Yalçın açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
Gazeteci yazar Hasan Celal Güzel, hakkı, adaleti ve hakkaniyeti ıskalayan yazılarına bugün bir yenisini daha eklemiştir. Güzel, bugünkü yazısında “MHP lideri Bahçeli'nin, -gene CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun peşine takılarak- Başbakan’ı 'İstihbarat devletine sürüklüyor' ithamı, kendisi ve partisi açısından büyük bir talihsizliktir.” diyerek asıl talihsizin, hatta bahtsızın kendisi olduğunu ortaya koymuştur.
Hasan Celal Güzel görmek istemeyebilir ama kamuoyunda; Tayyip Erdoğan gibi bir çılgın ve muhterisin ellerinde MİT’in serüvene sürüklenebileceği, teşkilatın dehşetli bir kıyım vasıtası olabileceği, insan hak ve özgürlüklerinin çeşitli bahaneler ve sözde hukuk taklalarıyla yok edilebileceği kaygısı hâkimdir.
Hâl böyle iken Tayyip Erdoğan’ın nasıl özgürlük düşmanı ve antidemokrat bir siyasetçi olduğunu Hasan Celal Güzel’in görmezden gelmesi esef vericidir.
Hasan Celal Güzel gibi Bakanlık yapmış, devlet umuru görmüş birinin, parlamenter demokrasinin kıymetini en iyi bilenlerden biri olması gerekir.
Bu hususiyetinin hem Erdoğan’ın gölgesinde hem de AKP’nin sunduğu tarifsiz ve hudutsuz nimetler karşısında artık hükmü kalmamışsa, köşe yazarlığının da mı bir kıymeti harbiyesi yoktur?
Köşe yazarının; hakikatin, hakkaniyetin ve adaletin savunucusu olması gerekmez mi?
Gazetecilik hep güçlünün ve iktidarın yanında olmak mıdır?
Hasan Celal Güzel de mi güce tapınmaktadır?
Yoksa yandaş medyada salgın hâlindeki tavukkarası hastalığına mı yakalanmıştır?
Zaman zaman terörle mücadele konusunda hükûmete tenkitler getiren Güzel, şimdi terörle müzakerenin mimarı MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a övgüler yağdırmakta, böylece İmralı ve Kandil’le pazarlık sürecini destekleyip onaylamış olmaktadır.
O zaman Hasan Celal Güzel de bu iktidarın veballerine ortaktır.
MİT Yasası yürürlüğe girdiğinde Erdoğan’ı desteklemeyen medya mensuplarının ve muhalif siyasilerin başına neler gelebileceğini eğer Hasan Celal Güzel idrak ediyorsa kalemini bırakmalı, bir sahil kasabasında uzlete çekilmelidir.
Sayın Güzel’e Başbakan Erdoğan’ın, bir süre önce Fas’ta seyahatte iken Habertürk’ten Fatih Saraç’ı arayıp Devlet Bahçeli haberlerini kaldırttığını hatırlatalım.
Aynı Erdoğan daha da ileri giderek avukatları aracılığıyla basın özgürlüğüne savaş açmıştır.
Tayyipçi olmayan medya mensuplarının ensesinde son günlerde nasıl boza pişirildiğine dair bir örnek verelim.
Hürriyet gazetesinin değerli yazarlarından Faruk Bildirici; dünkü köşe yazısında, MHP Genel Başkanı Bahçeli ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu haberlerinden rahatsız olan Erdoğan’ın avukatları vasıtasıyla devreye girdiğini yazmıştır.
Faruk Bildirici’nin anlattıklarına göre Başbakan Tayyip Erdoğan ve çocukları Bilal ile Sümeyye Erdoğan’ın avukatları Hürriyet’e, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli haberlerinin yayından kaldırılması için noter aracılığıyla ihtarnameler göndermiştir.
Sayın Bildirici, yazısında şöyle devam etmektedir:
“İkinci ihtarname, 9 Şubat’ta ‘Alo Fatih kalpazanlık’ başlığını taşıyan, Bahçeli’nin Ankara Spor Salonu’nda yaptığı konuşma ile ilgili habere. Bahçeli bu konuşmasında ‘Alo Fatih demek millî irade hırsızlığı, millî irade kalpazanlığı değil mi?’ diye soruyor, Erdoğan’ın Habertürk’ün haberlerine müdahalesini eleştiriyordu.
Başbakan’ın avukatlarının üçüncü ihtarnamesi ise, Hürriyet’te 19 Şubat’ta yayımlanan ‘Kabataş yalan, özür dile.’ başlıklı haberi hedef alıyor. Bu haberde de Bahçeli, Erdoğan’ın Kabataş’ta türbanlı bir kadının darp edildiği iddialarıyla ilgili olarak ‘Söylendiği gibi bir saldırının olmadığı anlaşılmıştır. Başbakan çıkıp Türk milletinden özür dileyecek erdemi gösterebilecek midir?’ diyordu.
Avukat Ahmet Özel ve Ferah Yıldız, üç haberin de hurriyet.com.tr’den kaldırılmasını ve gönderdikleri cevap metninin hem gazetede hem de internette yayımlanmasını istiyor. Neredeyse matbu hazırlanmış denecek kadar birbirinin tıpkısı ihtarnamelerdeki gerekçeleri de enteresan doğrusu. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin bu sözlerinin ‘haber niteliği taşımadığı’, bu haberlerle ‘soruşturmanın gizliliğinin ihlal edildiği’, ‘gazetecilik ilkelerinin çiğnendiği’ ve böylece ‘hakaret ve iftira niteliği taşıyan yayın yapıldığı’ savunuluyor.
Özetlersem, ‘Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin sözlerini neden yayınladınız, onlar haber değil.’ diyor avukatlar. Hukuktan dem vurmakla kalmayıp, biz gazetecilere gazetecilik öğretmeye kalkıyorlar. Ne yazık, bunu da doğal hakları olarak görüyorlar...”
Ne yazık ki MİT Yasası’nda olduğu gibi, basın özgürlüğü başta olmak üzere her türlü hak ve hürriyete müdahale etmeyi hukukun gereği sayan bir zihniyet iktidardadır.
Her gün televizyonlarda dakikalarca yer verilmekten tatmin olmayan ve gazetelerde çarşaf çarşaf propaganda edilmekle avunamayan Tayyip Erdoğan, anlaşılan muhalefeti ve hür basını tamamen susturmak niyetindedir.
Başbakan Erdoğan “Hep ben çıkıp konuşayım, bütün rakiplerime ağzıma geleni sayayım. Ama onlar bana cevap vermesinler. Basın ve muhalefet başkalarının hakkını savunmasın.” düşüncesindedir.
Türkiye’de hukukun üstünlüğünü egemen kılma ve ileri demokrasiyi tesis etme sözü veren Tayyip Erdoğan’ın ülkemizi getirdiği nokta, içler acısıdır.
Eski bir Bakanın “Okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederdim.” dediği gibi, herhalde Erdoğan da “Muhalefet olmasa memleketi ne güzel yönetirdim.” diye hayıflanmaktadır.
Tahammülsüzlüğün, hoşgörüsüzlüğün, sevgisizliğin, paylaşma ve uzlaşma kültüründen mahrumiyetin, antidemlokratlığın bu kadarı sadece dikta rejimlerinde bulunmaktadır.
Tayyip Erdoğan rejiminde bağımsız ve hür basın baskı altında tutulurken, yandaş gazeteciler güruhuna her türlü kolaylık ve imkân tanınmaktadır. Zaten onlar, iktidarın yolsuzlukları ve hırsızlıkları hasıraltı ederek oluşturduğu kalın siyasi sis perdesinin arkasında memleket gerçeklerini görememektedir. Gözlerini ampulün ve “Kandil”in ışığı kamaştırmıştır.
Türkiye’de basın iş kolunda güce tapınma emareleri çok ender görülmüş, basın genellikle iktidarların hata ve kusurlarını sayıp dökerek bir anlamda halkın tercümanı olmuştur.
Ancak son 10 yılda bu meslekte de ciddi bir erozyon gözlenmektedir. AKP iktidarında hatırı sayılır bir güce tapınanlar listesi oluşmuştur.
Yandaş medya veya havuz medyası; hakkı ve adaleti, doğruları ve gerçekleri arayıp bulmak yerine AKP genel merkezine yönünü çevirmiş, burayı kendisine siyasi tapınak edinmiştir.
Tavukkarası hastalığına yakalanmış yandaş medya veya havuz medyasının gözleri, Erdoğan’ın gamalı siluetinden başka hiçbir şeyi görmemektedir. Arkasına düştükleri Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi adım adım diktatörlüğe götürmektedir.
Adaletin küçüldüğü ülkelerde, büyük olan suçlulardır. Ancak hiç kimse ilânihaye suç işleyemez ve işleyemeyecektir. Adaletin eli er veya geç şerir yöneticilerin ve onların yardakçılarının yakasına yapışacaktır.
Son söz daima Hakk’ındır. Bu böyle bilinmelidir.