Yargı erkinin tamamına ‘’Bürokratik Oligarşi’’ diyen Başbakan’ın, demokrasiyi askıya alma düşüncesinin ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Genel olarak bakıldığında ise zaten demokrasiyi askıya alarak icraatlar sergilediğini de söyleyebiliriz.
Demokrasi ile yönetilen rejimleri, otoriter sistemlerden ayıran en belirgin özellik güçler ayrılığı ilkesi; yasama, yürütme ve yargının özerkliğidir.
Demokrasilerde temel şart; yasama, yürütme ve yargı erkleri bağımsız olsa dahi; birbirlerini gerektiğinde denetleyebilmesi ve fren sistemini işletebilmesidir.
Nasıl ki, halk adına hükümet yasalar çıkartıp ülkeyi yönetiyorsa, yargıda millet adına iktidarın uygulamalarını, yasa ve anayasaya uygunluğunu denetler.
Bu özellik, iktidarların keyfi ve hukuka aykırı tasarruflarının karşısındaki en önemli engeldir!
Kuvvetler ayrılığı ilkesi, idari zorbalığı yok etmek için icat edilmiş bir sistemdir. Kaldırmak isteyenlerin, neyi amaçladığını bu tanımın içinde okumak gerekir.
Kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde, demokrasi ve özgürlükten bahsedilemez.
Konyalı işadamlarına Dedeman otelde seslenen Erdoğan, "Kuvvetler Ayrılığı'' ilkesine tahammül edemediğini itiraf etti.
Konuşmasında "Yargı atacağımız adımların önüne geçiyor" diyerek "mağduriyet algısı" oluşturmaya çalışırken, eleştirilmeyen ve sorgulanmayan bir sistemin özlemini dile getirdi.
Başbakan’ın dile getirdikleri, kuvvetler ayrılığı kavramının içini boşaltan ve yürütmeyi, yargı karşısında üstünlük noktasında konumlandıran bir yönetim modeli arayışını gösteriyor.
Demokrasi ve hukuk devleti kavramlarının, tarih içindeki evrimine baktığımızda “kuvvetler ayrılığı” kavramının, vatandaş özgürlüklerinin güvencesi olarak ortaya çıktığını ve geliştiğini görüyoruz.
Başbakan Erdoğan, iktidara geldiği günden itibaren aşama aşama devletin tüm kurumlarını kendi partilileriyle doldurdu. Yasama, yürütme ve yargının, neredeyse tamamını kendi siyasi görüşlerine göre şekillendirdi ama ne hikmetse hala tatmin olmuş değil.
Bu konudaki sözleri, kendisinin demokrasi, insan hakları ve hukuk devletinden ne anladığı, yeni anayasa hazırlıkları çerçevesinde Türkiye’ye nasıl bir siyasal düzen getirmek istediği gibi ortaya çıkıyor.
Halbuki; AKP iktidarıyla geçen son on yılda ne yargının bağımsızlığından söz etmek mümkün; ne de yasama ve yürütmenin özerkliğinden.
Bakanlar, Başbakanın ağzına bakıyor, mahkemelerde başbakan başsavcılık görevini tapıyor. Özellikle son yıllarda başbakanın istemediği hiçbir karar mahkemelerden çıkamadı.
Gerek yasama, gerek yürütme, gerekse yargı ergleri Erdoğan'ın ''tek adam''lığa oynama hırsının kurbanı oldu.
Ancak bu bile Erdoğan'a yetmiyor. Seçimle iktidara gelen Erdoğan, padişahın yetkilerini bile aşarak dikdatörlüğe özenme emareleri göstermeye başladı.
Erdoğan, Türkiye'yi istediği gibi yöneteceği, yaptıklarının hiçbir koşulda denetlenmediği, kimsenin demokratik teammüller çerçevesinde kendisine hesap soramadığı bir ülke haline getirmek istiyor.
Bu sistemin adı demokrasi değil "tek adamlık" , "otokratik rejim'' ve "kuvvetler birliği"dir!
Başbakana göre, 550 kişilik Yasama suçlu, yürütmeden sorumlu kendi partisi ve bürokratları suçlu, mahkemeler ve yargı da suçlu, tek haklı olan; Başbakan!
Asıl konu sorgusuz, sualsiz biat ve itaat
Meselenin kökeninde Erdoğan’ın kural, itiraz, direnç istememesi, muhalefetin susturulması ve medyanın ya tam yandaşlaşması yada sessiz kalmasını sağlamak yatıyor.
İktidarlar, mutlak haklı olduklarına inandıklarından istedikleri yasaları çıkartıp uygulaya geçerler. Bu arada sayısız hata yaparlar. Ancak, her sistemde bir iktidar vardır. Demokrasilerde, aslolan muhalefetin varlığı ve yargının denetim gücüdür.