Türkiye’de uzun zamandır süren bir “derin devlet” tartışması var. Kimine göre bir “derin” devlet var, kimine göre de yok.
Son günlerde, bu konuda en itibar ettiğim görüşü, halen cezaevinde yatan Mehmet Ağar söyledi. Derin devletin olup olmadığını anlamak için, cumhuriyet döneminde Musul ve Kerkük’ten başka bir toprak kaybının olmamasına bakmak gerektiğini ve toprak bütünlüğünün derin devletin varlığı ile korunduğunu ima etti. Yani ona göre, böyle bir derin devlet varmış.
Bu derin devlet mevzusu açılınca, etrafımızda bulunanlar birbirine şaşkın şaşkın soruyor: kim bunlar? Doğru düzgün, bir cevap veren yok. Böyle bir soruya net cevaplar verilememesi, herhalde olduğu iddia edilen derin devletin başarısı...
Bana göre, her ciddi devletin olduğu gibi Türkiye’ninde derin bir devleti var. Olmaması da düşünülemez. Ancak bu devletin tanımlanmasında zorluklar var.
Şimdi yazacaklarıma kıçınla gülecek olanlar biliyorum, vardır. Çünkü onlar beni bilgisizlikle yani doğal olarak cahillikle suçlayacaklar. Ve bu derin devletin, Türkiye ve Türk Milleti için ne kadar önem arz ettiğini ve kahramanlıklarla nasıl ayakta durduğunu vede bu günlere gelindiğini söyleyecekler. Eyvallah! Hiç birine itirazım yok...
Ancak benim adlandırmama göre ülkemizde bir “Türkiyeli Derin Devlet” var. Bu yapı; Osmanlı’dan hatta Anadolu Selçuklusundan bu yana devam ediyor diye, düşünüyorum. Yani “Türk Derin Devleti” değil, “Türkiyeli Derin Devlet”...
Adlandırma yaptığım bu derin devletin içinde, elbette bir “Türk Çekirdeği” bulunuyordur. Eğer bu günlere sağsalim gelindiği söyleniyorsa ve iddia ediliyorsa, derin devletin içindeki bu “Türk Çekirdeği”nin; derin devletin içindeki diğer Türkiyeli unsurlar ve dış güçler arasında yaptığı balans sayesindedir diye tahmin ediyorum.
Derin devletin içindeki, Türk ve Türkiyeli unsurların yüzyıllardır güç dengesi için birbirlerine karşı verdikleri mücadele, mualesef hep Türk Milletinin aleyhine sonuçlar içerdi. Aksi olsaydı soykırıma uğramaz ve milyonların üzerinde kilometrekare toprak kaybetmezdik.
Son dönemde yaşadığımız olaylara da bakınca, “Türkiyeli Derin Devletin” bu olaylara hakim olduğunu ve yönlendirme yaptığını düşünüyorum.
Gün geçmesin ki; görüntüsüyle kafamızı karıştıran ve midemizi bulandıran bir olay olmasın. Ama arkasından hemen, bu olayların, geleceğimizi aydınlık kılacak hale dönüşeceğine dair her yerden bir propaganda geliyor. Acaba olaylar mı yoksa güzel bir gelecek iddiasımı gerçeği ifade ediyor?
Son iki yüzyıldır yaşananlara ve yaşananların bugünkü olaylara ilişkin benzerliklerine vede sonuçlarına bakarsak, bizlere “yanlış”a ikna olunması yönünde çalışmalar yapıldığını görebiliyoruz.
Başbakan Erdoğan; Türkiye’de yargının bağımsızlığından şikayet ederek, içinde anayasal değişiklikleri de ihtiva eden bir çok hukuki düzenlemeye imza attı. Şimdi ise“komutan kalmadı” diye şikayet ederek, hakim ve savcıları tenkit ediyor. Yine soruyorun: hangi izahat doğruluk ve samimiyet içeriyor? Yoksa buna muktedirsizlik mi denir? Eğer başbakan muktedir değilse kim muktedirdir?
Türkiye’de son yüzyıldır ve özellikle cumhuriyet döneminde bahse konu olan “Türkiye Derin Devleti” çok etkilidir. Öyle olmasaydı, Türk Milletinin ve Türk Devletinin teminatı ya da başka bir deyişle sigortası olan Türk Silahlı Kuvvetleri, içinde bulunduğu kolu kanadı kırılmış ve morali sıfırlanmış hale düşürülebilir miydi?
Yapılan onca yanlışa ve kasdi uygulamalara rağmen, psikolojik operasyon araçları, dış güçlerle irtibatlı bu “Türkiye Derin Devleti”nin elinde olduğundan, toplumda bir farkındasızlık yaratılmıştır. Bu sebeple Türk Milleti, başına gelen onca menfi hadiseye rağmen kendine gelememektedir. Bunun son örneği de, CHP Milletvekili Birgül Ayman Güler’e kendi partisi de dahil yapılan linç örneğidir. Aynı şey, bölücülerle yapılan müzakerelerin “barış” adı ile sunulması ve bunun için cemaat ve tarikat dahil tüm unsurların devreye sokulmasında da yapılmıştır.
Türkiye’nin son yüzyılda yaşadığı toplumsal kırılmalara ve istismara sebebiyet veren en önemli olaylar olan; Menderes’in ve 20’li yaşların başındaki Deniz Gezmiş ile arkadaşlarının asılması, 1 Mayıs 1977’de insanların üzerine ateş açılması, PKK terörünün izlediği süreç, 12 Eylül 1980’ne giden günler, 28 Şubat post modern darbesi, 2001 ekonomik krizi, AKP’nin iktidara getirilmesi ve iktidarda tutulması, adli soruşturmalara “Ergenekon” adının verilmesi ve askerlerin hapse atılması ile son günlerde ülkenin sahibi olan Türk Milleti’nin hükümranlığının sorgulanmasıdır. Bu gibi tüm hadiselerde “Türkiye Derin Devleti”nin rolü mutlaka ortaya konulmalıdır. Hiç bir şey “her şey Türk Milleti’nin hayrına yapılmıştır” sözü ile izah edilemez.
Son örnek; Başbakan Erdoğan’ın, çocuk sayısı konusunda laf söylerken demografik yapının değiştirilmesine dair bir “tuzak”tan bahsetmesinin muhatabı kimdir?
Bu açıdan bakınca, benim aklada, bilgiyede ve doğru yorumada ihtiyacım var. Tabii ki; Türk Milletininde. Bilmiyorsam, gelin anlatın. Ancak gelişen olayların ve sonuçlarının, Türk Milleti ve Türk Devleti aleyhine bir durum içermediğine, beni nasıl ikna edeceksiniz bilmiyorum?
Netice olarak şunu söyleyebilirim ki; Türkiye’nin ortalıkta gezen istatistiki değerlerine bakıp, bunları alt alta toplarsanız, toplamın Türk Milleti açısından hiç de iç açıcı olmadığı sonucuna varırsınız.
Bundan yola çıkarsak bize “sizi bu topraklarda yaşatıyoruz, daha ne istiyorsunuz” diyebilecek olanlara cevabımız: “nasıl yaşadığımızı biliyormusunuz?” olur...
Daha çok şey söylenir ve yazılır amma; kanaatimce hülasa Türkiye’de bir derin devlet vardır. Bu devlet “Türkiyeli Derin Devlet” olarak adlandırılmalıdır ve bana göre de “milli” değildir. Ancak her şeye karışarak müdahale ettiğinden geleceğimizi de doğrudan belirlemektedir. Türk Milleti bu konu üzerinde düşünmeli ve tartışmalıdır. Çünkü gelecek Türk Milleti’ne aittir.