Son günlerde özellikle bu konu üzerinde farklı yorum ve yargılar gündemi epey meşgul ediyor. Kimileri ahlak polisi kesiliyor, kimileri disipliner bir imaj peşinde. Bilhassa bu heveslerin kurbanı da üniversite öğrencileri oluyor. Girdiği mekânlardan, kaldıkları eve hatta kız-erkek ilişkilerine dahi ambargo konulmaya çalışılıyor.
Pekiyi bu gençleri yargılamak, kısıtlamak ya da baskı yapmak yerine kim anlamayı tercih ediyor?
Ahlak polisliğine soyunmadan önce gençlerimizin ne istediğini, nasıl ve ne türlü şartlar altında yaşadığını konuşsak, onların problemlerini ciddi anlamda masaya yatırsak daha güzel ve daha üst bir iş olmaz mı?
Üniversite öğrencileri özellikle bu ülkenin hassas olması gereken bir kesimidir ki üniversiteler başlı başına hassasiyet duyulması gereken ana kurumdur. Bilim yeri olması, eğitim sıralamasında son basamağı teşkil etmesi, bireye son şeklini vermesi bakımından bu kurum hiç şüphesiz ülke bekası için önemli bir yere sahiptir. Bu kuruma bu önemi veren de bizzat öğrencilerin kendisidir. Gençler geleceğin teminatı olduğuna göre onların esas problemlerini çözmeye çalışmak, onları anlamak yapılması gereken ilk iş olmalıdır.
Önce gençleri bir anlayalım değil mi? Gençler ne istiyor?
İyi şartlar altında okulunu okumak. Maddi kaygı gütmeden rahatça derslerine adapte olmak, ailesine sıkıntı vermeden, okulunu bitirir bitirmez işinin başına geçmek.
Pekiyi bunu yapabilen kaç öğrenci var? Yüzdelik hesaplaması içler acısı. Çoğunun ailesi fakir, yemeyip, içmeyip çocuğuna üç kuruş para gönderme derdinde.
Yetkililer önce o ailelerin maddi sıkıntısını gidersin, ülke şartlarında maddi olarak olması gereken seviyeye getirsin. Daha özel hayat denetimine gelmeye çok var, çünkü önümüzde kocaman bir işsizlik sorunu var.
Üniversiteyi zor zanaat bitiren öğrenciyi hayata atıldığı andan itibaren evvela işsizlik karşılıyor. Hatta öyle bir karşılıyor ki işsizlikle dost oluyor, dostluk uzun zaman sürünce yani işsizlik bu çocuğu terk etmeyince, çocuk intihar ediyor. Hayatına son veriyor.
Onların özel sahalarını yargılamadan önce şu işsizlik yüzünden canına kıyan öğretmenlerimizi, doktorlarımızı, mühendislerimizi ve tüm işsiz üniversite mezunu gençlerimizi bir konuşalım!
Öğrenci evlerinde yaşayanların cinsiyetlerinden çok, ne yiyip ne içtiklerini, ceplerinde ne kadar para olduğunu, günde kaç öğün yemek yiyebildiklerini konuşalım.
Neden depresyona girdiklerini, neden intihar vakalarının arttığını konuşalım.
Eğitim sistemindeki tutarsızlığı konuşalım.
Sınav sistemindeki hileleri konuşalım.
Akademisyen alımlarındaki torpilleri konuşalım.
Türkiye 21.yy dünyasına nasıl bir eğitim sisteminden geçerek hazırlanıyor, bilimin hangi aşamasındayız onu konuşalım.
Gençlerin yüzde kaçı yaşadığı hayattan, bulunduğu ekonomik konumdan memnun onu konuşalım.
Farklı düşünceye sahip öğrenciler neden farklı muamelelere maruz kalıyor onu konuşalım.
Üniversite yetkilileri işlerini ne derece önemsiyor onu konuşalım.
Üniversitelere sınavsız alınmak istenen kesimi konuşalım.
Velhasıl konuşalım da konuşalım!
Tablo bu olduğu için, ahlak polisliğine soyunmadan önce şu sayılan problemler bir halledilsin. Gençleri yaşam felsefeleri ile yargılamayı bırakıp, onları anlamakla başlanmalı işe.
Ülkenin teminatı dediğimiz gençlerin cansız bedenlerini köprü altından, inşaat şantiyelerinden toplamak kimsenin zoruna gitmiyor da kızlı erkekli bir evde kalmaları mı zorlarına gidiyor? Bunu da sormak zorundayız. Ve hakarete uğramaları da cabası…
Nitekim gençlerin özel yaşam alanını denetlemeden önce yukarıda sıralanan problemler giderilsin.
Ve ahlak kavramı…
Birileri bana önce sınavsız girişin, sınav sorularını çalmanın ve de mülakatlarda işlenen torpilin ne derece ahlaki olduğunu açıklasın.
Sonra kızlı-erkekli tartışmasına geçeriz…