında da mutlu azınlık için çalışacak, halkın sırtına binmeye devam edecektir.   Memurlarımızın maaşı her geçen gün enflasyon karşısında erimektedir. Ülkemizde ekonomi alanında alınan tedbirlerin tamamı, iş adamlarını ekonomik krizlere karşı güçlendirmeye yöneliktir. Yetkililer, iş adamlarının ekonomik krizlerden zarar görmesini önlemek için işten çıkarmayı kolaylaştıracak, kıdem tazminatlarını kaldıracak, iş güvencesini yok edecek, sosyal güvenlik haklarını zayıflatacak, işverenlerden alınan vergileri azaltacak tedbirleri içeren kanunlar hazırlamışlardır.   Bu arada dar ve sabit gelirli vatandaşlarımız için hiçbir tedbir alınmamıştır. Özelleştirmeler bütün hızıyla devam etmekte, sıcak paraya ve borçlanmaya dayalı ekonomik uygulamalar sürdürülmektedir. Çalışanlara gerçek anlamda zam yapılmamakta, vatandaşlarımızın alım gücü günden güne düşürülmektedir.   2002-2012 yılları arasında, zorunlu harcama kalemleri ile memur maaşları kıyaslandığında, memur maaşlarının 10 yıl içinde reel olarak yüzde 40 eridiği görülmektedir.   Öyle ki; Ekim ayları itibarı ile son bir yıl içinde tavuk eti %17, kuru fasulye %19, barbunya %20, nohut %15, mandalina %16, limon %47, kavun %31, ekmek %14, elektrik %21, doğalgaz %28, kömür %18, odun %22, benzin %12, mazot %14 zamlanmıştır.   Ama bir yıllık enflasyonun %7,8 olduğu iddia edilmektedir.Enflasyon ne kadar düşerse düşsün görülmektedir ki, halkımızın alım gücü günden güne azalmaktadır. Buna bağlı olarak, tüketicinin piyasalara olan güveni sarsılmakta, satışlar azalmakta, kapasite kullanım oranları düşmektedir.Bu duruma karşı bir türlü alınmak istenmeyen tedbirler sonucunda iç piyasalar daralmış, esnaf kolay kredi, vergi affı, prim teşviki gibi uygulamalara rağmen bir bir kepenk kapatmıştır.   Çalışanların milli gelirden aldıkları pay, son 10 yılda %6,6’dan %5,7’ye gerilemiştir. Bu da her yıl çalışanların hakkı olan yaklaşık 7,5 milyar dolarlık kaynağın mutlu azınlığa aktarılması anlamına gelmektedir. Dünyada ekonomik büyüklük olarak 17. sırada olan Türkiye, OECD içinde gelir dağılımı en bozuk ikinci ülke konumundadır.   Yani zenginlik paylaşılmadığı zaman hiç bir anlam ifade etmiyor, bir tarafta lüks içinde yaşayanlar varken diğer tarafta fakirlik içinde kıvranan millet inim inim inliyor. Memur maaşlarına %4+4 zam yaparken elleri titreyenlerin, bu gerçekler karşısında vicdanları rahat mıdır? İşte Türkiye Kamu-Sen’in yıllardır anlatmaya çalıştığı ve yetkilileri uyardığı acı gerçek budur.   Ülkemizde ekonomik durumun hala iyi olduğunu iddia eden varsa duruma bir de resmi olarak 2,5 milyona dayanmış işsizlerimiz, hayat pahalılığı karşısında ezilen işçilerimiz, hakkını ararken biber gazına maruz bırakılan özelleştirme mağdurları, açlıkla pençeleşen emekli, dul, yetim; soruşturmaya tabi tutulan, sürülen, hakarete uğrayan memurlarımızla, bunların ailelerinin gözünden bakmalarını tavsiye ediyoruz.   Bakanların memurlarla ilgili açıklamaları AKP’nin bazı bakanları da memurlara saldırma modasına uymuştur. Önce Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bütçedeki açığın sorumlusu olarak memur maaşına yapılan zamları ve yeni öğretmen atamalarını göstermiş ardından da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, bütçenin üçte ikisinin memurlara ve emeklilere gittiğini söylemiştir.   Bu açıklamalar insafsızcadır ve gerçeği yansıtmamaktadır.   Ekonomide yapılan yanlış hesaplar, dış politikadaki zafiyetlerin dış ticarete yansıması, komşu ülkelerle ticaretin kesilmesi, iç piyasalardaki durgunluk ülkeyi yönetemeyenlerin beceriksizliğinden kaynaklanmıştır.   Bütçedeki giderleri hesaplarken memurlara ödenen maaşları yük olarak gören anlayış, bütçedeki vergi gelirlerinin yarısından fazlasının ücretlilerden, dolayısıyla kamu çalışanlarından alındığını neden görmezden gelmektedir.   Öyle ki; 2012 yılında toplanacak 57 milyar TL dolayındaki gelir vergisinin yüzde 55’ini çalışanlar ödeyecektir. Kasım ayı itibarı ile kamu çalışanlarının tamamı bir üst vergi dilimine yükseldiği için ödediği vergi miktarı, aldığı maaş zammını geçecek, maaşları düşecektir.   Ücretli çalışanların ödediği vergi; sanayicinin, tüccarın, bakkalın, marketin, manavın, berberin, diğer esnafın, çiftçinin, balıkçının, avukatın, doktorun, diş hekiminin, mali müşavirin, mühendisin, mimarın, konutundan ya da işyerinden kira geliri elde edenlerin, mevduat faizi, repo faizi ya da hazine bonosu faizi elde eden rantiyecilerin, şirketlere ortaklığı nedeniyle kâr payı alan, hisse senedi alım satım kazancı elde edenlerin tamamının ödediği verginin toplamından kat kat fazladır.   Otomobili olan şirket sahibi, mutlu azınlık mensubu, otomobilin tüm giderlerini masraf yazıp, vergiden düşebiliyor. Otomobili olan memur, giderlerinin tamamını cebinden karşılıyor. Mutlu azınlık, lokantada yemek yiyor ve iş yemeği diyerek, masraf yazabiliyor. Uçağa, otobüse, trene biniyor, otelde yatıyor, bunları da masraf yazıp, vergiden düşebiliyor. Memur, vergi ödüyor. Bazılarının eş ve çocuklarına aldığı otomobiller dahi şirkete kaydediliyor. Tüm giderleri, vergiden düşülüyor. Memur, vergi ödüyor. Kıyafetler, hediyelik eşyalar, eşantiyon gösterilip vergiden düşülüyor. Bilgisayar, kırtasiye vergiden düşülüyor. Memur vergi ödüyor.   Memurlara %4+4 zammı bütün sorunların kaynağı olarak gören yetkililer, bir kalemde vergileri %11,7 artırarak, verdikleri zammı fazlasıyla geri almıştır. Herkesten geliri oranında vergi toplamak zorunda olanlar; dar gelirlilerin kredi kartına borçlanarak yaptığı zorunlu alışverişten yani olmayan paradan vergi alıyor. Bütçenin bütün yükünü memurlar ve dar ve sabit gelirliler çekerken, yaşanan başarısızlığın nedeni olarak bu kesimi göstermek, en hafif tabiriyle insafsızlıktır.   Milyonlarca gencimiz, çocuğumuz öğretmen yetersizliği yüzünden yetersiz eğitim görmekteyken, bütçe açıklarını öğretmen atamalarına ve memur maaş zamlarına bağlayan anlayışı kınıyoruz. Bu ülke memura reva görülen %4+4’lük zamla mı batacak? Bütçe dengesi 30 bin öğretmen atamasıyla mı şaşacak?   “Devletin malı deniz” anlayışıyla, milyonlarca lira bedel ödeyip kendi rahatları için lojman binaları satın alan, kamunun kaynaklarını kendileri adına kullanırken son derece bonkör davrananlar, 33 milyar TL’yi bulan bütçe açığının nedenini, vermeden geri aldıkları %4+4’lük zamda arayacaklarına, 60 milyar dolarlık cari açığın nasıl oluştuğunu sorgulamak zorundadır.   Bu yıl toplanması planlanan 280 milyar TL’lik verginin en az 60 milyar TL’si memurların cebinden çıkacak, memurlara verilen paranın yüzde 70’i çeşitli yollarla yeniden bütçeye dönecektir.   Bütün gerçekler ortada dururken memur maaşlarına yapılan artışın bütçeye getirdiği yük, yıllık 6-7 milyar TL’yi bile bulmazken, 33 milyar TL’lik bütçe açığının, 60 milyar dolarlık cari açığın sebebinin öğretmen atamaları ve memurlar olduğunu söylemek hesap bilmezlikten başka bir şey değildir. Bu anlayışın geçmişte, “Öğrenciler olmasaydı Milli Eğitim Bakanlığını ne güzel yönetirdim.” diyen anlayıştan bir farkı var mıdır? Ne yazık ki; bugün de “Öğretmenler ve memurlar olmasaydı bütçeyi ne güzel yönetirdim.” diyen bir anlayışla karşı karşıyayız.   Genel Başkan konuşmasında konfederasyon olarak memurların haklarını korumak için her türlü meşru eylemi yapmaya hazır olduklarını bir kez daha hatırlatarak, 2012 yılında Türkiye Kamu-Sen’in üye sayısının 394 binden 420 binlere ulaştığını belirtti. “Her şeye rağmen yolumuza büyüyerek devam ediyoruz” diyen Koncuk, sözlerini şöyle tamamladı: “Milleti yücelten, o milletin kurduğu erdemli devlettir. Devlet hizmetini milletine sunan tek unsur ise memurdur. Görülüyor ki; ülkemizde yaşanmakta olan gelişmeler ne yazık ki; bilinen memur statüsünü yıpratmaya yöneliktir. Devletinin, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünden asla taviz vermeyen Türkiye Kamu-Sen’in, böyle bir gelişmeyi onaylaması mümkün değildir.Bizler, yüzlerce yıldır, batı emperyalizminin doğunun zenginliklerini ele geçirmek için yaptığı saldırılara göğüs germiş, kahraman bir milletin evlatlarıyız. Bugün de bu güçler ekonomik, sosyal, siyasal, askeri ve teknolojik bütün silahları ile içimizdeki ve dışımızdaki işbirlikçileri ile devletimize ve milletimize karşı bir saldırı içindedir. Zor bir dönemden geçmekteyiz ama asla ümitsiz değiliz. Birlik, beraberlik ve kardeşlik içinde bugünlerden, mutlu, müreffeh yarınlara çıkacağımızdan kimsenin şüphesi olmamalıdır. Türkiye Kamu-Sen olarak son derece önemli görevlerimiz var. Bu görevlerin başında, devletimizin bölünmez bütünlüğünün bozulmasına yönelik yapılacak her türlü müdahaleye karşı koymak gelmektedir.İşte bizim yürüttüğümüz mücadele, Türk milletinin ve Türk devletinin varlık mücadelesidir.Tekrar ilan etmek istiyoruz ki; “önce ülkem ve milletim” diyen herkes Türkiye Kamu-Sen’in can yoldaşıdır. Bizi sorumlu hareket etmeye sevk eden de; üzerimizde oynanan oyunlar da bu sevgiler yumağının büyüklüğündendir. Bu bakımdan; birlik ve beraberliğimiz her zamankinden daha güçlü ve daha etkili olmak zorundadır. Türk memurunun yıllardır yapılan haksızlıklara, çiğnenen hukuka ve yok sayılan değerlerine karşı verecek bir cevabı elbette vardır. Memurumuzun bu cevabı, sorunlarımızı görmezden gelen, adalet duygusunu kaybedenler için can yakıcı ve elem verici olacaktır.”   Genel Başkanın konuşmasının ardından Türk Tarım-Sen Genel Başkanı Ahmet Demirci konfederasyonların üye sayılarının karşılaştırmasının yer aldığı bir sunum yaptı.   İl temsilcileri önümüzdeki dönemle ilgili olarak görüş, öneri ve eleştirilerini dile getirdiler.   Toplantıda Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Nuri Ünal, Türk İmar-Sen Genel Başkanı Necati Alsancak, Türk Tarım Orman-Sen Genel Başkanı Ahmet Demirci, Türk Enerji-Sen Genel Başkanı Celal Karapınar, Türk Haber-Sen Genel Başkanı İsmail Karadavut, Türk Ulaşım-Sen Genel Başkanı Nazmi Güzel, Türk Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Hasan Hüseyin Yılmaz, Türk Emekli-Sen Genel Başkanı Osman Özdemir ve sendika genel merkezlerinin yönetim kurulu üyeleri de hazır bulundu.