Bahçeli “Henüz iktidara teslim olmamış televizyonlar, gazeteler ve medya sahipleri bu kepazeliklere karşı taraflarını berraklaştırmalı ve tavırlarını gösterebilmelidir. Ayan beyan ortadır ki, Başbakan Erdoğan’ın MHP’den ödü kopmaktadır. Milliyetçi-Ülkücü Hareket Başbakan’ı korkudan tir tir titretmektedir. Çünkü biz haklıyız, çünkü biz doğruyuz, çünkü biz Türk milletinin hissiyat ve düşüncelerinin yegâne tercümanı ve sözcüsüyüz. Hainlerin bizi sevmemesi doğaldır. Diktatörlerin bizden hoşlanmaması normaldir” dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Yalancı, yüzsüz, riyakâr, dedikoducu, karanlık suratlı bir yığın adam AKP’nin etrafında toplanmış, maneviyat sömürüsüyle günahın ve şeytani heveslerin özel kuryeliğine soyunmuşlardır. Herhalde bu sözlerimize Başbakan yine dayanamayacak, yine tahammül edemeyecek ve uzandığı ilk telefonla Fatihlerine emirler yağdıracaktır” dedi.
İşte Bahçeli’nin konuşmaları…
Değerli Milletvekilleri
Saygıdeğer Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Bu haftaki Meclis Grup konuşmama başlarken hepinizi en içten hissiyatımla selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
8 Şubat 2014 günü gece saatlerinde Van’ın Saray ilçesine bağlı, İran sınırında bulunan Karahisar Köyü yakınlarında içimizi yakan bir kaza gerçekleşmiştir.
Bu kapsamda bir askeri aracın devrilmesi sonucunda aralarında Iğdırlı Ali Ekber Aslan, Adıyamanlı Özkan Demir, Konyalı Hüseyin Alıcı’nın bulunduğu 3 Mehmet’imiz şehit düşmüş, 18’i de yaralanmıştır.
Şehit askerlerimiz arkalarında gözü yaşlı eş, ana ve baba bırakarak dualar eşliğinde son yolculuklarına uğurlanmıştır.
Aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyor, kederli ailelerine, silah arkadaşlarına ve aziz milletimize başsağlığı dileklerimi iletiyorum.
Halen tedavi altında bulunan evlatlarımıza da acil şifa temenni ediyorum.
Kaza olduğu ileri sürülen bu tip talihsiz vakaların önlenmesi, can kayıplarının engellenmesi için gerekli tüm tedbirlerin alınmasını yetkili ve sorumlu kişilerden beklediğimi özellikle ifade etmek istiyorum.
Değerli Arkadaşlarım,
Bugün itibariyle Kıbrıs’ta yeni bir müzakere süreci başlamaktadır.
KKTC yönetimiyle Rum tarafının üzerinde anlaştığı iddia edilen ortak metin baz alınarak müzakerelerin yürütüleceği kamuoyuna yansımıştır.
BM’nin öncülüğünde, ABD’nin denetim ve yönlendirmesi altında olduğu anlaşılan müzakere sürecinin iki ayaklı bir kulvarda ilerletileceği görülmektedir.
İlk olarak Kıbrıs sorununun Mayıs ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerine kadar çözülmesi planlanmaktadır.
Bunda başarı sağlanamazsa, ikinci etap devreye girecek ve müzakereler ülkemizdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminin arkasına bırakılacaktır.
Şu saate kadar Rum kesimiyle KKTC’nin üzerinde mutabakat temin ettiği ortak metin tüm yönleriyle açıklanmamıştır.
Hükümet adada adil ve kalıcı bir çözüm parolasıyla tarafların masaya oturmasını dikkatle izlemeli, Kıbrıs davasından geri adım atacak ödünlere fırsat vermemelidir.
Bize göre Kıbrıs konusunun tekrar gündeme gelmesi oldukça ilginç ve üzerinde durulması gereken bir zamana denk düşmüştür.
Doğu Akdeniz’deki enerji hesapları, İsrail, ABD ve Rum yönetimi arasındaki paslaşmalar Kıbrıs’ı milli tezlerin aleyhine olacak bir güzergâha sokmuştur.
Bu çerçevede 2011 yılının Eylül ayında, Güney Kıbrıs Rum kesiminin tek taraflı ilan ettiği “Münhasır Ekonomik Bölge” kararının Kıbrıs meselesini farklı bir mecraya çektiği tartışmasızdır.
Rumların adaya hâkimiyet kurma arayış ve özlemleri, Türk toplumunu sindirme ve silme çabaları uluslararası toplumun açık ya da örtülü desteğini her zaman almıştır.
Annan Planı kapsamında 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan referandumdan çıkan “Yes Be Annem” iradesi bir yönüyle Rumlara ve Batı planlarına taviz olmuş, adadaki Türk varlığına karşı bitmeyen mücadelelere yeni bir halka eklemiştir.
Başbakan ve hükümeti KKTC’nin egemen bir devlet olarak uluslararası sistemde tanınması için gerekli mücadeleyi gösterememiş, ambargoların kaldırılmasını sağlayamamış, Kıbrıs konusunu AB parantezinden çıkaramamıştır.
Kaldı ki buna da samimiyetle niyet etmemiştir.
Bugüne kadar sağlıklı, eşitliğe dayalı, hakkaniyeti gözeten, iki kesimliliği garanti altına alan çözüm modellerini tıkayan her zaman Rum kesimi olmuştur.
Annan Planı’ndan sonra yeni bir çözüm edebiyatının başlaması, yıllardır bir arpa boyu mesafe alınamayan görüşmelerin farklı bir pencere açılarak sürdürülmesi bize çok umut verici ve inandırıcı gelmemektedir.
Görünen odur ki, AB’yi, ABD’yi ve İsrail’i arkasına alan Rum kesimi adadaki Türk toplumunu çözüm ve müzakere ambalajında yorarak, bezdirerek çözülmesini hedeflemektedir.
Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu’nun Rum kesiminin federasyon şemsiyesi altına girmesi aslında kaybedilen mevzilerden birisi olarak akıllardadır.
Başbakan ve hükümetinin olan biten olumsuzluklara müsait ve hazır olduğuna dair güçlü emareler çoktandır mevcuttur.
Kıbrıs meselesi, Türk milletinin kaderini ve Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren milli ve stratejik bir davadır.
Kıbrıs Türk halkının kimliğini koruması ve kazanılmış haklarının çarçur olmaması çok ama çok önemlidir.
Bizim için adada adil, kalıcı ve iki kesimliliği teminat altına almayan hiçbir plan, proje, karar meşru ve geçerli olmayacaktır.
Kıbrıs Türklüğünü sığınmacı, yurtsuz, ikinci sınıf insan yapma teşebbüslerini, 1974’ün rövanşını almaya dönük hamleleri asla kabul etmeyeceğimizi bu vesileyle ilan ediyorum.
Dileğim yeni müzakere sürecinin Kıbrıs Türklüğünün çıkarlarını ve egemenlik haklarını tescil etmesidir.
Biz henüz ayrıntıları ortaya çıkamayan bu müzakere sürecini çok yakından, özenle ve titizlikle izleyecek, Kıbrıs’ın Türklüğünü kararlıca savunmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Muhterem Arkadaşlarım,
Bildiğiniz üzere, 2013-2014 Eğitim ve Öğretim yılı 16 Eylül 2013 tarihinde başlamış, 24 Ocak 2014 günü de ara tatile girmiştir.
Sayıları 17 milyonu bulan öğrencilerimizle yine sayıları 800 bine yaklaşan öğretmenlerimiz 15 günlük dinlenme süresini doldurduktan sonra yeni döneme dün itibariyle başlamışlardır.
2013-2014 Eğitim ve Öğretim yılının ikinci yarıyılının başında öğrencilerimize ve öğretmenlerimize üstün başarılar, ailelerine de kolaylıklar diliyorum.
Milli eğitim sisteminin birçok sorunu olduğunu biliyor ve yakından izliyoruz.
Geleceğimizin teminatı sevgili çocuklarımızın siyasi dürtülere, siyasi emellere kurban verildiğini de üzülerek görüyoruz.
AKP hükümeti milli eğitim sisteminin ahengini bozmakla kalmamış, yarınlarımızı sabote etmiştir.
Bizi kaygılandıran en temel meselelerden birisi eğitim ve öğretimdeki millilik vasfının küllenmiş ve karartılmış olmasıdır.
Bu durum milli bekamız ve milli varlığımız açısından ilave riskler doğurmuştur.
Eğitim ve öğretim sistemi üzerindeki keyfi oynamalar, sorumsuz ve gayri milli tercihler öğrenci-öğretmen arasındaki uyum ve bağı çarpıtmış ve dejenere etmiştir.
Milli eğitim yapısı içinde devrilmedik çam, kırıp dökülmedik değer bırakılmamıştır.
Başbakan Erdoğan’ın iptidai mizacı, otoriteryen eğilimi eğitim ve öğretim hayatını baştan sona kasıp kavurmuş, sisteme ağır hasar vermiştir.
Öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz ve veliler sürekli değişen, çocuk oyuncağına dönen sistem arayışlarından bunalmış ve usanmıştır.
Başbakan’ın reform diye gündeme getirdiği her yeni düzenleme artan problemlere, yayılan uyum zorluklarına, yoğunlaşan kafa karışıklıklarına fazlasıyla önayak olmuştur.
Sonuç olarak da ufuksuz, ruhsuz, vizyonsuz, mefkûresiz bir eğitim sisteminin direkleri dikilmiş, kirişleri kurulmuş, çatısı örülmüştür.
Halen atama bekleyen öğretmen çilesi bitmemiş ve bu çerçevedeki yaklaşık 350 bin öğretmenimizin sesi işitilmemiştir.
6 Şubat günü yapılan 10 bin öğretmen ataması ise sadece pansuman işlevi görecektir.
Biliyorum, milli eğitim kadrosuna katılmak için gün sayan, dayanacak mecalleri kalmayan yüzbinlerce kardeşim zor durumdadır.
Çaresizlik içinde kıvranan öğretmenlerimizin öğrencilerine ve sınıflarına kavuşmaları geciktikçe psikolojik tramvalar ve intiharlar sıklaşmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde atanamadığından dolayı hayatına son veren Sakarya Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu Canan Doğan bizi çok üzen en son kayıp olmuştur.
Atamayı dört gözle, sabırsızlıkla ve zorluklara katlanarak bekleyen öğretmenlerimizin feryatları duyulmalı, bu sosyal kangren tedavi edilmelidir.
Sormak istiyorum ki, Başbakan Erdoğan her tarafa harcayacak para bulmuştur da, sıra öğretmenlere gelince mi bütçe imkânlarını hatırlamıştır?
Suriyeli sığınmacılara 2,5 milyar doları yağmur gibi saçarken veren el olmuştur da, konu öğretmenler olunca mı anında araziye uymuştur?
Ayakkabı kutularına deste deste para dizen rüşvetçi iktidar, emeklerinin karşılığını isteyen kardeşlerimize kalp gözünü kapatmamalı, vicdanen duyarsız durmamalıdır.
Sorgulamamız gereken şu çelişkileri hepinizin takdirine sunuyorum:
Taktıkları kol saatinin fiyatı 700 bin lirayı bulan bakanlar her şeye layıktır, fakat öğretmenlerimizin karın tokluğuna çalışmaya talip olmaları bile çok görülmektedir.
Para kasalarına tıkıştırılan milyon dolarlarla azan bakan çocukları, iş takibi yapan, işadamlarını markaja alan, kamu arazilerini zimmetine geçiren Başbakan çocukları masumdur, komplo kurbanıdır; ancak hakkını isteyen öğretmenler suçlu ve hadlerini aşmaktadır.
Başbakan’ın birinci derece sit alanlarına villa yapması, devlet hazinesini ona buna peşkeş çekmesi normaldir, ama öğretmenlerimizin çalışmak istemeleri, hakları olan siyasi tasarrufu talep etmeleri anormaldir, falsolu davranışa girmektedir.
Sayın Başbakan böylesi vicdansızlık, böylesi adaletsizlik emin ol ki, ne Angola’da, ne Zambia’da, ne Tanzaya’da, ne Uganda’da ne de Honduras’da vardır.
Hükümet Türkiye’yi her zeminde küçük düşürmekle kalmamış, milyonlarca Türk vatandaşını yokluğa, yoksulluğa, açlığa, muhtaçlığa terk etmiştir.
Nasılsa Başbakan’ın işleri tıkırındadır.
Nasılsa kurduğu soygun çarkının haram geliri kendisine akmaktadır.
Deve kuşunun başı nasıl kuma gömülüyse, bunların başı da kutulara girmiştir.
Şu anda atanamayan her mazlumun, ücretli köleliğe maruz kalan her eğitim neferinin vebali Başbakan’ın omuzlarındadır.
Türkiye’nin muazzam bir öğretmen açığı varken, devletimizin imkânları kadrolu öğretmen istihdam etmeye yetecekken, atanamayanlara ek olarak, herhangi bir güvencesi olmayan öğretmenleri ücretli çalıştırmak da ahlaken ve hukuken sorunludur.
Şu müjdeyi açık açık muhataplarına bildiriyorum:
Milliyetçi Hareket Partisi’nin iktidarında öğretmen açığı kapatılacak, atanamayan bir öğretmen dahi kalmayacaktır.
Izdırap içindeki kardeşlerim merak etmesinler, kasalarını dolduranların sandıkları boşalacak; milli irade kabarık faturayı ilk olarak 30 Mart’ta bu sefalet yuvalarına kesecektir.
Muhterem Milletvekilleri,
AKP iktidarı her alanda olduğu gibi milli eğitim sistemini de yozlaştırmış, yalana ve dolana mahkûm etmiştir.
Eğitim ve öğretim hayatının siyaset ve saltanat aracı yapılması milletimize karşı işlenmiş en adi suçlardan birisi olmaya adaydır.
Görüyorsunuz, dershaneler konusu üzerinde estirilen fırtına gittikçe kuvvetlenmektedir.
Başbakan’ın kin ve garaz dolu tutumu dershanelerin siyasetin gündemine oturmasına neden olmuştur.
TBMM’ne sevk edilen dershaneleri içine alan Kanun Tasarısı’nın kendi içinde birçok tutarsızlığı ve tartışılacak yönü olduğu her türlü izahtan varestededir.
Şunu hemen söylemek isterim ki, bizim dershanelere bakışımız net, duruşumuz bellidir.
Hatırlarsanız, bu kapsamdaki yorum ve değerlendirmelerimizi en son olarak 19 Kasım 2013 tarihli Meclis Grup toplantımızda açıklamıştık.
Hükümet dershaneler bazında sürdürdüğü gerginlik politikasını, yıllarca beraber yürüdüğü ve işbirliği yaptığı camiayı cezalandırma fırsatı olarak görmektedir.
Bu bize göre oldukça sakıncalı ve yanlış bir tavırdır.
Yani dershanelerin kapatılması bir ihtiyacın eseri değil de, sürekli ivme ve mevzi kazanan sürtüşmenin cephanesi olarak telakki edilmektedir.
Başbakan Meclis’teki sayısal çoğunluğuna güvenerek mücadele ve kavga ettiği grubu sindirmek ve zorda bırakmak için her yolu denemektedir.
Bir defa böylesi akıl tutulması dershanelere dürüstçe bakılmadığına, kapatılmayla ilgili hedefin hakikaten de isabetli olmadığına delildir.
Daha önce de dile getirdiğimiz gibi, dershanelerin kapatılması ilkesel düzeyde benimsediğimiz bir husustur.
Fakat öncelikle dershanelerin ihtiyaç olmaktan çıkarılması ve milli eğitim sisteminin beklentileri yeterince karşılaması lazımdır.
Evlatlarımızı dershanelere mahkûm eden yürürlükteki bozuk ve bulanık sistem değişmeden yapılacak her hamle, alınacak her karar boşlukta kalacak, bir ayağı sakat olacaktır.
Öğrencilerimizi dershane kapısına mecbur eden sistem tüm yönleriyle ele alınmadan, dershanelerin tedrici olarak kapanmasına dönük gerekli planlama, hazırlık ve alt yapı oluşturulmadan, bu meyanda sırf hesaplaşma adına öfke saçmak doğru ve insaflı mıdır?
Yine merak ediyoruz ki, Başbakan’ın dershaneleri kapatma inadında Oslo’daki müzakerelerin de tesiri var mıdır?
Ağzının perhizi olmayan, dilinin ayarı kalmayan, zihninin dikişleri sökülen Başbakan’ın şuursuzca davranması şüphesiz ki kendisine kaybettirecektir.
Dershane kapatma meselesini silah gibi kullanan, eğitim hayatının dokusunu zedeleyen bu zihniyet dikkat etsin ki, tuttuğu namlunun ters tepmesi direkt kendisini vuracaktır.
Bizi düşündüren bir başka mesele ise, dershanelerde görev yapan öğretmenlerin KPSS şartı aranmadan, yalnızca sözlü sınavla Milli Eğitim sistemine dâhil edilmeleriyle ilgili hazırlıktır.
Bu haksız, ucube ve sorunlu kararın adaletsizliğin tescili olacağını şimdiden söylemek ve bildirmek isterim.
Dershane öğretmenlerini mülakatla alma niyetinde olan hükümet, acaba atanamayan, yıllardır gözyaşı döken kardeşlerimize ne diyecek, bahane olarak neyi gösterecektir?
Atanamama zulmüne uğrayan öğretmenlerimizin suçu ve günahı nedir?
Burnu Kaf Dağı’nda olan Başbakan söz konusu haksızlığın tarafı ve sahipleneni olmaktan vazgeçmelidir.
Ayrıca dershane kamuflajı altında ataması yapılan öğretmenlere, en az bir yıl çalışmalarının hitamında şayet disiplin cezası almamış ve belirlenen performans kriterlerine göre başarılı olmuşlarsa yazılı ve sözlü imtihanlara tâbi tutulmaları getirilecektir.
Anlaşılan memuriyete yeni başlayan öğretmenlerimiz siyasi görüşlerine ve hükümete yakınlıklarına veya uzaklıklarına göre değerlendirmeye alınacaklardır.
Kim ne derse desin bu fahiş hata yasalaşırsa, öğretmenlerimizin iş güvencesi tehdit altına girecek, yandaşlık özendirilecek, AKP öğretmenliği adı altında yeni bir kariyer grubu oluşturulacaktır.
Başbakan ve hükümetinin Milli Eğitim Bakanlığı’nda Müsteşar dışındaki tüm üst düzey kadroları boşaltma, tüm makamları tasfiye etme sinsiliği de yeni ve şiddetli bir kadrolaşmanın habercisi olarak okunmalıdır.
Dört yıl ve üzerindeki okul müdür ve yardımcılarını bile hedef alan hükümet yangına adeta körükle gitmektedir.
İnancım odur ki, TBMM’nin saygın üyeleri Başbakan’ın egolarına, akıl kârı olmayan siyasi yanlışlarına ve nihayetinde milli eğitim üzerindeki tahribatlara izin vermeyeceklerdir.
Aydınlık yarınlarımızın hazırlayıcısı, umutlarımızın kaynağı muhterem öğretmenlerimiz Başbakan’ın ipini çekecek, kendilerine reva görülen zorbalıkların, hukuksuzlukların bedelini inşallah ödetecektir.
Öğretmenlerimiz bugünleri unutmamalıdır.
Günü saati geldiğinde kalem tutan elleriyle Başbakan’ın üzerini çizmeli ve demokratik güçlerini dosta, düşmana göstermelidirler.
Değerli Arkadaşlarım,
Siyaset her neviden toplumsal ve ekonomik sorunların ele alınıp, bunlara karşılık çözüm yollarının aranıp bulunmasını hedefleyen bir süreçtir.
Bu zemindeki kayma ve aşınmalar en başta demokrasiye zarar vereceği gibi, milli iradenin istikrarlı şekilde temsilini de sakatlayacaktır.
Devlet ve ülke yönetimini ilgilendiren her konu, insanımızın ve gelecek nesillerin her istek ve ihtiyacı siyasetin tutunduğu ana çerçevedir.
Siyasetin ideal, ahlak ve meşru düzlemden kopması, içe kıvrılıp çatışma üretmesi sahip olduğumuz ne varsa tüketecek, ne varsa erozyona uğratacaktır.
Tecrübelerimizden çıkardığımız başlıca husus; Türkiye’nin darlık, yokluk ve bunalımlı dönemlerinde siyasetin tıkandığı, bu tıkanıklığın sosyal ve ekonomik açmazları daha da derinleştirdiğidir.
Üzerinde ittifakla mutabık kalacağımız gerçek ise bunun bir kısır döngü olduğudur.
Türkiye on yıllardır kısır bir döngünün pençesindedir.
Toplumsal istikrar, siyasal denge, ekonomik güvenlik bir türlü arzu ettiğimiz kıvam ve seviyeye gelememiştir.
Malum çevreler devlet-millet arasındaki gerilimi devamlı olarak canlı tutmuşlar, bunun üzerinden siyasal fayda devşirme hevesine kapılmışlardır.
Toplumsal kutuplaşmalar kanalıyla birlikte yaşama ruhu tahrip edilmiş, ideolojik bölünmelerle yıllarımız heba olmuş, bölücülük hükümet eliyle resmileşmiştir.
Türk siyaseti çatışma üreten aktörlerden, demokrasiyi esasta özümseyememiş, milli vicdanı hak ettiği gibi idrak ve temsil edememiş kaos faillerinden dolayı anlam ve değer kaybına uğramıştır.
Türkiye’nin siyasi ve ekonomik toparlanması, iç ve dış dengenin kararlı şekilde kurulabilmesi ne yazık ki sağlanamamıştır.
Çünkü ülke yönetiminde bulunan siyasi zihniyetlerin uzlaşmaya kapalı durmaları bir yana, intikam hırsları, eski yaraları kanatma işgüzarlıkları, kendi dışındakileri öteki görme hastalıkları sorunları içinden çıkılmaz yapmıştır.
Siyaseti kavga arenasına çevirenler, bozgunculuğu rehber edinenler milletimizin zamanından çalmış ve tarihin tekerrür etmesine yol açmışlardır.
Zamanın ileriye doğru akmasına karşılık, milletçe çağın gerisine düşmek, yüz yıl önceki olayların neredeyse tıpa tıp benzerlerine muhatap kalmak başka türlü izah edilemeyecektir.
Demokrasilerde mirastan yiyen, sürekli sanal çatışma ve gerilimlerle vakit geçiren, kendi dışındaki herkesi tehdit olarak algılayan, teröristlerle masaya oturan bir iktidarın yaşama şansı şimdiye kadar olmamış, bundan sonra da olmayacaktır.
Türkiye’nin bugünkü hal ve özeti Fetret Devri’ne bile rahmet okutacak düzeydedir.
AKP iktidarının elle tutulacak hiçbir yanı kalmamıştır.
Bu iktidar tıpkı bir düşman gibi milli birliğimize saldırmakta, toplumsal huzurumuzu sakatlamakta, ifade hürriyetine sataşmakta, demokratik tercihleri sık boğaz etmektedir.
Başbakan siyasetini tamamıyla kavgaya ve kutuplaşmaya bağladığından, tarihteki tüm bozgunculara, tarihteki tüm fitnecilere, tarihteki tüm kriz tellallarına taş çıkarmaktadır.
AKP’nin 12 yıla giren iktidar dönemi; kurulan tuzakların, kapanmayan yaraların, dinmeyen oyunların, kesilmeyen provokasyonların icazet ve gölgesinde geçmiştir.
Tarihin nereye aktığını anlamayan bir iktidar bu kadar yıldır görevdedir.
Türkiye’nin nereye doğru gittiğini fark edememiş bir iktidar bu kadar senedir işbaşındadır.
Milli hedeflerin, milli güvenliğin, milli bekanın, milli kimliğin ve milli stratejinin bu denli yabancısı bir iktidar sanıyorum düşman başına bile gelmemiştir.
Başbakan Türkiye’yi gerçekten de harap etmiş, milleti korkutarak, hayali düşmanlar icat ederek siyasetini ikmal etmeye çalışmıştır.
Yalancı, yüzsüz, riyakâr, dedikoducu, karanlık suratlı bir yığın adam AKP’nin etrafında toplanmış, maneviyat sömürüsüyle günahın ve şeytani heveslerin özel kuryeliğine soyunmuşlardır.
Herhalde bu sözlerimize Başbakan yine dayanamayacak, yine tahammül edemeyecek ve uzandığı ilk telefonla Fatihlerine emirler yağdıracaktır.
Anlaşılan, Başbakan Erdoğan’ın paralı askerleri, yandaş lejyonerleri, medyadaki soytarıları 24 saat eksiksiz hizmet vermektedir.
Demek ki, “Alo Fatih” hattı biz konuşurken sürekli açık ve çalışır vaziyettedir.
Başbakan Erdoğan Dünya’nın neresinde olursa olsun aslan parçası fatihleri, kula kulluk eden iki ayaklı dama taşları tetikte beklemişler, adeta amuda kalkarak emre amade olduklarını göstermişledir.
Şimdi de biz fatihçiklere sesleniyoruz: “Alo Fatih”, haberiniz olsun tehlike büyük, çünkü MHP sel gibi, kurşun gibi, fırtına gibi geliyor.
Bu nedenle yayınımızı derhal kesin, durum raporunu da sahibinize takla ata ata bildirin ve ezile büzüle en kısa yoldan ulaştırın.
Buradan Başbakan’a bir teklifte bulunuyorum:
Madem sözlerimizden çok alınıyorsun, üzüntüden fatihlerini iki de bir azarlıyorsun, o halde gel bu işi çözelim, sonuca erdirelim.
Şahsımın; ne zaman, ne kadar süreyle, hangi sınırlarda, nerede ve nasıl konuşması gerektiğini bildirirsen senin gönlünü kırmaz, deyim yerindeyse sana bir güzellik yapmaktan çekinmeyiz.
Sayın Başbakan yeter ki sıkma canını, bu kadar çırpınma, bu kadar dert etme, her şeyin orta yolu vardır ve bize bir ‘Alo’ demen kâfidir.
Değerli Milletvekilleri,
Özel hayatın mahkeme kararı olmaksızın dinlenmesi, kayda alınması ve sonra da siyasi spekülasyona malzeme yapılması kesinlikle maruz görmeyeceğimiz, doğru bulmayacağımız bir ahlaki düşüklüktür.
Kanunsuz şekilde kişilerin dinlenip haklarında arşiv düzenlenmesi büyük bir skandal, çok ciddi bir handikaptır.
Bu şekildeki bir sapma hali insan hak ve özgürlükleri açısından büyük bir tehdit, hak ve hukuk bakımından endişe verici bir kayıptır.
İnsanın gündelik hayatına böcek iliştirmek, en özelini deşmek ve bu yolla bilgi istiflemek hepimizin ortak mücadele etmesi gereken bir düzeysizlik ve seviyesizlik halidir.
Ne var ki, bir suçun tespiti, ülke ve millet aleyhine olacak bir ilişki ağının teşhisi için yürürlükteki mevzuat gereğince teknik takip ve dinleme makul ve meşru bir yoldur.
Bugün gündeme sızan tape ve ses kayıtlarının da mahkeme kararına binaen yapıldığı, özel hayatla ilgili olmayıp hepimizi ilgilendirdiği ortadadır.
Bu gelişmelerden Başbakan’ın sızlanmasına ve rahatsızlık duymasına lüzum yoktur.
Şayet kamuoyuna servis edilen dinleme kayıtları, sızdırılan tapeler bizzat Başbakan’ın mahremiyetini ilgilendirmiş olsaydı, buna en başta biz karşı çıkar ve kararlıkla da lanetlerdik.
Fakat kazın ayağı hiç de öyle değildir.
Bu vesileyle Başbakan’a kendisinin çok sevdiği, geçmişte de sıklıkla kullandığı sözleriyle seslenmek istiyorum:
Sayın Başbakan şunu iyi anla ki, bu ses kayıtlarının içeriği özel değil, genel genel, genel ahlaksızlığın daniskasıdır.
Başbakan işi gücü bırakmış Milliyetçi Hareket Partisi’ni takibe girişmiştir.
Bu elbette bizim için memnuniyet vericidir.
Başbakan bizi ne kadar izlerse, ne kadar dinlerse, ne kadar örnek alırsa o kadar çok şey öğrenecek ve doğruyu görecektir.
Ancak kendisi bizden istifade için değil, sesimizi kısmak, ekranlardaki nefesimizi kesmek için çırpınmıştır.
Muhtemeldir ki, şu anda ekran karşısında başını iki eli arasına alarak odasında terör estiriyor ve merhum Kemal Sunal’ın bir filminde sürekli dayak yiyen mazlum karakterinin kopyalarını yana döne arıyordur.
Başbakan nereye gitse gözü bizdedir.
Başbakan ne yapsa bir kulağı bize çevrilidir.
Başbakan ne yöne dönse karşısında bizi veya hayalimizi görmektedir.
Muhtemeldir ki, geceleri bile adımızı sayıklamaktadır.
3 Haziran 2013 tarihinde başlayan ve Fas, Cezayir ve Tunus’u kapsayan ziyareti esnasında şahsımı ve partimizi hedef alan faşizan sözleri gündeme bomba gibi düşmüştür.
4 Haziran 2013 tarihinde TBMM Grup Toplantımızda paylaştığımız görüşlerimizin Haberteyyo ekranlarında yayınlanması Başbakan’ı çileden çıkarmıştır.
Başbakan görüş ve düşüncelerimizin ekranların altından verilmesine bile sinirlenmiş, Fas’tan Alo Fatih hattını tuşlamıştır.
Medyanın köçeğine dönen malum şahıs ise can havliyle yayınımızı kesmiş ve haberimizi engellenmiştir.
MHP’nin görüş ve düşüncelerinin ekranlarda alt yazıyla geçmesine bile tahammül edemeyen Başbakan Erdoğan, benzerlerine ancak kapalı devre çalışan dikta yönetimlerinde rastlanacak bir hazımsızlıkla müdahale etmiştir.
AKP’nin Pravdası’na dönen medyanın Milliyetçi Hareket Partisi’ne uyguladığı sansür, fikirlerinin kamuoyuna ulaşmasına koyduğu şerh ileri otokrat Başbakan’ın gözetim ve denetiminde tezahür etmiştir.
Bu demokrasi cinayetidir.
Bu bağımsız basın anlayışının havaya uçmasıdır.
Özgür, tarafsız ve objektif olması gereken medya organları Başbakan’ın tahakkümü altına alınmış, çok seslilik, farklı ses ve yorumlar ahlaksızca bastırılmıştır.
Başbakan’ın moralini bozan medya çalışanları maalesef işten atılmış, ekmeğinden edilmiştir.
Demokrasinin en önemli unsurlarından olan haber alma özgürlüğünün kısılması; basın, yayın kuruluşlarının Başbakan’ın keyfine ve kirli emellerine teslim olması milli iradeye saygısızlık olduğu kadar, demokratik teamüllere de tamamen aykırıdır.
Başbakan kişi hak ve hürriyetlerine ket vurmuştur.
Başbakan Erdoğan manşetlerde neyin verilip verilmeyeceğini, yandaş kalemlerin neleri yazıp yazmayacağını tek elden tayin ve tespit eden çakma basın komiseri olmuştur.
Bizim anketlerdeki oy oranlarımızla da oynanmıştır.
Anket simsarları, anket yolsuzluğun failleri Başbakan’ı memnun ve mutlu etmek için bizden almış BDP’ye ilave etmiştir.
Biz katranı kaynatmakla şeker olmayacağını bilmenin yanında, iki fatihten bir insan sureti çıkmayacağını da bu kadar olaydan sonra anlamış bulunuyoruz.
Artık yandaş ekran bezirgânları gerçekten “teke tek” kalmışlar, baltayı sert kayaya vurmuşlardır.
Başbakan Erdoğan Milliyetçi Hareket Partisi’nin her sözünü bastırmak, her beyanını kundaklamak için ne gerekiyorsa yapmıştır.
14 Temmuz 2013 tarihli Basın Toplantımız da bu zihniyeti oldukça rahatsız etmiş, oldukça gocundurmuştur.
“Evet efendim, emriniz olur efendim, tamam efendim, üzülmeyin efendim” diyen arkadan kurmalı fatihler yeniden ekranları karartmış, aldıkları buyrukları harfiyen yerine getirerek bize ambargo koymuşlardır.
Bunlar şu ana kadar öğrendiğimiz anti demokratik uygulamalardan bazılarıdır.
Bizimle ilgili haberlere daha birçok müdahalenin olduğuyla ilgili derin kuşkularımız vardır.
Başbakan işi gücü bırakmış ekran dedektifliğine, gazete zabıtalığına merak salmıştır.
Gazetelerdeki haberlere dahi karışan, mesela “24.sayfada niye böyle haber yapıyorsunuz” diyerek fatihlerini paylayan bu Başbakan bardağı taşırmıştır.
Geldiğimiz bu aşamada, MHP niye ekranlarda yok, neden basında yer almıyor diyerek bizi eleştirenler zannederim her şeyi anlamışlardır.
Kronik MHP alerjisinin aldığı boyutu herkes görmelidir.
Kalem ve vicdan namusuna sahip, bağımsız ve onurlu yazarlar, gazeteciler, televizyoncular mutlaka ki aralarındaki ayrık otlarını söküp atmalıdırlar.
Henüz iktidara teslim olmamış televizyonlar, gazeteler ve medya sahipleri bu kepazeliklere karşı taraflarını berraklaştırmalı ve tavırlarını gösterebilmelidir.
Ayan beyan ortadır ki, Başbakan Erdoğan’ın MHP’den ödü kopmaktadır.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket Başbakan’ı korkudan tir tir titretmektedir.
Çünkü biz haklıyız, çünkü biz doğruyuz, çünkü biz Türk milletinin hissiyat ve düşüncelerinin yegâne tercümanı ve sözcüsüyüz.
Hainlerin bizi sevmemesi doğaldır.
Diktatörlerin bizden hoşlanmaması normaldir.
Özgürlük ve demokrasi vurguncularının, milli kimlik ve milli kültür düşmanlarının, bölücü ve yıkıcı tüm unsurların bizim sözlerimizden, değerlendirmelerimizden ürkmesi, kulaklarını tıkaması boşuna değildir.
Ancak unuttukları bir şey vardır.
İster anketlerdeki oy oranlarımızla oynasınlar, ister iktidar kâhyası fatihler ekranlardan, gazete sayfalarından bizleri mahrum bıraksınlar.
Milli irade hırsızları, medya zebanileri, ekran hafiyeleri, istibdatçılar, medyayı istila eden çıkarcılar ister hiç haberimizi vermesinler, ister bizi yok farz etmeye devam etsinler.
Ne gam, ne tasa.
Gerekirse derdimizi tek tek 76,5 milyon vatandaşımıza açıklarız.
Gerekirse dağ bayır demez, gece gündüz dinlemez son yurdumuzu baştanbaşa dolaşarak, Milliyetçi Hareket Partisi’nin dimdik duruşunu, milli ve manevi değerlerle karılmış dosdoğru politikalarını sular seller gibi anlatırız.
Ve şunu herkes bilsin ki bunları yapacağız.
Satılmış ve yandaşlığın esaret tasmasını boğazına geçirmiş, damatlara köşe vermiş medya organları bizi haber yapmasınlar, bizden bahsetmesinler.
Biz iradenin asıl ve muhteşem sahibine koşacağız ve tüm haramzadeleri doğduklarına pişman etmek için iktidar vizesini büyük Türk milletinden isteyecek ve alacağız.
O zaman göreceğiz Alo Fatihlerin nereye kaçacağını.
O zaman göreceğiz “Yav Fatih” diyenlerin nereye saklanacağını.
O zaman göreceğiz vatan hainleriyle işbirliği yapanların vahim akıbetlerini.
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye akla, hayale sığmayacak rüşvet ve yolsuzluk kıskacında can çekişmektedir.
AKP iktidarı hem suçludur, hem de suçluların güvencesidir.
Başbakan yürütmenin başı olduğunu, götürmede ustalaştığını, aşırmada ve indirmede beceri kazandığını, vurgun ve talanda sivrildiğini iyice ispatlamıştır.
Başbakan Erdoğan hafta sonunda, İstanbul Alibeyköy Meydanı’nda bir konuşma yapmış ve kendince evlere şenlik bir rüşvet tanımı icat etmiştir.
Buna göre rüşveti; bir memurla sivilin iş tutması, onlar arasındaki muamelenin adı olarak tasvir etmiş ve bu şekilde tanımlamıştır.
Kabineye yeni giren çiçeği burnunda bir Başbakan Yardımcısı da; yaşanan rezaletleri, kamu malına yönelik olarak değil de, bir şahsın menfaat elde etmesine dönük iddialar şeklinde yorumlamıştır.
Başbakan ve yardımcısının ifadeleri gerçekten de sabırları zorlayan yorumlardır.
Rüşvetçileri aklamak için bu kadar kavramlarla oynamak, hırsızlığı ve soygunu kapatmak için bu kadar ipe sapa gelmez sözler sarfetmek her şeyden önce milletimizin aklıyla ve basiretiyle alay etmektir.
Eğer rüşveti bir sivil ile memurun arasındaki gayri meşru irtibat olarak görürsek, o zaman 29 yaşındaki İran’lının eline avucuna düşen, bol bol yemlenen ve haramla cebi dolan bakanlar temize çıkacaktır.
Başbakan’ın adaleti bükerek, akılları çelerek, doğruyla yanlışı ters çevirerek ulaşmak istediği amaç da budur.
Bilindiği gibi rüşvet ve kara para aklama suçunun ana aktörü olan sözde İranlı işadamının mal varlıkları üstündeki tedbir geçtiğimiz ayın son günlerinde kaldırılmıştır.
Malum banka genel müdürünün de el çabukluğuyla aynı uygulamaya hak kazandığı görülmektedir.
Hukuk blokeli ve siyasi müdahale altındadır.
Başbakan’ın rüşvet tanımından sonra 17 Aralık Operasyonun ibresi değişmeye meyyaldir.
Halen 11 tutuklu ve 91 şüphelinin yer aldığı ‘Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturması’na bakan yeni savcı, tutuksuz olarak yargılananlara yönelik adli kontrol ve yurtdışı yasağı tedbirlerini de kaldırmıştır.
Anlaşılan Başbakan ve hükümeti hazmettire hazmettire hırsız ve rüşvetçileri serbest bıraktıracaktır.
Bize göre, Başbakan’ın hayırsever olarak takdim ettiği İranlı şahıs iktidarın yasa dışı iş ve işlemlerinin kara kutusudur.
Bu kutunun şifreleri çözülür, bu karanlık kişi dili çözülür ne var ne yok itiraf ederse bakanların ve Başbakan’ın foyası tümüyle ortalığa dökülecektir.
Başbakan gerçeklerin açığa çıkmaması için ecel terleri dökmektedir.
Millete en ağır küfreden, oluşturulan rüşvet havuzuna aldıkları ihalelerden pay vererek medya şirketi alımında kullanılmak üzere 630 milyon doların birikmesine çanak tutan yamuk işadamları da Başbakan’ın koruması altındadır.
Başbakan Erdoğan’ın 8 Şubat 2014 günü Kartal’daki kavşak açılışındaki şu sözlerini aziz milletimiz hayret ve kızgınlıkla duymuştur:
“Şimdi bu tür davalar açıldığı zaman bu insanların piyasadaki itibarları, bunların finans örgütleri, kuruluşları nezdindeki itibarı ne olur? Bu ülkeye ihanet değil de nedir, soruyorum sizlere?"
Başbakan Erdoğan kendisini ele verme ihtimallerinden dolayı rüşvetçilerin itibarına kafa yormaktadır.
Devletin kaynaklarını vakum gibi cüzdanlarına çeken, hukuksuz ve haksız şekilde ihale alan fesat yuvalarını eleştirmek Başbakan’a göre ihanettir.
Sayın Başbakan sorarım sana, haram yemek, haramzadelerle dirsek temasında olmak, kara paracıların dizlerine kapanmak ihanet değil midir?
Devleti sözüm ona casuslara, dış güçlere, kriz lobilerine, kan baronlarına, ajanlara, paralel yapılara teslim etmek ihanet değil midir?
Türk milletine, AKP’ye oy vermiş kardeşlerime, tüm vatandaşlarıma alenen küfür etmek ihanet değil midir?
Yolsuzlukların örtülmesi, hırsızların kollanması, hukuksuzluğun hâkim olması, rüşvetçi bakanlara ait fezlekelerin Meclis’ten saklanması ihanet değil midir?
Çalanlara, yiyenlere, hortumlayanlara, soyanlara, arazileri kapatanlara, hazineyi boşaltanlara mihmandarlık yapmak, ortakçı olmak, bunların hepsini sevk ve idare etmek ihanetin en büyüğü değil midir?
Yazıktır bu millete, yazıktır Türkiye’ye.
Önüne geleni kapan, ardına geleni tepen, işine geleni aklayan, kızdığını haşlayan, hırsızı ve rüşvetçiyi sımsıkı bağrına basan Başbakan’ın hukuken, siyaseten ve ahlaken ömrü çoktan dolmuştur.
Son demokratik darbeyi bu zihniyete ve yandaşlarına indirmek AKP’ye oy veren kardeşlerim başta olmak üzere herkes ve hepimiz için vatan ve namus borcudur.
Muhterem Arkadaşlarım,
Son günlerin en önemli konularından birisi de internetin denetim altına alınmasıdır.
5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkındaki Kanunun birçok maddesi 7 Şubat günü değiştirilmiştir.
Hükümet, mahkeme kararı aranmaksızın doğrudan doğruya internete erişimin engellenmesi yetkisini almıştır.
Eğer düzenleme Çankaya Köşkü’nden onay görürse Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı internet üzerinde vesayet kuracaktır.
İnternet erişimini baskı altına alan, sanal medyaya kelepçe vuran bu çağdışı kararın kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur.
Elbette internet yoluyla işlenen suçların, yapılan hakaretlerin önüne geçmek önemli ve zorunlu bir ihtiyaçtır.
Ne var ki izlenen yöntem arızalı ve kusurludur.
Yasaların amacı, özgürlüğü kısmak veya kaldırmak değil, korumak ve genişletmek olmalıdır.
Şayet kişi hak ve hürriyetleri güvencede değilse demokrasinin bırakınız yaşamasını isminden dahi bahsetmek imkânsızdır.
Demokrasiden vazgeçmek, özgürlükten taviz vermek insanlığı askıya almakla eşdeğerdir.
Kamuoyu internete getirilen sansüre karşı ortak bir tepkide buluşmuş ve toplumun her kesimi bu yasakçı uygulamayı reddetmiştir.
Ümit ederim ki Başbakan’ın tahammül edemediği, haberlerinin verilmesine çok kızdığı Sayın Cumhurbaşkanı taleplere duyarsız kalmaz, milletimizin beklentisinin hilafına hareket etmez.
Türk milletinin, hukuk ve demokrasi cinayeti işleyen Başbakan ve hükümetinden kurtulması artık kaçınılmaz bir amaç olmalıdır.
İlke, ahlak, hayâ, heyecan ve esasları kalmayan bir hükümetin çöküşü kaçınılmazdır.
Bugünkü hazin tablo hiçbir demokratik ülkede olmayan korkunç bir çürümenin ve soysuzlaşmanın ihsas ve ilanıdır.
Sizler kanalıyla aziz milletime diyorum ki, yalanla ve cehaletle savaşmak için; gerçeği bilecek kadar akıllı ve gerçeği söyleyecek kadar yürekli olmaktan başka şansımız yoktur.
Türk milletini demokrasi ve özgürlük pankartı taşıyan paryalara kimse dönüştüremeyecektir.
Umutlarımızı yakıp yıkan Başbakan eğer ki nefsini ıslah etmezse sonu çok feci ve acıklı olacaktır.
Kırk tarakta bezi olan Başbakan’ın aklından zoru yoksa milletin sabrını daha fazla zorlamamalı, hassasiyetiyle daha çok oynanamamalıdır.
Bu düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyor, sizleri Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.
Sağ olun var olun.