MHP'li Aydın: Haçlı Saldırısına Karşı Teyakkuz Halindeyiz
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak ve Suriye’ye görevlendirilmesinin iki yıl daha uzatılmasına dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerine MHP Grubu adına TBMM Genel Kurulu'nda konuşan MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Erzurum Milletvekili Kamil Aydın, her türlü siyasi, kültürel ve askerî mücadele ve müdahalenin yapıldığı coğrafi olarak Haçlı Seferlerine maruz kalan toprakların göbeğinde olan Türkiye'nin; terör örgütüne silah ve eğitim veren ABD'nin tehdit olarak algılandığı ortamda, her türlü taciz, saldırı, tehdit ve oldubittiye karşı sürekli uyku orucunda ve teyakkuz hâlinde olması gerektiğini söyledi.
MHP'Lİ KAMİL AYDIN'IN TEZKERE ÜZERİNE TBMM'DE YAPTIĞI KONUŞMA
Her ne kadar güç odaklı manipülasyonlarla genel seyir ve bağlamından koparılıp yapay algılara dönüştürülmeye çalışılsa da nihai ilahi hükmün yanı sıra tarih de hakem kimliğiyle kalıcı hükmünü er ya da geç verecektir. Bu genelgeçer değerlendirme ışığında bugüne kadar her bağlamda katedilen gelişmeler ve yaşanan küresel olaylar paralelinde kısa bir kronolojik, sosyolojik sorgulama yapıldığında insanlık tarihi boyunca tanıklık ettiklerimizin yekûnu bilimsel, teknolojik, ekonomik ve benzeri gelişmelerden ibaret olmadığı; aynı zamanda beraberinde maşerî vicdanlarda büyük travmalar oluşturarak hepimizi sonsuz elem ve kedere sürükleyen tahayyül ve tahammül ötesi insanlık trajedileridir. Bu trajedilerin kahir eksiriyeti kazananı olmadığına inandığımız ihtiras, sömürü ve hegemonya temelli savaş bağlantılarıdır. Vuku bulmasını hiçbir zaman tasvip etmememize rağmen yaşanan savaşların kronolojik süreci ele alındığında dünden bugüne herkesin kabul ettiği, genelgeçer savaş kurallarının ve yöntemlerinin zaman zaman ihlal edilerek amansız trajedilere dönüşüp topyekûn soykırımlara ve insanlık suçlarına yol açar nitelikte olduğunu açık ve net bir şekilde görmekteyiz.
Geçen yüzyılda tanıklık ettiğimiz 2 dünya savaşı bunun en tipik örneklerini oluştururken bugün Gazze'de yaşananlar ise insanlık trajedisinin 21'inci yüzyıl yansımalarını oluşturmaktadır. Dahası, savaşın kaçınılmaz olduğu hâllerde dahi uluslararası genel kabul görüp imza altına alınan kural ve ilkeleri dahi yok sayan bir zorba anlayışın hüküm sürmesine maalesef dünya seyirci kalmaktadır. Filistin'de yaşananları kısaca ironik bir tanımlamaya tabi tutmak gerekirse misafir olduğu haneye kabul edilen bir toplumun zamanla hane sahibini misafirleştirmeye çalıştığı bir trajik süreci seyretmekteyiz hep beraber. Bugün sivil, çoluk çocuk, yaşlı, kadın, hasta demeksizin gözünü kırpmadan hepsini katletmeyi meşru gören bir anlayışın aynı zamanda geride kalanları da aç susuz, üstsüz başsız, elektriksiz, iletişimsiz, evsiz yurtsuz, ilaçsız, hastanesiz, okulsuz bırakarak yokluğa mahkûm etmesinin tüm dünya kamuoyunca seyredilmesini de tarih, hükmünü vererek insanlığın utanç vesikası olarak kaydedecektir.
Kısaca "olayları ve olguları önceden algılayıp yorumlama kabiliyet ve öngörüsü" biçiminde ifade edilen stratejik akıl eşliğinde güçlü devlet yapılarının nihai hedef olarak öncelikleri refah toplumu yaratmanın ve sürekli kılmanın yegâne teminatının da savunma ve güvenlik olduğu gerçeği her zaman öncelikli gündemlerini oluşturmaktadır. Coğrafi konumları, taşıdığı riskleri ve sahip oldukları imkân ve kabiliyetleri dikkate alındığında Türkiye'ye kıyasla daha güvenli ve emniyetli ve hatta müreffeh görünümdeki ülkelere bakıldığında yine de savunma ve güvenlikçi plan, program ve politikaların mutlak uygulayıcıları oldukları açık ve net bir şeklide görülmektedir. Daha da somutlaştırmak gerekirse, bugün küresel mücadelenin görünür, görünmez; dolaylı, dolaysız merkezinde bulunan ülkelerin savunma harcamaları dudak uçuklatıcı boyuttadır maalesef.
Muktedirler kulübüne dönüşen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerin gerek savunma bütçe ve harcamalarında ve gerekse savunma sanayisi ticaretinde yine ilk sıralarda yerlerini muhafaza ettiklerini açık bir şekilde bilmekteyiz. Uluslararası 100 savunma sanayisi şirketinin hemen hemen yarısını oluşturan ABD'nin yine savunma sanayisi ihracatının da yüzde 37'sine sahip olduğu istatistiksel bir gerçektir. Devamında ise sırasıyla Rusya, Çin ve Fransa yer almaktadır. Pazar olarak kendilerine hedef kitle seçtikleri coğrafya ise dünden bugüne savaşların ve beraberinde her türlü trajedinin yoğunlukta olduğu Orta Doğu coğrafyası ülkeleridir maalesef. İşte, bugün Rusya-Ukrayna Savaşı'nın sonlanmamasının ve ABD uçak gemisinin üstüne vazifeymiş gibi Akdeniz'de fink atmasının öncelikli nedeni de bu acı gerçek tablosudur.
Haçlı Seferlerinden bugüne her türlü siyasi, kültürel ve askerî mücadele ve müdahalenin değişmeyen adresi olan Kafkaslardan Balkanlara ve Orta Doğu'ya kadim toprakların tam da merkezinde istiklal ve istikbal mücadelesi veren aziz milletimiz ve onun kutlu çatısını oluşturan Türkiye Cumhuriyeti devleti her türlü taciz, saldırı, tehdit ve oldubittiye karşı sürekli uyku orucunda ve teyakkuz hâlinde olma görev ve sorumluluğunu açık ve net bir şekilde taşımaktadır. Dolayısıyla işine gelmeyenlerin açıkça yok sayarak ihlal ettiği ve haklıdan çok güçlünün hukuku, hak ve ilkeleri hâline gelmiş uluslararası anlaşmaların bugün de hiçe sayıldığı bir süreçte Türkiye Cumhuriyeti devleti ısrarla bu anlaşmalardan elde ettiği hak ve hukukla hareket ederek terörün nereden, kimden ve hangi nedenle gelirse gelsin yerinde müdahale etme meşru savunma hakkını kullanmaktadır ve bundan sonra da kullanmaya devam edecektir. İşte yıllarca terör bataklığı hâline gelmiş Irak ve Suriye'nin kuzeyinde kuluçkada bulunan her türlü terörle mücadele azim ve kararlılığı bu insiyakla gerçekleşmektedir.
Bunun nedeni çok açık ve sarihtir çünkü insanlık tarihiyle paralel coğrafik, kültürel ve stratejik açıdan büyük bir önemi haiz olması hasebiyle, herkesin ilgi ve etki odağı olma potansiyeline sahip ve bin yıllık ağır bedeller ödeyerek kendimize nihai vatan edindiğimiz Anadolu coğrafyasında, aynı zamanda bugünlere kadar çeşitli form ve yapıda vuku bulan işgal, saldırı, terör ve savaşlar maruz kaldığımız acı tecrübelerle hafızalarımızdaki yerini hâlâ muhafaza etmektedir. Yaşadığımız bu acı tecrübelerden edindiğimiz en önemli öğreti ise büyük bedellerle vatanlaşan coğrafyamıza aslolan sadece sahip olmak değil, aynı zamanda 100'üncü yılını idrak ettiğimiz cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk gençliğine vazife olarak bildirdiği kutlu misyon gereği onu ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Türk milletinin ve vatanının ilelebet payidar kalmasına matuf kutlu yürüyüşü zaman zaman sekteye uğratıp engelleme girişiminde bulunacak dâhilî ve haricî bedhahların da mutlaka olacağı kesindir. Onların bu girişimleri zaman zaman gaflet ve delalet sınırlarını aşıp ihanete kadar varabilecektir, bunun farkındayız. Bu bağlamda Türkiye hasmı haricî unsurların yeknesak bir koro hâlinde eylem ve söylem birliği içerisinde olduklarının da farkındayız. Bugün, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın yan etki ve yansıma ihtimalinden hareketle Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve NATO üyesi ülkelerin üzerinde İsveç, Finlandiya ve Baltık ülkeleri konusunda NATO şemsiyesini ve uluslararası askerî yardımlaşmayı talep ve istekten öte bir baskı hâline getiren ABD'nin daha yakın ve etkin tehdit ve saldırıya maruz kalan -sözüm ona- müttefiki Türkiye söz konusu olduğunda gerekli destek ve onay bir tarafa, kan emici terör yapılarına eğit-donat programları eşliğinde eğitim vermekte, silah ve mühimmat yardımında açık ve aleni bir şekilde bulunmaktadır.
Bu ihanetin daha kabul edilemez yansıması ise Gazi Meclisimizin kutlu çatısı altında bu aziz milletin seçerek sağladığı her türlü maddi ve manevi imkânları tepe tepe kullanmakta hiçbir beis görmeyip fakat söz konusu bu millete ve değerlerine aidiyet olunca her türlü kin, nefret ve öfke nöbeti eşliğinde milletimizin elleri kınalı evlatlarının "Peygamber ocağı" diyerek kutlu yuva kabul edip katıldığı ve bunun bütün dünyanın barışın teminatı görüp gıptayla seyrettiği TSK'yi fütursuzca soykırımcı veya işgalci iftiralarıyla yaftalamalarıdır. Hâlbuki "Güneş balçıkla sıvanmaz." özdeyişinden hareketle bin yıllık kutlu mazisi boyunca yaşadığı her türlü mücadele, kriz ve savaşta olduğu gibi, bugün de çeşitli ulusal ve uluslararası misyonlarda üstlendiği görev ve sorumlulukların ifasında yüksek ahlaki hassasiyeti gereği her zaman hakkın, hukukun, barışın teminatı olmayı başaran kahraman Mehmetçik Afrika'dan Asya'ya ve Orta Doğu'ya geniş bir yelpazede özlenen, istenen ve beklenen olmuştur her daim.
Bunun en canlı göstergesi dün Afganistan ve Somali olurken bugün de, Allah'a şükür, Kosova'daki varlıkları aynı şekilde bütün maşerî vicdanlarda aynı nefesi, aynı imajı sağlamaktadır. Allah hepsini korusun ve anamın, rahmetli anamın dilime pelensek ettiğim o duasıyla ben de dua etmek istiyorum: Rabbim onların hepsini kanatları altına alsın. Dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisi olarak bölgede ve ülkemizdeki güven, huzur ve barışın teminatı özelliği taşıyan söz konusu tezkereye açık, sarih ve net bir şekilde desteklerimizi ifade ederken yüce heyetinizi en kalbi duygularımızla sevgi, saygı, muhabbetle selamlarım.