Türk milleti, tarih içinde zaman zaman zorlu süreçler yaşayarak ancak bu zorlukların üstesinden gelerek yeniden feraha ve refaha ulaşmıştır. Bu süreçlerden geçişte Türk kadını önemli roller üstlenmiştir.
Günümüzde yaşadıklarımıza bakarak, Türk kadınının; içinde bulunduğumuz süreci sağ salimen ve büyük bedeller ödemeden atlatabilmemiz için kendi üzerine düşeni yapmak zorunluluğunda olduğunu görüyoruz…
Türk toplumunun ana erkil bir yapıda olduğunu bilirsek, Türk kadınının yalnızca kendini düşünmediğini, yeri geldiğinde kendi istek ve menfaatlerini ön plana almayacağını ve yaşadığı ortamda tek başına olmadığını bunlara ilaveten de yaşamını, özgüvenini, mutluluğunu; uzak ve yakın soydaş olduğu milyonlarca insanın fedakârlığına, birbirine sadakatine ve vatanseverliğine borçlu ve bağlı olduğunu da biliriz diye düşünüyorum.
Bunun için Türk kadını; milli ve manevi değerleri ve de Türk milleti’nin diğer mensupları ile olan bağını koparmamak ve hiçleşmemek adına her şeyi yapmak zorunda olduğunu, tarih boyunca sözleri, hareketleri ve düşünceleri ile velhasıl tüm duygu dolu varlığıyla daima göstermiştir.
Türk kadını; yeri geldiğinde anne, yeri geldiğinde evin reisi, yeri geldiğinde meslek erbabı, yeri geldiğinde de vatan müdafaasında elinde mavzer askerlikte rütbe alacak bir komutan karakterindedir.
Türk milleti, bugün içinden çıkılmazmış gibi gösterilen sorunlar yaşıyorsa, bunun en önemli nedenlerinden biri yukarıda özelliklerini belirtmeye çalıştığımız Türk kadınının toplum içinde olması gereken konumundan bilerek uzaklaştırılmış olmasıdır.
Eğer böyle olmasaydı, Türk kadını milletimizin başına örülmek istenen çorabı fark eder, doğurganlığını kaybetmez, çocuklarını ona göre yetiştirir, kocasını buna göre yönlendirir, memleket ekonomisinde ve sosyal yaşamında manevi değerleri olduğu kadar milli değerleri de ön plana alarak savunur ve memlekete el koymaya çalışan gayrı Türk ve bölücü unsurlara karşı bayraklaşırdı…
Şimdi yapılması gereken; Türk kadınını büyük bir ekseriyetle, toplum için önem arz eden bu önemli görevine yeniden ama şuurlu bir şekilde geri döndürmektir.
Hatırlarsak, bahsimize konu olan bu Türk kadını, 100 yıla yakın bir süre öncesinde Türklük, vatan, bayrak, din, iman ve namus konularında “Milli Mücadele” verilmesi için erkeklere yardım noktasında adeta teminat vermiştir.
20 Mayıs 1919’da İstanbul Üsküdar’da düzenlenen mitingde “Asri Kadınlar Cemiyeti” adına Sabahat Hanım; “İşte hayatı, ruhu Türk olan İzmir’i bugün Yunanlılar aldılar. Belki yarın sinemizden bir şey, kalbimizden bir hayat koparırlar gibi birer birer Konya’mızı, Bursa’mızı, hatta bütün güzellikleri ile çok sevgili İstanbul’umuzu isteyecekler. O zaman hayatımıza zehirli tırnaklarını takıp her fırsatta bizi biraz daha ölüme yaklaştıran bu kahredici kuvvetler karşısında yine bu sükut ve tevekkülle mi yaşayacağız? Ben buna hayır diyorum. Biz kadınlar bu hak cihadında en önde olacağız ve medeniyete riyalar söyleyen varlıklara her zaman lanetleri, lanetleri yağdıracağız…” diyordu.
Yine aynı mitingde Naciye ve Zeliha Hanımlar da “Biz kadınlar yaşamak için ölmeye yemin ettik.” diye haykırıyorlardı.
Bu söylemler ve buna uygun davranışlar, şüphesiz yüksek bir şuurun varlığına delalet etmektedir. Devamla söylemek isterim ki; yine bir kadının yani hepimizin yakından tanıdığı Halide Edip’in 19 Mayıs 1919’da İstanbul Fatih Mitingi’nde yaptığı konuşmaya, Türk kadınlarının fikir düzeyini ve ruh halini anlamak için bakmak gerekir; “ Hanımlar, Türkler! Türk ve Müslüman bugün en kara gününü yaşıyor. Gece karanlık bir gece…
Fakat insanın hayatında sabahı olmayan gece yoktur. Yarın bu korkunç geceyi yırtıp, parlak bir sabahı yaratacağız…
Bugün elimizde top, tüfek denilen alet yok; fakat ondan büyük ondan kuvvetli bir silahımız var. Hak var Allah var. Tüfek ve top düşer. Hak ve Allah bakidir. Topunun yüzüne tükürecek kadar; evlatlar, analar, kalbimizde aşk ve iman, milliyet duygusu var.”
Gördüğünüz gibi 100 yıl öncesinin Türk kadınının aklında ve kalbinde; Türklük, vatan ve bayrak sevgisi ve de bu yolda çekinmeden her şeyini harcamaya hazır bir inanç ve iman kudreti var.
Bugün Türk kadını, ruh ve fikir itibarı ile aynı halde midir? Öncelikle Türklük, vatan, bayrak ve bunlar için her şeyini harcayabilecek iman ve inanç kudretine sahip midir? Yoksa para, pul, şöhret, gezme tozma, nefis, gıybet, dedikodu, diziler ve popüler kültür Türk kadınını teslim mi almıştır?
Dün Türklük için canını vermeye hazır olan Türk kadını, milletine “BU” diye hitap edenlere tahammül göstermekte ve hatta inanılmaz bir destek vermektedir. Sadece bu gerçekten yola çıkarak yukarıdaki sorulara olumlu yanıtlar vermek mümkün gözükmemektedir.
Eğer bir teslimiyet yok ise, kara partinin mitinglerinde aldatma ve kandırma amaçlı sallanan Türk bayraklarının işi bitince ayaklar altına alınmasına tahammül edebilir miydi? Evlatlar kolay yoldan para kazanmaya teşvik edilir miydi? Ayakkabı kutularına gülüp geçilir miydi? Yolsuzluklar ve rüşvetler evlerde onay görür müydü? Yalanın dolanın peşinden bu kadar çok koşulur muydu? İki gezi ve bir Boğaz sefasına “bir daha bir daha” diye göbekler atılabilir miydi? Eve gelen erzak ve kömür torbalarına ihtiyaç olmasa da “buyur” denilir miydi? İktidarın oy için dağıttığı her türlü rüşvet niteliği taşıyan imkâna “evet” cevabı verilir miydi?
Emin olun Türk kadını doğal mecrasından bilerek bu kadar uzaklaştırılmasaydı bunların hiç birine olumlu cevaplar verilemezdi.
Şimdi yine, Türk kadınının 100 yıl öncesinde olduğu gibi toplum için, kendi önemini kavrayıp güçlü bir rol üstlenmesine, Türk Milleti olarak ihtiyacımız var. Gelin yine Nene Hatun, Kara Fatma, Naciye, Zeliha, Sabahat Hanımlar olun!
Sizlerden, 100 yıl öncesinin bir üniversite öğrencisi olan Naciye Faham Hanımdan duyduğumuz gibi; “ Arkanızda yanık bağırları, yaşlı gözleri, acı dolu kalpleri ile sizlere doğru koşan bizler varız… Kadınlarınız, analarınız, bacılarınız, evlatlarınız, canınızdan bir parça olan biz kadınlar varız.” sözlerinin benzerlerini duymak istiyoruz. İşte bunu haykıracak olan Türk kadınları, yarının mimarı olacaktır...