Bir insanın, en büyük zenginliklerinden biri mukayese edebileceği bilgilere ve görgüye sahip olmasıdır. Yalnız bir açıdan okuyor ve sınırlı bir coğrafyada geziniyorsanız; dünyayı, tarihi, uygarlıkları, siyaseti anlayamaz ve gelecek hakkında doğru öngörülerde bulunamazsınız...
Bundan dolayı, Türk milleti ve özellikle Türk gençleri dünyayı milliliği olan bir strateji dâhilinde gezmelidir. Hem de yer yurt ve mekân ayırmadan.
Diyeceksiniz ki; her yerde Türk var. Doğru! Ancak bu Türklerin bir stratejisi yok. Hatta çoğunun milli olduklarından ve milli davrandıklarından bile söz edilemez.
Hâlbuki batımızda ve doğumuzda yer alan bizim haricimizdeki milletler, milli bir strateji ile dünyanın her yerini dolaşıyor, görüyor, dilini öğrenmeye çalışıyor ve böylece dünyayı kavrayarak gelecekte dünya üzerinde önemli bir yer edinmenin planlarını yapıyorlar.
İlk uzak doğulu arkadaşım ile 1980 yılında Almanya’da lisan okulunda tanıştım. Bir Güney Kore’li idi. Kore Savaşı’ndan dolayı ona ilgi duymuştum. O da biz Türklere karşı sevgi doluydu. Ancak ülkesinden çok uzak olan Almanya’da ne işi var diye düşünmüş ve niye Almanca öğreniyor diye de şaşırmıştım. Öyle ya! Ben bir Türk genci olarak nereden bilebilirdim adamların nokta atış yaptığını. Biz böyle bir bilinçle yetişmemiştik ki!
Henüz o tarihlerde, uzak doğu ülkeleri ve özellikle Çin, bugünkü ekonomik güçlerine ulaşmamıştı. Başta Çin olmak üzere geleceklerini kurgulayan uzak doğulu milletler, vatandaşlarını dünyanın her tarafına, oraları tanısınlar, öğrensinler diye gönderdi. Yüz binlerce uzak doğulu genç dünyanın dört bir tarafındaki üniversitelerde okudu. Yeni diller öğrendiler. Toplumları tanıyarak onların psikolojilerine etki eden reflekslerini tespit ettiler. Sosyolojik saha çalışmaları yaptılar. Bunun onlara getirdiği faydalar bu gün izahtan varestedir.
Şimdi aynı milli stratejilerini devam ettiriyorlar. Nereye gitsem dünyanın dört bir yanından insanı ama uzak doğuluları ise aşırı yoğunlukta görüyorum. Bunu daha önce Hıristiyan batı yapmış ve dünyanın her tarafını seyyah ya da gezgin diyebileceğimiz insanlarla tanımış ve sonrasında da bunlarla emperyalist işgalin temellerini atmıştır.
Bunu bir kez daha, Bulgaristan’ın Filibe şehrinde Türklerden kalmış ıssız bir kalenin burçlarında rastladığım ve neredensiniz diye sorduğumda “Çin’in Shangai’danız” cevabını aldığım Çinlileri görünce daha iyi anladım.
İstisnalar hariç günümüzde hiç bir Türk, uzaklara gidip Çin’in Çinlilere ait bir eski eserinde, onun yaptığı gibi bir inceleme yapmaz. Çünkü Türk’ün ve onun olduğu tartışmalı devletinin, vatandaşlarını dünyayı tanımak anlamında yönelttiği bir milli stratejisi yoktur da ondan! Bu arada kimse bana Türk Hava Yolları’nın yaptıklarını anlatmaya kalkmasın…
Eleştirdiğimiz bu konudaki en doğru hamleyi de, benim acımasızca yerden yere vurduğum ve adına “cemaat” dediğimiz insanlardan oluşan topluluk yapmıştır. Ancak kanaatime göre cemaat milli olmadığından ve de okyanus ötesinden yönetildiği için, bu doğru hamle Türk milleti için değil de daha çok projenin sahiplerine fayda getirmiştir.
Buradan Türk milletine ve özellikle de Türk gençlerine tavsiyem; mümkün olduğunca genç yaşlarda dünyayı gezerek tanımaları, yerel dillere varıncaya kadar çok sayıda dil öğrenmeleri, tanıştıkları toplumların sosyolojik ve psikolojik tahlillerini iyi yapmaları ve kurdukları kişisel irtibatları kaybetmeyerek nesilden nesile aktarmalarıdır.
Efendim devletimizin ve milletimizin böyle bir stratejisi yoktur diyebilirsiniz. Olsun, gelin biz bir strateji oluşturalım ve dünyayı tanıyalım.
Mukayese yapma bilgisi ve yeteneği olmayanların gelecek zamanı “Türk Asırları”na dönüştürmesi mümkün değildir. Hamasetle ve “Türk’ün Türk’e Propagandası” ile bu iş yürümez. Bu sebeple her bir Türk insanı ve de özellikle Türk genci dünyayı iyi tanımalı, insanlık ve medeniyetler tarihini okumanın yanında, görerek ve hissederek algılamalı ve bunu da Türk milletinin hayrına kullanmayı başarabilmelidir. Kabuğu kıramamak ya da kabuğun içine sıkışıp kalmak, Türk milletine ve Türk gençliğine bir şey kazandırmaz...