Eğitim, insanın varoluş sürecinden itibaren başat nitelik taşıyan bir sistemdir. İnsanı kendi olma bilincine yönlendiren tek yol eğitimdir. Bu sebeple insanlık tarihinin kilit noktası olma özelliği taşır. Bu kilit nokta, doğru enjekte edildiğinde, bir dönem, bir tarih, bir sanat hatta bir çağ değişebilir.
Bizde hastalıklı sistemler gurubuna giren eğitim sistemi, bir devri değiştirmek şöyle dursun, sapa sağlam ve tutarlı bir müfredat yapmaktan acizdir. Gereğinden fazla değişken ve bir o kadar da tutarsız bir hal alan eğitim sistemi bir toplum ve/veya bir ülkenin şah damarıdır. Çünkü o toplum ya da ülkenin geleceği, mevcut eğitim sistemine tâbî olan neslin ellerindedir.
Değişken ve tutarsız bir sistemin ürünleri, bağlı bulunduğu toplum ya da ülkeyi ne kadar idare edebilir? Yahut ne derece temsil edebilir? Nereye taşıyabilir? Eğitimin ve bu eğitimi uygulayacak olan sistemin,toplum ve ülke bekasında, yer ve önemini idrak edenler için bu soruların cevabı elbette negatiftir.
Ülkemizde yıllardır, gerek ilk ve ortaöğretim, gerekse yükseköğretim sahalarında birden fazla değişikliğe gidilmiş, ancak yapılan hiçbir değişiklik ne öğrencileri, ne öğretmenleri/öğretim üyelerini, ne de yetkili kişileri memnun etmiştir. Bu değişikliklerden en fazla dayak yiyen, eğitim sisteminin seçici unsurlarından olan sınav sistemleri olmuştur. Sınavlar, temel amacı nitelikli ve donanımlı öğrenci ya da eğitimci yetiştirme misyonunda bir sistemdir. Eğitim sisteminin vazgeçilmezi sınav sistemi belirli bir kalıba oturtulamamıştır.
Cumhuriyet tarihinden itibaren hala bir kimliğe sahip olamayan sınav sistemine sahip olmak –ki buna ne kadar sistem denir?- o eğitim sisteminin hastalandığını gösterir. Bir kuşağın lise giriş sınavı LGS idi, şimdi SBS. Bir zamanlar SBS üç aşamalı idi, çünkü tek aşamalı sınav zordu ve üç aşamaya çıkartıldı, şimdi aynı sınav tek aşamaya indi.
Bir nesil ÖSS ve ÖYS isimli iki aşamalı Üniversite sınavlarından geçti, sonraki nesil sadece tek aşamalı olan ÖSS’den. Sebep yine aynıydı. Daha sonra iki aşamalı olmasın, stres yaşamasın öğrenciler diye tek aşamaya inen üniversite sınavı, yine benzer gerekçeler ile YGS, LYS olarak yine iki aşamalı oldu. Bir kuşağın LES olarak girdiği lisansüstü eğitim sınavı, bugün ALES oldu. KPDS, ÜDS ve YDS’de malum… Soru sayıları değiştirildi vs… Bunlar sınav sisteminin yediği dayaklardan bazıları.
Müfredatlar… Bir nesil el yazısı ile büyüdü, daha sonraki nesil matbaa yazım şekli ile okuma-yazma öğrendi. Daha sonraki nesil ise yeniden el yazası ile okuma-yazmaya başladı. Bir nesil Arif Nihat Asya ile büyüdü. Daha sonra gelen nesil Arif Nihat Asya’yı bilmiyor. Bir yıl önce dördüncü sınıf müfredatında yer alan konu, bir yıl sonra kalkıyor. Bir nesil Gençliğe Hitabe’yi daha ilkokul üçüncü sınıfta ezbere bilirken, bugün lisedeki çocuk Gençliğe Hitabe’nin ne olduğundan habersiz. Bir zamanlar 2.50 ortalama ve üzerine sahip olan üniversiteli, üçüncü sınıfa geçtiğinde ana dersleri ile birlikte pedagojik formasyonunu da alabiliyorken, bir yıl sonra 4+1 şartı ve ALES şartı ile pedagojik formasyon alabiliyor vs. vs. vs…
Bu kadar kolay sistem değişikliğine uğrayan başka bir eğitim sistemi var mıdır bilmiyorum ama bu değişkenlikte dayağı yiyen önce sistem, sonra öğrenci ve eğitimciler oluyor. Her an değişebilir gözüyle bakılmaya başlandığı için faal olan mevcut sistem yeterince uygulanamıyor. Sonuçta, bir arpa boyu kadar yol alamayan sistemin eğiteni de yoruluyor, eğitileni de. Birbirini anlamayan kuşaklar peyda oluyor ki bu durum bir toplum için felaket demektir. Var olmanın ve kendi olmanın kilit noktası eğitim, her kademede yavaş yavaş çözülüyor. Ve bu değişim hiç de masum değil. Bunu üzerine basa basa söylemek zorundayız, bu değişimler asla masum değil!
Tabloya baktığımız zaman eğitime muhtaç olanın aslında eğitim sisteminin kendisi olduğunu görürüz. Eğitilmeye muhtaç bir eğitim sistemi var karşımızda. Hem de sıra dayağının dahi iflah edemeyeceği yaramazlıkta, hiperaktif bir eğitim sistemi!..