Türkiye zor günler yaşıyor. Dış politika da yapılan yanlışlar ve iç politikada alınan hatalı tarihi kararlar ülkeyi bir keşmekeşe götürüyor.
Halk bunun farkında olmasın diye de yoğun bir ekonomik sübvansiyon ve dezanfarmasyon var.
Bölünmenin eşiğine getirilmiş ülkede; camilerde, iftar sofralarında, sivil toplum kuruluşlarında gündemi değiştirmek ve bir illüzyon yaratmak için yoğun çabalar sürüyor.
Ülke madem son 11 yılda büyük bir demokratik değişim ve gelişim gösterdi, niçin o zaman bölünme aşamasına geldik diye soran yok! Özgürlük demek bölünme anlamına mı geliyor?
Tabii ki; bunları göremeyen bir kitle olduğu kadar gidişatı gören bir insan topluluğumuzda var. Zaten onlar olmasa çoktan Türkiye’yi bölmüş ve coğrafyamızda Türksüzleştirme çabasını çok ileri bir merhaleye taşımış olurlardı...
Vatandaşımız üzerinde yürütülen kara propagandanın en büyük savlarından biri; bu kötü gidişe dur diyecek bir muhalefetin ve liderin olmadığı anlayışının empozesidir. Ve burada, iç ve dış propaganda odakları başarılı olmaktadır.
Ülkenin içinde bulunduğu duruma; hep izah ettiğimiz nedenlerden dolayı Türk Milletince, demokratik usullerle el konulmalıdır. Peki bu nasıl yapılacaktır?
Memleketin şartları o haldedir ki; muhalefetin ve muhalefet liderinin olmadığına dair kara propaganda öncelikle bertaraf edilmelidir.
Sivas Kongresi’nin hazırlık tutanaklarında, Rauf Orbay’ın ortaya attığı çok önemli bir presip vardır: “milletimizin istiklali ve devletin bekası için particiliği bir yana koymak”... Bu prensibin günümüz şartlarında hayata geçirilmesi elzemdir.
MHP lideri Devlet Bahçeli’de son basın toplantısında; buluşma ve kucaklaşma yerinin, çok doğru bir tespitle “Türk Milleti” olduğunu vurgulamıştır.
Defaatle tekrar etmekten yorulmayacağım bir husus şudur ki; Türk Milleti bu badireden kurtulmak için “Milli Hedef”ini ortaya acilen koymalıdır.
Kara propagandaların muhatabı olarak muhalefeti ve muhalefet liderini bir şey yapmamakla suçlamak, akıl karı değildir.
Eğer böyle yapılmaya devam edilirse, muhalefet lideri kime güvenecektir? Hem çok şey istenilecek hem de yeterli ve gerekli destek verilmeyecek; bu Türk Milletinin uzun zamandır süregelen bir çelişkisidir.
Türk Milleti; süratle meseleyi dar manada bir particilik hadisesi olmaktan çıkarmalı ve bir yerde toplanmalıdır. Böyle bir tavır almaksızın, başkalarının sizin için mücadele etmesini beklemek samimiyetsizlik olur...
Bu gün anlaşılmaktadır ki; toplumda olduğu gibi siyasette de Türk Milletinden yana olanlar ile olmayanlar ayırımı mevcuttur. TBMM’de grubu olan partiler açısından bakıldığında sadece MHP’nin ve Devlet Bahçeli’nin Türk Milletinden yana net tavırlar alabildiğini görmekteyiz. Devlet Bey ve MHP’nin; bu sağlam duruşu % 14 civarında aldıkları oya rağmen, büyük bir istikrarla sürmektedir.
Biliyorum ki; milliyetsever, vatansever, yurtsever olarak adlandırabileceğimiz milyonlarca vatandaşımız; Devlet Bahçeli’nin ve MHP’nin duruşundan memnuniyet içindedir. Türk Milliyetçilerini ve Ülkücü Hareketi, memleketimizin teminatı olarak görmektedir. Ancak yaşadığımız olağanüstü günlere rağmen gerekli destek, sandıkta ve kamuoyunda oluşmamaktadır. Halbuki bizler, bu günler de MHP’nin % 50’lere ulaştığını sağlamak, bunu dosta ve düşmana göstermek zorundayız. İç ve dış şartlar bunu gerektirmektedir. Çünkü ben MHP’yi günümüzün “Kuvay-ı Milliye”si olarak görmekteyim.
Siyaseten her şeyi istemek ve beklemek hakkımız olabilir vede böyle bir şeyi kendimizde hak olarakta görebiliriz. Ama gereken desteği vermeden çok şeyi istemek ne kadar adil olur?
Siyasetin liderleri ve partileri; gereken ve doğru politikaları izlemek için, halka güvenmeyi ister. İşte bizim Türk Halkı olarak yapacağımız şey; bizim adımıza onurlu ve dik duruşlu bir politika izleyen lideri ve partiyi, kara propagandaya düşmeden, toplum içinde yüceltmek ve saldırılara karşı Türk Milletinin sesi haline getirmektir. Gelin halk tabiri ile eveleyip gevelemeden “bu çocuğun adını koyalım”. Çünkü muhalif siyasetimiz Türk Milletinden destek görmeyi bekliyor. Gün siyasete güven verme günüdür!