Semih Yalçın: Eti tırnaktan ayırmak mümkün değildir
İşte Yalçın’ın açıklamaları:
Hatırlanacağı üzere, bir süre önce Başbakan Erdoğan, PKK’ya verilen tavizlere meşruiyet kılıfı geçirebilmek için “İlk Meclis’in ruhuna geri döndük” demiştir. Erdoğan, arkasından da Diyarbakır’da “Kürdistan’daki kardeşlerimi selamlıyorum” diyerek ağzındaki baklayı çıkarmış, bağımsız bir Kürt devletinin yoluna ihanetten asfalt döşemiştir. Bölücü terör örgütü ve meclisteki uzantıları da bu yoldan ilerlemiştir. Nitekim Erdoğan’ın yol göstermesinin üzerinden fazla zaman geçmeden BDP'li Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri, 2014 Bütçe Kanunu Tasarısı'na koydukları şerhe "Türkiye Kürdistan'ı" ifadesini yerleştirmişlerdir.
Plan ve Bütçe Komisyonu’nda belirlenen tasarıya, ihanet trenine hız kazandırmak için söz konusu şerhin konulması, fevkalade tehlikeli bir gelişmedir.
Başbakan Erdoğan’ın ne demek ve ne yapmak istediği, bu son vahim gelişme karşısında şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. AKP iktidarı, el ele tutuştuğu kanlı örgütün bölücü başı ve militanlarıyla birlikte Türkiye’yi adım adım ayrışma uçurumuna sürüklemektedir.
Üstelik Başbakan bütün bunları, 1920 ruhuna geri dönüyoruz diyerek yapmaktadır. Gerçekte ise Erdoğan, İlk Meclis’in ruhuna Fatiha okumuştur.
Hakikat şudur: Birinci TBMM Türklükte ittifak eden bir meclistir. Birinci Meclis, Türk milletini tarih sahnesinden silmek isteyenlere karşı var olma davası için Ankara’da toplananların adresidir. Kürt, Çerkez, Laz, Gürcü Türk milleti şemsiyesi altında Mecliste toplanmıştır. Buna en açık delil, Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’dır.
Mehmet Akif “Kahraman ırkıma bir gül” deyimini kullanırken, bugünün bölücülerine ders verecek bir ferasetle ırk kavramını millet anlamında kullanmıştır.
Dün Akif’in mısralarıyla duygularını birleştiren insanların torunları bugün kendilerini ve mensup oldukları milleti inkâr etmektedir. Devlet ret ve inkâr politikalarından vazgeçmelidir diyen bölücüler, aslında kendi inkârcılıklarını teşhir etmektedir.
Başbakan Erdoğan, Bismil’de yaptığı bir konuşmada “Bu sadece başlangıç” demiştir. Demek ki Türkiye daha beterini, daha kötüsünü de görecektir. Demek ki bunun arkası gelecek ve Anadolu’da Sevr’i hortlatan bir taksimat yapılmaya çalışılacaktır. Aziz vatanımızın öteki bölgelerine de kim bilir hangi adlar konacaktır.
Türkiye’yi bölüp parçalayacak taksimatın devleti yönetenler eliyle yapılıyor olması, çok acı ve endişe vericidir. Sözde Kürdistan yaveleri, “Şehit haberleri gelmiyor” istismarına karışmıştır. Erdoğan PKK’nın silahlarının susması karşılığında milletin asla razı olmayacağı korkakça bir yolu seçmiştir. Şehit gelmiyor, analar ağlamıyor edebiyatıyla şehitlerimizin kemikleri sızım sızım sızlatılmaktadır.
Askerimiz, polisimiz, vatandaşlarımız ölmesin diye topraklarımız bölücü örgüte sözde Kürdistan adıyla sunulmaktadır.
Sayın Başbakan’a sesleniyoruz. Ey Başbakan! Bu milletin evlatlarını ayırmaya kalkan sen, bilmez misin ki ayrılıkta azap vardır?
Tayyip Erdoğan’ın adı belli olmayan millet tanımıyla Birinci TBMM’nin millet anlayışı arasında dağlar kadar fark vardır. Erdoğan, tarihi tahrif ve tersyüz etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin idari taksimatı bellidir. Ne demektir Türkiye Kürdistan’ı? Bu yapay isimle Türkiye’den ayrılmak istenen topraklarda Türk milletini oluşturan bütün unsurlar PKK’nın baskılarına, şiddet eylemlerine ve cinayetlerine rağmen bir arada hayat sürmektedir. Etnik kökenlere göre sınır belirleyecek bir ayrım, kastedilen bölge için söz konusu bile olamaz. Eti tırnaktan ayırmak mümkün değildir.
Mesela İstanbul’da, İzmir’de, Adana’da, Mersin’de ve Konya’da da Kürt kökenli vatandaşlarımız bölücü terör örgütü ve onun meclisteki temsilcilerine inat, barış içinde yaşamaktadır. Bunları bin yıldır sürdürdükleri beraberlikten koparmak için deli veya hain olmak lazımdır. Bütçe Tasarısına maksatlı olarak şerh koyan BDP, şüphe yok ki ikinci kategoriye girmektedir.
Ayrıca Türkiye topraklarında Kürdistan diye belirli bir coğrafî bölge yoktur. Selçuklu ve öncesi dönemlerdeki tarihî kaynaklara göre, Kürdistan adı, bugünkü İran’ın güneyi batısından Irak’a uzanan dağlık bölge için kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’nin Kürdistan diye nitelendirdiği coğrafya da idarî bir bölge değildir. Bu tabirle, kalesi olan aşiret beylerinin yönetimindeki bölgeler kastedilmiştir. Diyarbakır, Urfa, Mardin gibi kentler, merkezden gönderilen valiler tarafından yönetilmiş ve bu kategoriye dâhil edilmemiştir.
Cumhuriyet kurulduktan sonra vilayetler, yeni devletin fikir temeline göre düzenlenmiştir. Bu fikir temelini elbette Türk birliğinin manifestosu olan Misak-ı Millî anlayışı oluşturmuştur.
Atatürk’ün Kürtlere bir takım vaatlerde bulunduğu iddiası ve İlk Meclis’te Kürdistan tabirini kullandığının tekrarlanıp durulması, tamamen istismardır. Atatürk, Türklerle Kürtlerin üniter bir yapı içinde entegre olmalarını gerektiren ortak kadere sahip bulunduklarını ifade etmiştir. Cumhuriyet, kaderde, kıvançta ve tasada birlik anlayışı üzerine bina edilmiş, 1924 anayasası da toplumsal bütünlüğün çatısını oluşturmuştur. Gerisi yalandır.
Hâl böyle iken Türkiye Kürdistan’ı diye yapay bir tabirin resmi kayıtlara geçirilerek meşruluk kazandırılmaya çalışılması tarihi gerçekleri saptırmaktır. Bu mesele bir takım yasakların kaldırılması ve demokratikleşme çerçevesinde değerlendirilemez.
Bütçe Tasarısına giren Türkiye Kürdistan’ı lafı açık bir bölücülüktür ve suçtur; gayri tabii bir zorlama ve yorum, apaçık bir bölücülüktür. Böyle bir suçun TBMM çatısı altında işlenmesi AKP hükümetinin Türkiye’yi nereye getirdiğinin resmini vermektedir.
Diğer taraftan, Türkiye topraklarının bütünlük garantisi, millet iradesi ve bu iradenin belgesi olan yasalardır. Uygulayıcılar millet iradesine ve yasalara tabi olmak zorundadır. Yenisi yapılıp meclisin veya milletin onayından geçirilmediği sürece mevcut anayasa yürürlüktedir. Devlet gemisini yürütenler bu anayasaya uymakla mükelleftir. Hükümet bu anayasaya göre icraat yapmak mecburiyetindedir.
Aksi takdirde iktidar meşruiyetini kaybeder. İktidar, meşruiyetini sadece milletten aldığı oylardan değil, anayasaya ve yasalara, yani hukuka riayetten alır. Hükümetlerin anayasa ve yasalara uymadığı bir ülkede kaos hakim olur. Kaos ise ayrışma ve yıkım getirir. Nitekim AKP sözde demokratikleşme adı altında bölünme ve ayrışma getirmiştir. Bu iktidar, resmen cami duvarına pisleyenleri koruyup kollamaktadır.
MHP; tarihi gerçekler çarpıtılarak gayri meşru ve ayrıştırıcı tabirlerin Meclis kayıtlarına girmesine asla seyirci kalmayacaktır.
MHP; Oslo görüşmeleri sırasında kapalı kapılar arkasında PKK’ya verilmiş sözler karşılığında Anadolu topraklarının gerçek dışı nitelendirmelerle bölünmesine izin vermeyecektir.
MHP; Meclis çatısı altında alenen bölücülük yapılmasını ve bunun kayda geçirilmesini asla kabul etmeyecektir.
Meclisin meşruiyetine gölge düşüren bu rezil, menhus ve bölücü ifade bütçe metninden çıkarılmalıdır. Çünkü TBMM, millî birlik azminin temerküz ettiği yerdir.
Bu gidişin sonu kötüye varmaktadır. Türk milleti bu zillete daha fazla katlanmayacak, iktidar eliyle PKK’ya peşkeş çekilen emanetlerini geri almakta tereddüt etmeyecektir. Milletimiz birlik ve bütünlüğünü korumak için gerekirse yeniden kurtuluş mücadelesine girişmekten çekinmeyecektir.
Artık ok yaydan çıkmıştır. AKP de BDP de milletin vereceği tepkiye ve bunun yaratacağı sonuçlara katlanmalıdır.
Artık bu kadar da olmaz dedirten bu ayrılıkçı kalkışmayı şiddetle protesto ediyor, iktidarı uyarıyoruz.