Bahçeli, Başbakan Erdoğan’ın gerilim ve kutuplaşma politikası izlediğini, bunun olumsuz sonuçlar doğurabileceğini, Başbakan’ın acilen toplumu sakinleştirecek, tansiyonu düşürecek davranışlar sergilemesi ve sözler söylemesi gerektiğini vurguladı.
İşte Bahçeli’nin konuşmaları…
Değerli İzmirliler,
Aziz Dava Arkadaşlarım,
Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler,
30 Mart 2014 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimlerine 91 gün kala güzel İzmir’deyiz, sizlerle birlikteyiz.
Buraya teşrif eden her kardeşimi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
İzmir’in yedisinden yetmişine selam ve içten muhabbetlerimi yolluyorum.
Gösterdiğiniz sevgi emsalsiz, sergilediğiniz coşku benzersizdir.
Hepinize müteşekkirim, hepinize şükranlarımı sunuyorum.
Bugün burada, İzmir Büyükşehir ve İlçe Belediye Başkan Adaylarımızı takdim etmek maksadıyla bir araya gelmiş bulunuyoruz.
İzmir’i hak ettiği itibar ve gelişmişlik düzeyine çıkarmak için kararlı ve hazırlıklı olan kıymetli dava arkadaşlarımı sizlerin huzurunda açıklayacağız.
Milliyetçi Hareket Partisi bu aziz kentimizi topyekûn yönetmeye, dengeli kalkındırmaya, hızlı büyütmeye ve çok kazandırmaya iddialı ve inançlıdır.
İzmir CHP ile AKP arasındaki seviyesiz itişmeye ve kayıkçı kavgasını andıran gerilime mecbur değildir.
İzmir kriz tellallarının eline mahkûm olmamalıdır.
Buradan şunu kararlılıkla ilan ediyorum:
“Ne AKP, Ne CHP; Herkes İçin MHP.”
İşte İzmir’e bakışımız budur.
Türk milletinin mavi gökyüzü başını AKP’nin çektiği, CHP’nin iştahla yardım ettiği malum ve meşhur odaklar tarafından perdelenmiştir.
Biliyoruz ki, zincirleme gelen felaketleri buna sebep olanlar engelleyemez.
İzmir’in meselelerini müsebbipleri çözemez.
İzmir’e çıkar gözüyle bakanlar; Aliağa’nın, Balçova’nın, Bayındır’ın, Bergama’nın, Beydağ’ın, Bornava’nın, Buca’nın, Çeşme’nin, Çiğli’nin, Dikili’nin derdiyle dertlenemez.
İzmir’i siyasi rant hesabıyla kavrayanlar; Foça’nın, Gaziemir’in, Güzelbahçe’nin, Karaburun’un, Karşıyaka’nın, Kemalpaşa’nın, Kınık’ın, Kiraz’ın, Konak’ın, Karabağlar’ın, Menderes’in, Menemen’in iç çekişini duyamaz, anlayamaz.
İzmir’i kurtarılmış cephe olarak vehmeden, sorunlara tamamen ideolojik mercekle yaklaşan sözde elit tabaka bir yanda, bu aziz kente gâvur yaftası vuran inanç hortumcuları diğer yandadır.
Uçurumun iki yanında toplanan fırsatçılar İzmir’in aleyhine olacak ne varsa yapmaktadır.
Bunlar Narlıdere’nin, Ödemiş’in, Seferihisar’ın, Selçuk’un, Tire’nin, Torbalı’nın, Urla’nın ve Bayraklı’nın ihtiyaçlarına tümüyle kapalı ve uzaktır.
Çünkü bunların gündemleri başka, akılları bambaşka yerdedir.
İzmir’e hizmet gibi bir hedefleri yoktur.
İzmir’in potansiyelini harekete geçirmeye, burayı bir dünya markası, parlayan bir yıldız haline getirmeye bırakınız vizyonlarını, nefesleri bile yetmeyecektir.
Milli vicdanına güvendiğim, Cumhuriyet’i kalplerinde yükselten İzmirli kardeşlerim artık demagojiden bıkmıştır.
Laf kalabalıkları karın doyurmamaktadır.
Belagat örnekleri, hamaset nutukları İzmirlinin hayatına, hanesine ve hasretini çektiği mutlu ve refah dolu günlerin gelmesine katkı vermemektedir.
İzmir sorunlarından kurtulmak için her imkâna sahiptir.
Deniz burada, kum burada, güneş burada, ticaretin kalbi burada, sanayinin önemli bir bölümü buradadır, fakat ortada yönetim boşluğu, kendi menfaatine düşmüş yerel yönetim anlayışından başka bir şey görülmektedir.
İzmir’in geleceğini düşünen yoktur.
Yarınki nesillerin, çocuklarımızın, torunlarımızın kaygısını çekmesi gerekenlerden ortada iz ve emare bulunmamaktadır.
Şanlı bir geçmişten gelen İzmir’i, aydınlık bir geleceğe taşımak bizim hem vefa borcumuz hem de hedefimizdir.
Bu nedenle Milliyetçi Hareket Partisi İzmir’e taliptir.
İzmir Hasan Tahsin’in fedakârlığını, Mustafa Kemal’in cesaretini temsil etmektedir.
Milliyetçi Hareket bu kentimizi yönetmeye, İzmirlilere hizmetkârlığa isteklidir.
Siyasetimizin amacı insana hizmettir.
Nerede yaşarsa yaşasın, milletimin herhangi bir ferdi, mutlu değilse, huzura hasretse, sofrasındaki ekmek dilim dilim azalıyorsa, işi yoksa adaletin olmadığına kanaat getirmişse, kendini güvende görmüyor ve özgür hissetmiyorsa çok ciddi bir sorunla karşı karşıyız demektir.
Böyle durumda olan insanımızın sayısı ne kadar çoksa siyasi yönetim o kadar aciz, o kadar beceriksiz, o kadar iflastadır.
Aslında hiçbir hükümet, hiçbir düzen, hiçbir sistem bu kadar sorun yumağına, bu denli buhrana rağmen ayakta kalamayacaktır.
İnsanımızın fert fert mutluluğu hedeflenmedikçe, başarıya ulaşmak mümkün değildir.
Şu gerçekler çok iyi bilinsin ki;
Büyüyen yolsuzluklardan hesap soracak güç MHP’dir.
Olağan görülen kanunsuzlukların panzehiri MHP’dir.
Can güvenliğinin, ekonomik rahatlığın teminatı; üretken ve çalışkan belediyeciliğin adresi MHP’dir.
Biz İzmir’i umuda çağırıyoruz.
Biz İzmir’i dirliğe çağırıyoruz.
Biz İzmir’i barışa, kardeşliğe, özel hayata saygı ve riayete çağırıyoruz.
Biz İzmir’i sorunlarından çıkarmaya ve layık olduğu alt ve üst yapıya kavuşmaya çağırıyoruz.
Şimdi soruyorum sizlere;
√ İzmir, geleceğine sahip çıkacak mı? (Evet)
√ İzmir, CHP ve AKP’yi silkeleyip atacak mı? (Evet)
√ İzmir, MHP diyecek mi? (Evet)
√ Bu uğurda mücadele edecek misiniz? (Evet)
İzmir’e şimdiden hayırlı olsun.
İnşallah İzmir’de 30 Mart günü sandıklar patlayacaktır.
Ve Milliyetçi Hareket Partisi İzmir’de başarıya ulaşacaktır.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Muhterem Vatandaşlarım,
Türkiye’nin MHP’ye ihtiyacı vardır.
Türk milletinin MHP’ye çağrısı artık yüksek sesle işitilmektedir.
Mazlumlar, mağdurlar, muhtaçlar, milliyetperverler, mukaddesat âşıkları, müessir kalpler, milli vicdanlar, millet sevdalıları, düşkünler, yetimler, boynu bükükler alayı birden Milliyetçi-Ülkücü Hareket’e umut bağlamıştır.
Vatanımızın her köşesinde “Artık Yeter” sadaları çınlamaktadır.
Sorumluluğumuz büyüktür.
Görevimiz ağır, işimiz çoktur.
Bize göre, Türkiye’nin düzlüğe çıkması, engellerden ve engebelerden sıyrılması için 30 Mart altın fırsattır.
Tehlikelerin alt edilmesi için 30 Mart milattır.
Türkiye’nin toparlanması, nabzının düzelmesi, prangalarından kurtulması için 30 Mart nirengi noktasıdır.
Emanetin sahibi aziz milletimiz 30 Mart’ta iktidarından ana muhalefetine, PKK’sından BDP’sine, HDP’sinden var olan değişik kaos tüccarlarına kadar bütün hastalıklı ve hasarlı siyaset odaklarına en ağır dersi verecektir.
AKP devranı yakında kapanacaktır.
AKP kervanı yolda kalacaktır.
AKP mumu sönecektir.
Aldatma, kandırma ve palavra iktidarı kepengi indirecektir.
AKP gemisi milli iradeye toslayacak ve siyasi tarihin dehlizlerine gömülecektir.
Recep Tayyip Erdoğan sultası, hanedanın saltanatı, hukuksuzluğun egemenliği, küstahlığın hükümranlığı, şiddetin bilirkişiliği geri gelmemek üzere bitecektir.
Türk milleti 30 Mart’ta huzura uyanacak, İzmir belaları def edecektir.
Buna inancım tamdır.
30 Mart, ihanetin başına çuval geçirilecek tarihtir.
30 Mart, bölünme ve parçalanma katarının devrileceği tarihtir.
30 Mart Türklüğe biçilen kefenin, Türk milletine hazırlanan hain projelerin, vatana örtülen kapkara örtünün delik deşik edileceği tarihtir.
30 Mart kavgadan menfaat uman, çatışmadan beslenen, cepheleşmeden nemalanan tüm gruplara, tüm aktörlere, tüm işbirlikçilere milli iradenin tokadı olacaktır.
Kaldı ki başka çare kalmamıştır.
Parlak yarınlara bir ve beraberce ulaşmanın, milli ruh ve şuurla kavuşmanın başka bir yolu görülmemektedir.
Biliyor ve seviniyorum ki, Milliyetçi Hareket Partisi’nin her ferdi, vatan, bayrak ve millet ortak sevgisinde buluşmuş, kökeni, mezhebi ve anasının dili ne olursa olsun, milletimin her evladı tarihi vazifeye hazırdır.
45 yıllık bu kutlu hareket her insanımızı aziz ve eşsiz görerek, hiç kimseyi yabancı ve öteki telakki etmeyerek, doğudan batıya, kuzeyden güneye Türkiye’ye hizmet etmeye hazırdır.
Biz Türk milleti için gerekirse tüm gemileri yakarız.
Biz İzmir için tüm zorlukları yeneriz.
Biz vatanımız için gerekirse candan, gerekirse yardan, gerekirse de serden gözümüzü kırpmadan, en küçük tereddüt göstermeden anında vazgeçecek yüce gönüllüğü gösteririz.
Bundan herkes emin olmalıdır.
Tıpkı dün olduğu gibi, iş başa düşer, ki çok yakında düşecektir; ezayı göğüsler, çileyi yere serer, eşkıyayı bir çırpıda ezer geçeriz.
Tıpkı dün olduğu gibi, şehadet şerbetinden kana kana içmiş mübarek ülkücü ömürlerin hatırasını bayrak yapar; cefayı imanımızla eritir, kuşatmaları sevdamızla yarar, kumpasları cesaretimizle tersine çeviririz.
Ne oyunlardan yılarız, ne tuzaklardan korkarız.
Ne saldırılardan ürkeriz, ne de onun bunun iftirasından çekiniriz.
Allah’a hamd ederim ki, adımız belli, sanımız belli; geldiğimiz yer belli, gideceğimiz kutlu gaye açıktır.
Yarım asra yaklaşan siyasi mücadelemizin her sayfası, her satırı şeref ve şanla doludur.
Tertemiz bir maziden süzülüp gelen, Türk-İslam ülküsünde kaynaşmış, karışmış ve kucaklaşmış fedakâr ve kahraman nesillerin bizlere bıraktığı mirası baş tacı yaparak ilerliyoruz.
Türk milletinin yegâne gücü olduğumuzun farkında olarak, bir adım dahi gerilemeyecek mücadele azmimizle milletimize hizmet etmek amacıyla yanıp tutuşuyoruz.
Biz iyinin, güzelin, zarafetin, nezaketin ve gönülleri kazanmanın yanındayız.
Biz doğru insanlarla, doğru yerde, doğru hedeflerle doğrunun tarafındayız.
Biz dürüstlüğün, milli vakarın, korkusuzca milli varlığı savunmanın derdindeyiz.
Çok şükür yalpalayarak, kavisler çizerek, fırıldak gibi dönerek bugünlere gelmedik.
Çok şükür birilerinin gölgesi, vesayeti altında siyaset yapmadık.
Kısa görüşlü, köhne anlayışlı, kısır zihniyetli, çarçabuk sönen heyecanlarla yola çıkmadık.
Ölümlerden korkmadık, yaşatmaktan ve taptaze bahar havası gibi umut dağıtmaktan ayrılmadık.
Küresel cinayet projelerine kuryelik yaparak, işgal emellerini masumlaştırarak, Müslüman katillerine, Allah muhafaza, dua ederek koltuk ve siyasi ikbal hevesine kapılmadık.
Yerli ve yabancı mihraklara tavizkâr olmadık.
Sırf çıkar ittifaklarına bel bağlayarak devleti tanınmaz ve tanımlanmaz hale getirmedik, böyle bir şeyi aklımızın ucundan geçirmedik.
İktidar icazetini okyanusun bu yakasında veya karşı yakasında ezile büzüle aramadık, ülkülerimizi, insan ve dava onurumuzu iki paralık yapmadık.
Yabancı sefirlerin koltuğuna sığınarak, “bizi görün, bizi benimseyin, bizi de aklınızdan çıkarmayın” utanmazlığıyla değerlerimize ihanet etmedik.
Allah’a ne kadar şükretsek azdır ki, zalimlerden, zulmedenlerden, nefsine tapanlardan, şirk koşanlardan, günaha batanlardan, parayı imana tercih edenlerden olmadık.
Din bezirgânları, din kaçkınları, din sömürücüleri arasında fani hayatımızın hiçbir bölümünde bulunmadık.
Yüce dinimiz İslam’ı nakde çeviren ahlaksızlardan, Tevhid inancını siyaset ve ticaret malzemesi yapan münafıklardan, çağımızın vicdanı soykırıma uğramış Deccallarından hamd-ı senalar ederim ki olmadık, bundan sonra da kesinlikle olmayacağız.
Hakikatleri hırslarıyla örseleyenler, banka hesaplarını manevi zenginliğe üstün tutanlar, şeytani dürtüleri rahmani tutkuların üzerine çıkaranlar kuşku yok ki bizi anlayamazlar.
Biz ne istiyorsak, ne arıyorsak; önce Allah’tan, sonra da büyük Türk milletinden dileriz.
Bunun dışında her yol bize uzak galaksiler kadar yabancı, Okyanus dibi kadar karanlık, en yüksek dağ dorukları kadar ötedir.
İşte Milliyetçi Hareket budur.
Varımız yoğumuz Türk milleti ve Türkiye sevdasıdır.
İşimiz gücümüz Türk milletini ve Türkiye’yi yükseltmektir.
İslam ana kapımız, Türklük ana kaynağımız, Türkçe ana dilimiz, kardeşlik ana fikrimiz, Türk Dünyası ana kucağımız, birlikte yaşama ana amacımız, Türkiye anavatanımız, bayrak ana direğimiz, Üç Hilal ise ana yolumuzdur.
Bizim anamız, anımız ve ahdimiz birdir, o halde bize mana ve ruh katan tüm bu kıymetlerimiz de sonsuzluğa bir olarak akacak ve uzanacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi fırtınalı denizde en güvenli limandır.
Milliyetçi Hareket Partisi gecenin en zifiri anında gözleri kamaştıran nurlu ışıktır.
Milliyetçi Hareket Partisi göz gözü görmez toz toprak içinde yılgınlıkları dağıtan, çıkış yolunu gösteren milli fenerdir.
Biz bu anlayış, bu kabul, bu köklü ve sağlam tecrübeyle 30 Mart 2014 seçimlerine hazırlanıyoruz.
Kutlu davamızı başarıyla daha da büyütmek, yerelden genele manşetleri yene yene, senaryoları yırta yırta, bariyerleri yıka yıka, tezgâhları yaka yaka iktidar olmak bizler için tarihi bir mesuliyettir.
Biz de bunu başaracak irade haddinden fazladır.
Biz de bunu gerçekleştirecek yürek, ileri görüşlülük, derin vizyon, engin birikim, azalmayacak heyecan, tavsamayacak bağlılık, zayıflayamayacak mensubiyet duygusu, eksilmeyecek mücadele ziyadesiyle vardır.
Yalnız ve yalnız Türk milletinin menfaatini gözetmekten yorulmayacağız.
Sadece ve sadece Türkiye demekten, Türk ve İslam’ın yaşandığı ve kalbimizde canlı tuttuğumuz fikri ve vicdani vatan coğrafyalarıyla ilgilenmekten vazgeçmeyeceğiz.
Mesela Kerkük diyeceğiz, kimi zaman için için, kimi zaman doğrudan ağlayacağız, ancak Türkmen kardeşlerimizi varlık davasında yalnız bırakmayacağız.
Mesela Doğu Türkistan diyeceğiz, insanlıkla bağdaşmayan saldırıları manen bizde yaşayacağız ve hesap sormak için en uygun fırsatı kollayacağız.
Bu itibarla, sabırla, inançla, temizliğimizi muhafaza ederek, ama çok çalışarak 30 Mart’ta gülen taraf biz, yani Türk milleti olmalıdır.
Biliniz ki her başarımız Türklüğün gözündeki yaşları biraz daha silecek, bin yıllık kardeşliğimiz üzerindeki kara bulutları biraz daha kovacak, İslam’ın yüzündeki solgunluğu biraz daha giderecektir.
Biliniz ki her başarımız Müslümanlar için aranılan evrensel barış ve kardeşlik mesajı, bölgesel ve küresel zeminde itibarımız ve iddiamız için bir atlama taşı olacaktır.
Milliyetçi Hareket dualıdır ve başarıyı hak etmektedir.
Milliyetçi Hareket vasıflı, iyi yetişmiş, konularında uzman, meseleleri iyi okuyabilen, gelişmeleri iyi öngörebilen, çağı iyi anlayabilen milliyetçiliği ve demokrasiyi özümsemiş geniş bir kadroyla İzmir için, Türkiye için göreve hazırdır.
“Artık yeter, Şimdi Söz Senin Türkiye.”
“Artık Yeter, Şimdi Söz Senin İzmir.”
Şehitler destekçimiz, Türk tarihi ilhamımız, muhterem ecdad heyecan kaynağımızdır.
Cenab-ı Allah hepimizin yardımcısı olsun.
Gayret, atılganlık, yüreklilik, çaba ve mücadele bizden; takdir ve tensip aziz milletimizden, yardım ve himaye Yüce Rabbimdendir.
Muhterem İzmirliler,
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Türkiye son 11 yıldır her tarafından kuşatılmış, neredeyse yaşamadığı rezalet ve bunalım kalmamıştır.
Başbakan ve hükümeti komplolarla, tehlikeli kampanyalarla Türk milletinin tepesine çökmüş, önünü kapatmış, bağrına ateş topu gibi düşmüştür.
Dünden bugüne herkes şahittir ki;
√ Telefon ve ortam dinlemeleriyle özel hayatlar mahvedilmiştir.
√ Çarşaf çarşaf mahrem bilgiler servis edilerek insan hak ve özgürlükleri baltalanmıştır.
√ Tuzaklar kurulmuş, iftiralar atılmış, odalara böcekler monte edilmiş, haneler gözetlenmiştir.
√ Şafak vakitleri operasyonlar yapılmış, evler köşe bucak aranmış ve suç dosyalarına uyduruk, ihdas edilmiş kanıtlar koyulmuştur.
√ Sözde darbe davalarında kullanılmak üzere kazılar yapılmıştır.
√ Topraktan silahlar fışkırıyor diye beyanatlar verilmiştir.
Bavul dolusu belgeler, sahte CD’ler aslı astarı olup olmadığına bakılmaksızın darbe teşebbüslerine delil olarak kullanılmıştır.
TSK’nın içinden terör örgütleri çıkarılmış, genelkurmay başkanları terörist olarak suçlanmış ve cezaevine sokulmuştur.
Hazırlanan eylem planlarına atılan imzaların ıslak olup olmadığıyla ilgili izler sürülmüş, Türk askeri tabur tabur mahkemelerde sorguya çekilmiştir.
Geceli gündüzlü araştırma, inceleme ve soruşturmalar yapılmış, darbeci olarak mimlenenlerin hayatı karartılmıştır.
Sözde darbe davalarındaki usül hataları, sübjektif yorumlar, üretilmiş deliller, PKK’lı gizli tanıklar, vicdanlara sığmayan kararlar asrın skandalı olarak hafızalara kazınmıştır.
Darbeyle hiçbir alakası olmayan terörle mücadele kahramanları tarihin en ciddi insanlık suçuna maruz kalmışlardır.
Kırılmadık kalp, yıkılmadık umut, üzülmedik mazlum, terslemedik vicdan neredeyse bırakılmamıştır.
Darbecilerle mücadele propagandasıyla TSK aşağılanmıştır.
Ülkemiz AKP’nin iktidar yıllarında insafını bozuk para gibi gören ahlaksızların, ciğeri beş para etmez müfterilerin oyuncağı olmuştur.
Bu haksızlık elbette kimsenin yanına kalmayacaktır.
Ve sonunda TSK’ya atfedilen suçlamaların komplo olduğu, zoru görünce her değerini satacak AKP’li yüzler tarafından itiraf edilmiştir.
Sözde darbe davalarında verilen kararların adil ve hukuka uygun olmadığı artık anlaşılmıştır.
Bu yanlışın düzeltilmesi, hakların iadesi için gerekli hukuki girişim hızlı bir şekilde yapılmalıdır.
Hatırlarsanız, Başbakan Erdoğan Türk askeri yargılanırken, ne hikmetse, hukukun üstünlüğünü hiç dilinden düşürmemiş, hukuka saygısını hiç elden bırakmamıştır.
Ne var ki, 16 Şubat 2010 tarihli Meclis Grup Toplantısında; “Hukuk sistemine biz inanmazsak, biz güvenmezsek, başkalarının inanmasını, güvenmesini bekleyemeyiz” sözlerini kullanan Başbakan bugün hukuka savaş açmıştır.
Yine o tarihte, “Kişilerin hukuka uygun olan veya olmayan eylemleri olabilir, bunu da değerlendirebilecek olan hukuk sistemidir” diyen Başbakan, bugün yargı-emniyet cuntasından bahsetmektedir.
2 Şubat 2010 tarihli Meclis Grup Toplantısında; “Hukukun üstünlüğünü her şeyin üzerinde tutmaya devam edeceğiz” diyen Başbakan, bugün hukukun uluslararası komplolara alet olduğunu ileri sürmektedir.
Geçmişte defalarca “Herkes hukuka, hukuki süreçlere saygı duymak, sabırla adaletin tecelli etmesini, gerçeklerin ortaya çıkmasını beklemek durumundadır” diyen bu zihniyet şimdi hukuku tanımamaktadır.
Çok değil, bundan üç yıl evvel, “Türkiye hukuk devletidir, hukuk karşısında hiç kimsenin diğerine karşı ayrıcalığı yoktur, olamaz” diyerek mangalda kül bırakmayan bu Başbakan şimdi yargıdan kaçmaktadır.
12 Eylül 2010 Referandumu sonrasında, üstünlerin hukukunun bittiğini, hukukun üstünlüğünün sağlandığını vurgulayan birisinin, şimdilerde tam aksi tavır takınması çelişkidir, samimiyetsizliktir, dürüstlükten uzak bir tutumdur.
Başbakan Erdoğan Türkiye’yi 17 Aralık’tan beri meşgul eden “Rüşvet ve Yolsuzluk” iddialarını örtbas etmek için her yola başvurmaktadır.
Gizli kapaklı işlerin meydana çıkmasından oldukça rahatsızdır.
Rüşvet alıp veren faillerin, yolsuzluğun içine batan yandaşların, bürokratların, siyasetçilerin, bakanların ve hanedan mensuplarının adaletin karşısına çıkmasından aşırı korkmaktadır.
İktidar; hukuka müdahale etmekte, adil yargılamayı sekteye uğratmaktadır.
Savcıların görevini mevzuata uygun icra etmesine zorluk çıkarmaktadır.
Polisin adli kolluk görevini tam ve eksiksiz yapmasını sabote etmektedir.
Başbakan ve hükümeti Anayasa’ya aykırı davranmaktadır.
Cumhuriyet savcıları tarafından, yolsuzlukla anılan, haklarında çok vahim iddialar bulunan kişilerin mahkeme karşısına çıkarılmasına Başbakan mani olmaktadır.
Ve Türkiye hukuk devleti olmaktan hızla uzaklaşmaktadır.
Başbakan’a göre hedef yapılan güzel işler, demokrasi, millet ve milli iradedir.
Yani ortada hırsızlık, yolsuzluk, hukuksuzluk, kapkaç, aşırma yoktur.
Bu kafaya göre bunların hepsi kuru iftiradır.
Büyüyen Türkiye’ye karşı kan, faiz ve savaş lobileri harekete geçmiş, çeteler belini doğrultmuş, paralel devlet tezgâh kurmuştur.
“Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu”nun Türkiye dışında planlanan alçak bir proje olduğu, bunun ise maşalığını, taşeronluğunu ülke içinde bazı örgüt, bazı medya, sermaye ve siyaset çevrelerinin üstlendiği Başbakan tarafından hayâsızca beyan edilmiştir.
Bu mantığa göre ortada rüşvet falan da yoktur.
Çalma çırpma haberleri düzmecedir, iddialar asılsızdır.
Güya kirli ittifaklar işbaşındadır.
Güya karanlık örgütler devrededir.
Sanırsınız ki, Başbakan ve hükümeti masumdur, Türkiye’yi çekemeyenler ellerini ovuşturmaktadır.
Gene sanırsınız ki, Başbakan etrafıyla birlikte sütten çıkmış ak kaşıktır.
Her tarafı kara kesilmiş, milletin kesesine, devletin kasasına, yetimlerin hakkına, yok yoksulun cüzdanına hortum bağlayan iktidar ve yandaşları yüzsüzce, pervasızca, telaşla üste çıkmaya çalışmaktadır.
Başbakan Erdoğan sözüm ona yeni Türkiye’nin istiklal mücadelesini başlattıklarını utanmaksızın, yüzü kızarmaksızın açıklamaktadır.
11 yıllık istiklal düşmanları, 11 yıllık istiklal hazımsızları neyin ve kimin hesabına savaşacaklardır?
Bu savaşın tarafları kimdir, kimlerden oluşmaktadır?
Başbakan için istiklal ne anlama gelmektedir?
Yolsuzluğu örtmek ne zamandır istiklal savaşı olmuştur?
Hırsızı kayırmak ne zamandır istiklal savaşı olarak formüle edilmiştir?
Rüşvetçileri kollamak, kara paracıları temizlemek, yasa dışı bağlantıları kapatmak istiklal kavramıyla nasıl özdeşleştirilmektedir?
Helale yüz çevirip haramın derin çukuruna düşmek istiklal mi, yoksa ikbal mücadelesi midir?
Kul hakkını gasp etmek istiklalin mi, yoksa iflas etmiş siyasetin mi eseridir?
Ayakkabı kutularının banka şubesi olması, kamu arazilerini usulsüz şekilde yönetiminde mahdum ve yandaşların yer aldığı vakıflara peşkeş çekilmesi istiklal midir?
İhalelere fesat karıştırılması, altın kaçakçılığı, bakanlara kuryeler eşliğinde ve çantalar dolusu rüşvet dağıtılması istiklal olarak mı görülmektedir?
Başbakan Erdoğan istiklali en son ağzına alması gereken kişidir.
Çünkü istiklalimize kast eden bu şahıstır.
İstiklalimizi gölgeleyen, yerli ve yabancı güç ve çevrelere devleti teslim eden bu kişidir.
Türk milletinin istiklalini terör lobilerine, cinayet projelerine, illegal örgütlere, devlet içinde yuvalanan her neviden gruplara ikram eden bu gıybet ehli ve günahkâr yüzdür.
Unutmayalım ki, nifak ve fesat saçan diller, bir yanda devamlı “U” dönüşü yaparken, diğer yanda “O” dönüşüyle tenakuzlarını otomatiğe bağlar, kendi eksenleri etrafında dolaştıkça da benliklerini tavaf ederler.
Böylesi garabet kişilikler, dün lanetlediğini bugün kutsamaktan, kapalı kapılar arkasında veryansın ettiklerine de meydanlarda alkış tutmaktan asla kaçınmazlar.
Başbakan Erdoğan da aynen böyle yapmaktadır.
Milletimizi etnik temelde bölme teşebbüsü yetmemiş, bu kez de zihnen ve kalben parçalamayı amaçlamıştır.
Başbakan Erdoğan ithamlardan ve suçlamalardan yakayı kurtarabilmek niyetiyle Türk milletini birbirine düşürmeye azmetmiştir.
Türkiye Erdoğan’ın musibetiyle, savaş ve çatışma diliyle yüz yüzedir.
Önlem alınmaz, demokrasi bu zihniyetin değişimine ve iktidardan gitmesine ortam açmazsa, önümüzde felaketle bile izah edilemeyecek, şimdiden öngörüsü bile tam yapılamayacak yıkımlar durmaktadır.
Aziz İzmirliler,
Muhterem Dava Arkadaşlarım,
Hukuka siyasi operasyon sürdüğü müddetçe Türkiye’nin sosyal, siyasal ve ekonomik güvenliğinden hiç kimse bahsedemeyecektir.
Türkiye 17 Aralık’tan beri kan kaybetmektedir.
Başbakan Erdoğan ve hükümeti hukuk devleti prensibini rafa kaldırmak için her çirkefliğe meyletmektedir.
İktidarla menfaat birliği kurmuş sahtekârlar, imtiyazlı zümre, yeni yetme elit taife tam korumaya alınmış, zırha büründürülmüştür.
Bu ülkede kanun karşısında herkes eşittir.
Şayet “Rüşvet ve Yolsuzluk” iddialarında adı geçenler yargı önüne çıkarılmazsa hukukun vaaz ettiği eşitlik ilkesi zedelenecektir.
Mahkemelere güven tamamen bitecektir.
Hiç kimsesi olmayan, arkası ve dayanağı bulunmayan insanlarımızın devlete karşı itimat ve inançları eriyecektir.
Bu durum bir devletin çökmesi, orman kanunlarının egemen olması için yeter sebeptir.
Milli vicdan bu gelişmeler karşısında perişan olacak, toplumu bir arada tutan ahlaki ve hukuki normlar birer birer hükümsüz kalacaktır.
Uyarıyorum, bu şartlar altında ekonomik kriz kaçınılmazdır.
Dikkat edilsin, krizin tüm belirtileri görülmeye başlanmıştır.
Türkiye bu doz ve ölçüde giderse, siyasetin hukuka duvar olması sürerse;
Dövizdeki yükselme, borsadaki iniş daha da hızlanacak, Türkiye vahim bir ekonomik buhranla, reel krize kadar sıçrayacak panik haliyle karşılaşacaktır.
Yerli veya yabancı yatırımcılar kaçacak, Türkiye’nin risk primi artacak, faizleri durdurmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.
Tarihe kayıt düşüyorum; bu kapsamda fren tutmayan yoksulluk ve işsizlik döngüsü, siyasi kaos demokrasi dışı müdahalelere açık davetiye çıkaracaktır.
Hukukta başlayan çöküş hali dalga dalga büyüyerek güven duygusuna öldürücü bir darbe vuracak, birlikte yaşama idealini sarsacaktır.
Muhtemeldir ki, bölücüler bu sisli ve karanlık ortamdan istifade etmek için provokasyonlarını artıracaklar, yangın Türkiye’yi baştanbaşa etkisi altına alacaktır.
Yolsuzlukların üstüne kararlı ve sağlam gidilmedikçe, Türkiye üçüncü dünya ülkesi klasmanına gerileyecek, maalesef ki etnik, mezhep ve ideolojik bölünmeler keskinleşecektir.
İhtimal dâhilindeki tehlikeler bu kadar fazladır.
Başbakan görmelidir ki, devlet kilitlenmiştir.
Bu zihniyet çok acil şekilde tansiyonu düşürmelidir.
Birinci olarak devleti tam olarak çalıştırmalı, Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturmasının ucu kendisine, çocuklarına bile dayanıyorsa, hukuka saygı gereğince lazım gelen özveriyi göstermelidir.
İnkâr ederek “Rüşvet ve Yolsuzluk” selinin önüne geçemeyecektir.
İkinci olarak, devleti saran örgüt kimse, paralel yapılanma olarak lanse ettiği kimlerse ve eğer varsa, uluslararası komplonun arkasında kimleri tespit etmişse mutlaka üzerine gitmelidir.
Başbakan Erdoğan, kendisini yanlış yönlendirenleri, kitleleri manipüle etmek amacıyla uyguladıkları algı yönetiminin mimarlarını ve çokbilmiş akıl hocalarını vakit geç olmadan başta ayağa gözden geçirmelidir.
Gezi Parkı’nda kendisine tavsiye edilen redde dayalı siyaset stratejisi bu kez tutmayacaktır.
Toplumu sakinleştirmeli, herkese güven vermeli, yapay topluluklarla gece yarısı mitingler düzenleyip öfke ve nefret pompalamamalıdır.
Başbakan aklı varsa biraz susmalı, geriye çekilmelidir.
Her önüne gelen yerde konuşmamalı, tehlikenin farkına varmalı, Türkiye’nin meşru zeminlerden kayıp gittiğini idrak etmelidir.
Değerli Arkadaşlarım,
Başbakan Erdoğan gerçekte istiklalimizle ve istikbalimizle oynamaktadır.
Söz, eylem ve icraatlarıyla milli ahlaka, milli ruha, milli kimliğe ve milli varlığa açıktan ihanet etmektedir.
Hukuka, hukukçulara ve yürüyen yargısal süreçlere meydan okuyarak, yönlendirmeye çalışarak “Anayasa Suçu” işlemektedir.
Başbakan Erdoğan demokrasiyi devre dışı bırakmak üzeredir.
Toplumsal kamplaşmaları tırmandırmaktadır.
Havaalanlarında, siyasi tarafgirlikten başka gözü bir şey görmeyen, gerçekte ise hakkını yediği, hukukunu çiğnediği kalabalıkların huzurunda şov yapmaktadır
Ve Türkiye Recep Tayyip Erdoğan kriziyle boğuşmaktadır.
Görevini yapan savcılara yüz karası diyen Başbakan, gücü yetiyorsa, vicdanı varsa, yolsuzluğun başında değilse, yüzü zift gibi kararmış yanındaki hırsızlara, milletin parasıyla zenginleştirdiği asalaklara bakmalıdır.
HSYK’yı eleştiren, Danıştay’ın Adli Kolluk Yönetmeliğiyle ilgili verdiği iptal kararını yerden yere vuran bu zihniyet bize açıkça cevap vermelidir:
12 Eylül 2010 Referandumunda; HSYK’yı birilerinin arka bahçesi olmaktan çıkarıp, milletin ön bahçesi yaptık diyen kimdir?
Hukuktaki kast sistemini bitirdik diyen kimdir?
Mahkemelerdeki ideolojik tercihleri sonlandırdık diyen, yargıyı siyasi tasalluttan kurtardık sözleriyle avaz avaz bağıran zekâ özürlüsü kimdir?
Soruyorum, yetmez ama evetçiler nerededir?
Geçmişte, biz özel hayata müdahil olmayın dedikçe, Başbakan ne özeli, genel genel diyerek bas bas bağırıyor, itibar suikastçılarının eline koz veriyordu.
Biz hukuk siyasileşiyor dedikçe, mahkemeleri kimsenin emrine vermeyeceğiz, hukukun üstünlüğünü sağlayacağız diyerek ahkâm kesiyordu.
Başbakan bir zamanlar gurur duyduğu hukuktan şimdi şikâyet etmektedir.
Çünkü hedefte bizzat yolsuzluğa ve kirliliğe bulaşan kendisi ve çevresi vardır.
Bunun için hedef saptırmak için yeni Türkiye’nin ve milletin saldırıya uğradığını ısrarla ifade etmektedir.
Şunu herkesi iyi not etmelidir ki, Başbakan’ın yeni Türkiye ucubesi;
Kaostur, palavradır, bölünmedir, kavgadır, teröristlerin affı ve siyasete taşınmasıdır.
Yolsuzluktur, kanunsuzluktur, anti demokratik uygulamaların meşruluk kazanmasıdır.
Yeni Türkiye, hırsızın polisi görevden alma ahlaksızlığı, mahkemelerin karartılması ve mağduriyettir.
Yeni Türkiye hukukun keyfileşmesi, çetelerin güçlenmesi, kuvvetler ayrımının yok edilmesidir.
Yeni Türkiye Türklüğün yok sayılması, Andımızın kaldırılması, TC’nin silinmesi, milletin adına kast edilmesidir.
Yeni Türkiye, rüşvetçilerin, kara paracıların, yabancı devletlerin hesabına çalışan ne idüğü belirsizlerin hayırsever olarak sunulmasıdır.
Yeni Türkiye, para sayma makinelerinin yatak odalarına, milyon dolarların kutucuklara koyulmasıdır.
Yeni Türkiye, hanedan çocuklarının vakıflara saklanarak devleti soyup soğana çevirmesi, imar mafyası haline gelmesidir.
Yeni Türkiye, inkâr, yalan, iftira, teslimiyet ve tavizdir.
Yeni Türkiye hızlanarak çalan tren soyguncularının övülmesi, hazine yağmacılarının baş tacı yapılmasıdır.
Yeni Türkiye iblise verilmiş açık çek, emperyalizme çıkarılan açık davetiye, Kürdistan’a verilen vizedir.
Yeni Türkiye İmralı canisinin, peşmerge başının, polis ve Mehmetçik katillerinin gökler çıkarıldığı, PKK’nın siyasi statü elde ettiği hıyanet ve hezimet tablosudur.
Biz millet olarak istiklal mücadelemizi vererek Türkiye Cumhuriyeti’ni 29 Ekim 1923’de kurduk.
AKP’ye oy vermiş kardeşlerim bu vahim gerçekleri görmelidir.
AKP’nin içindeki vatansever milletvekili arkadaşlarım yetti gayri diyerek devreye girmeli, daha fazla kendilerini göstermelidir.
Artık Başbakan’ın önündeki yollar ikiye düşmüştür:
Ya “Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturması”nın önünü açacak, ya da kendi sonunu hazırlayacaktır.
Ya Tunus’un devrik lideri Zeynel Abidin Bin Ali gibi ülkeden kaçacak, ya da yüce Divan’da yaptıklarının hesabını verecektir.
Son kez herkesi ikaz ediyorum:
Hiç kimse yargıya baskı yapmamalıdır.
Adli kolluğun mahkeme kararlarını uygulaması ve bu çerçevede savcı tarafından verilmiş emirlerin yerine getirilmesi gecikmeksizin temin edilmelidir.
Hukuk devletinde yürütme yargıya talimat veremez, veremeyecektir.
Konumu, sıfatı ve mevkii ne olursa olsun, hiç kimsenin suç işleme özgürlüğü, özelliği, ayrıcalığı, yoktur ve olamayacaktır.
Türk askerine güç gösterisi yapanlar, sıra kendilerine gelince çifte standartta tevessül etmemelidir.
Hukukun egemen olduğu bir ülkede yolsuzlukların üstünü örtmeyi kimse aklından geçirmemelidir.
Milli irade yolsuzluğun bahanesi, aklayıcısı olamayacaktır.
Demokrasi kişisel çıkar ilişkilerinin kılıfı görülemeyecektir.
Devlet gücünü arkasına alanlar yasanın suç saydığı, ahlakın reddettiği, vicdanın kabullenmediği hiçbir ilişkiye mazeret bulamayacaklardır.
Yargısal denetimden kimse muaf değildir.
Konusu suç teşkil eden emir ve talimatlar asla yerine getirilemeyecektir.
Aksi durumda görevi ne olursa olsun, ilgililer sorumluluktan kurtulamayacaktır.
Yargı da objektif olmalı, adalete uygun, hiç kimsenin ve hiçbir grubun menfaatini gözetmemelidir.
Türkiye bugünkü devlet, hükümet, yargı ve siyaset krizinden acilen çıkmalı ve kurtarılmalıdır.
Demokrasi işlemeli, iktidar demokratik vasıtalarla değişmeli ve AKP gitmelidir.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Konuşmamı sonlandırmadan önce açıkça herkese diyorum ki,
İnanç istismarından bunalan vatandaşlarım,
Yokluk, yolsuzluk ve yoksulluktan daralan kardeşlerim,
Evladının kaygısını duyan, vatan için yüreği çarpan,
Barışmak, kucaklaşmak için fırsat arayan aziz vatandaşlarım, muhterem İzmirli kardeşlerim, işte o gün gelmiştir.
Fırsat yanınızdadır. Tercihiniz elinizdedir.
Türkiye sevdalılarını, yüreği vatan için çarpan herkesi MHP’nin iktidar yürüyüşüne davet ediyorum.
Kavgadan, karışıklıktan, çatışmadan bıkan herkesi MHP’ye omuz ve destek vermeye çağırıyorum.
Vereceğiniz her oy, güzel vatanımızın geleceğini belirleyecektir.
Vereceğiniz her oy, çocuklarınızın istikbalini tayin edecektir.
Vereceğiniz her oy yıkımın ve çözülmenin hesabını soracaktır.
Vereceğiniz her oy ihanete hançer gibi saplanacaktır.
Gelin bu defa, Türkiye’nin bağımsızlığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası ve milletin bütünlüğü için Milliyetçi Hareket’in saflarına katılın.
Gelin bu defa, Türklük için, kardeşlik için, milli onur için milli mücadelenin anılarını tazeleyin ve Türk milliyetçilerine evet deyin.
Gelin bu defa, Milliyetçi Hareket’i yerelde de genelde de tek başına iktidar yapın.
Bu duygu ve düşüncelerle bugünkü aday takdim toplantımıza katılan herkese bir kez daha sevgi ve saygılarımı sunuyor, hepinizin yeni yılını kutluyorum.
Birazdan açıklayacağımız ve partimizi temsilen belediye başkan adayı olacak arkadaşlarıma üstün başarılar diliyorum.
Yolunuz, bahtınız ve alnınız açık olsun.
Hepiniz Cenab-ı Allah’a emanet olun.
Sağ olun, var olun.
Ne mutlu Türküm Diyene