Oğuz Boyları Konferansı:Milli Kimlik ve Milliyetçilik

Çukurova Oğuz Boyları Derneği'nin düzenlediği ''Milli Kimlik ve Türk Milliyetçiliği'' konulu konferansa konuşmacı olarak katılan Tekin İdem, ''Anayasa'dan Türk kelimesini çıkarma çalışmalarının sürdüğü ortamda Türk Milliyetçiliğini paspas yapma niyetini ortaya koyanlara rağmen, Türklük var olmaya devam edecektir'' dedi. Konferansa katılan, MHP Sarıçam Belediye Başkan Aday Adaylarından Mansur Aladağ, 2009′da MHP İmamoğlu Belediye Başkan Adayı olan ve 2014′te yapılacak olan Yerel Seçimlerde MHP İmamoğlu Belediye Başkanlığına tekrar aday olacağı siyasi kulislerde konuşulan Gazi Adamhasan, başarılı bir konuşma yapan  Harran Ün. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığı Öğretim üyelerinden Tekin İdem'e plaket verdiler. Çukurova Oğuz Boyları Derneği Başkanı Mehmet Demir'in sunuş konuşması yaparak, konferansa katılanlara teşekkür etti. Son günlerde çok tartışılan milliyetçilik konusunu tartışmayı uygun bulduklarını belirten Mehmet Demir, gündemdeki konuları en güzel şekilde sunmaya devam edeceklerini söyledi. ''Milli Kimlik ve Türk Milliyetçiliği'' konulu konferansta konuşan Harran Üniversitesi Öğretim Üyesi Tekin İdem, şunları söyledi: Konferansımız; Millet kavramı, Milliyetçilik kavramı, Türk Milli Kimliği’nin oluşumunun tarihsel süreci, Türk Milliyetçiliği’nin tarihsel gelişim süreci ve sonuç başlıklarından oluşmaktadır. Bugün Türkiye’nin en hassas ve çözümü en kısa zamanda gerçekleştirilmesi gereken temel meselesi; toplumda meydana gelmiş Türklük algısı ve Türk milletine karşı mensubiyet meselesidir. Bugün, Türklük tanımlamaları yapılırken lehte yada aleyhteki değerlendirmelerin önemli bir kısmı bilimsel gerçeklikten yoksun bir biçimde yapılmaktadır. Türk milleti tanımının herkes tarafından anlaşılabilir biçimde yapılabilmesi için öncelikle herhangi bir özele isnad etmeden “millet nedir” sorusunun cevaplanması ve millet kavramının sınırlarının çizilmesi gerekir.   MİLLET NEDİR? Konferansımıza millet nedir sorusunun cevabını arayarak başladığımızda; millet nedir sorusunun en güzel cevabı esasında “millet ne değildir” sorusunda karşımıza çıkmaktadır. Millet kavramının en fazla karıştırıldığı, birbirinin yerine en çok kullanıldığı kavram ırk birliğidir. Millet bir ırk birliği midir? İnsan kendisini muhakkak bir etnik kimlik ile açıklamak zorunda kalsa da millet aynı ırktan gelen insanların meydan getirdiği bir birliktelik değildir. İnsanlık tarihinin gelişimi bize göstermektedir ki, savaşlar, salgın hastalıklar ve doğal afetler (yangın, sel, kuraklık vb.) nedeniyle insanlar tarih boyunca birbirleriyle karışmışlardır. Bunun sonucu olarak günümüzde saf, karışmamış bir ırktan söz edilemez. Irk ve kan anlayışına dayalı bir millet anlayışı da olamaz. Kaldı ki Osmanlı İmparatorluğu gibi üç kıtada hüküm sürmüş bir devletin elinde kalan son toprak parçası olan Türkiye toprakları; içerisinde farkı etnik kimlikleri barındıran bir imparatorluk bakiyesidir. Irk kavramı bir toplumu millet haline getirmekte yeterli olsaydı balkanlardaki Pomak ırkının Müslüman olanına Boşnak, Ortodoks olanına Sırp ve Katolik olanına Hırvat denilmezdi.   MİLLET DİN VE İNANÇ BİRLİĞİ MİDİR? AYNI DİLİ KONUŞAN İNSANLAR TOĞLULUĞU MUDUR? Millet, din ve inanç birliği midir? Yahudileri İstisna tutacak olursak Millet’i bir dini topluluk olarak tanımlamak da mümkün değildir. Aynı toplumun çeşitli unsurları zaman içinde değişik din, mezhep veya inançları kabul etmiş olabilirler. Eğer ki millet din birliği olsa idi bugün dünyada semavi ve semavi olmayan dinlerin mensupları üzerinden milli kimlik oluşturulması gerekirdi ki sayısı 10’u aşmayan bir millet yapısının söz konusu olması gerekirdi. Oysa ki bırakın aynı dine inanmayı, aynı  mezhepten olmak bile toplumların kendilerini aynı milletten görmeleri için yetersizdir. Millet; Coğrafi bir birlik midir? Hayır. Aynı toplumun bazı unsurları değişik coğrafyalarda yaşayabileceği gibi, aynı coğrafyada değişik toplumsal unsurlar da yaşayabilir. Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya dediğimiz bölgeler içerisinde birden çok milleti barındırmaktadır.  Millet; aynı dili konuşan insanlar topluluğu mudur? Dil, milleti tanımlamakta önemli bir unsurdur ama belirleyici değildir. Çekleri ve Gürcüleri istisna tutacak olursak aynı dili kullanan insanlara aynı millet demek de mümkün değildir. Öyle olsa idi Hindistan gibi dünyanın en kalabalık ikinci ülkesinin resmi dili İngilizce olduğundan bizim Hindistan halkını İngiliz olarak görmemiz gerekirdi. Ya da Fransa ve Amerika örneğinde olduğu gibi aynı milli kimliğin içerisinde birden çok dil ile de karşılaşabiliriz. Bu durumlar milletin sadece dil birliği olarak görülemeyeceğini bizlere göstermektedir. Millet siyasi birlik (devlet) midir? Hayır. Günümüzde Türklerin, Arapların, Korelilerin birden çok devletleri olduğu gibi, özellikle federal devlet yapısına sahip devletlerde birden çok milli kimliği tek devlet çatısı altında görebilmekteyiz. Kısacası tek millet çok devlet olabileceği gibi tek devlet çok millet olarak da karşımıza çıkabilir. Bu yüzden millet sadece tek bir siyasi birlik kavramı ile açıklanamaz.   BİRLİĞİ SAĞLAYACAK MANEVİ UNSURLARA İHTİYAÇ VARDIR  Saymış olduğumuz unsurların her birisi millet kavramının ortaya çıkması ve milli kimliğin inşasında kuşkusuz çok önemli değerlerdir. Fakat bunların hiçbirisi toplumların tek başına millet olması için yeterli değildir. Bu saydığımız unsurları maddi unsurlar olarak ele aldığımızda; tüm bu unsurları bir arada tutacak; bir binayı oluşturan taş, demir, kum gibi maddeleri birbirine bağlayacak harca nasıl ihtiyaç duyuluyorsa; ırkı, dini, dili, coğrafyayı ve siyasi birliği bir arada tutacak manevi unsurlara ihtiyaç vardır. Bu manevi unsurlar; ortak bir tarih mirasına sahip olmak, ortak vicdan, ortak gelecek, ortak acılar, iktisat, hukuk, vb. kavramlardır ki ancak bu sayede toplumların hiyerarşik olarak meydana getirebildiği en üst kimlik olan millet kimliği oluşturulabilsin. Milletin tanımlaması ortaklıkların korunabilmesi için mümkün mertebe maddi unsurların birinin yüceltilerek yapılması yerine; daha ziyada manevi unsurlar üzerinden birleştirici biçimde gerçekleştirilmelidir.   MİLLİYETÇİLİK AYNI ÇATIDAKİ İNSANLARIN KİMLİKLERİNİ GELECEĞE TAŞIMA VE YAŞATMA MÜCADELESİDİR  Bu halde, bir millet için; aynı tarihi geçmişe sahip, kader birliği, ideal birliği içerisinde olan, gelecekte bir arada yaşama arzusunda bulunan insan topluluğu olarak bir tanımlama yapabiliriz. Milletin tanımını bu şekilde yaptıktan sonra milliyetçiliğin de kısa bir tanımını yapacak olursak Milliyetçilik; kendisini aynı millet çatısı içerisinde gören insan topluluklarının sahip oldukları kimlikleri gelecek nesillerde yaşatabilme mücadelesidir. Milliyetçiliğin hedefi, yaratılmış olan milli kimliğin gelecek nesillerde yaşatılma mücadelesidir. Bugün kendisine Türk milliyetçisi diyen insanların gerçek beklentisi de bugün değil, yüzyıl sonra yaşayacak bir millet çabasıdır.   TÜRKLÜK ETNİK KİMLİĞİN ÖTESİNDE MİLLİ KİMLİKTİR Millet ve milliyetçilik kavramlarını bu şekilde tanımladıktan sonra “Türk Milleti“ kavramının ortaya çıkışı ve Türk milli kimliğinin tarihsel olarak nasıl oluştuğu konusunu ele aldığımızda; Türk, kökeni Orta Asya’ya dayanan brakisefal kafa tipi yapısına sahip, sarı ırka mensup bir etnik kimlik tanımlandığı gibi; aynı zamanda milli kimlik olarak tanımlanması gereken bir kavramdır ve esas itibariyle bizim benimsediğimiz Türklük; etnik kimliğin ötesinde milli kimlik olan Türklüktür.  Peki bu kimlik nasıl oluşmuştur diyecek olursak; Türk tarihi ve Anadolu’nun Türkleşmesinde 2 önemli dönüm noktası vardır. Bunlardan ilki 1071 Malazgirt Meydan Savaşı’dır  ve bu savaşın kazanılması ile birlikte Türklere Anadolu’nun kapısı açılmış ve Türkler kitleler halinde Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardır. İkinci dönüm noktası ise; 1176 Miryakefalon Savaşı’dır. Bu savaşın kazanılmasından sonra bugün bizim “Anadolu” diye tanımlamış olduğumuz bu topraklar batılı tarihçiler tarafında “Türk Ülkesi” anlamına gelen Turan yada Türkiye diye tanımlamaya başlamışlardır. Yine Türk milli kimliğinin oluşmasındaki bir diğer önemli olay Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e Abbasi Halifesi Kaim Bi Emrillah tarafından verilmiş olan Rüknü-d Devle yani dinin direği ve Doğunun ve batının sultanı unvanlarıdır. İşte Tuğrul Bey’e verilmiş olan bu ünvanlar sonrası Abbasi halifesi sadece dini yetkilerini kullanırken, siyasi yetkiler Türklere geçmiştir ki bu olaylar yüzyıllar boyu devam edecek biçimde Türklerin, İslamiyetin bayraktarlığını yapmasına vesile olmuştur. Oğuz Kağan’dan itibaren var olan “Güneş bayrağımız gök kubbe çadırımız olsun” sözü ile ifade edilen Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, Nizam-ı Alem Ülküsü’ne dönüşmüş ve Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu yada Osmanlı Devletlerinin, İslam adına fetih ve gaza siyasetinin uygulayıcısı olmaları Türklük ve İslamiyet kavramlarını birbiri ile bütünleştirmiştir. Balkanlarda “Türklüğün beş şartı” sözü bile İslamiyet ile Türklüğün iç içe geçtiğinin bir diğer göstergesidir.   ÇANAKKALE'DE HİLAL'İN SALİP İLE KARŞILAŞMASI, İSLAMİYET VE TÜRKLÜĞÜN BÜTÜNLEŞMESİNİN GÖSTERGESİDİR  Bu bütünleşme İslam safında yaşandığı gibi Hristiyan alemi de İslam ve Türklük kavramlarını hiçbir zaman birbirinden ayrı yerlerde görmemişlerdir. İslam coğrafyasına gerçekleştirilen Haçlı Seferleri Türklüğe karşı bir organizasyon olarak tanımlanmıştır. Batı’nın Osmanlı Devleti’ne karşı düzenlemiş olduğu Çanakkale Savaşı’nın Hilal’in Salip İle Karşılaşması olarak tanımlanması da İslamiyet ile Türklüğün birbiri ile bütünleştiğinin göstergesidir. Oysa ki Osmanlı Devleti, kendisini İttihat ve Terakki iktidarına kadar Türk olarak tanımlamamasına rağmen Anadolu Müslümanlığı, batı dünyası tarafından hep Türk olarak görülmüş; bu topraklar 1176’dan itibaren Türkiye diye tanımlanmıştır. Nasıl ki sahip olduğumuz ismimizi hiçbirimiz kendimiz koymamış fakat hepimiz benimsemişsek; Türk milletinin adı da bizden önce batı dünyası tarafından tarihi kayıtlara düşülmeye başlanmış, Anadolu Müslümanlığı, Türk olarak tanımlanmıştır.   Yine Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki azınlık isyanlarında yada Milli Mücadele günlerinde Ermeni ve Rumların tek bir ortak noktası olmuştur. O da etnik kimlik ayırt etmeksizin, Anadolu Müslümanlığının yok edilmeye çalışılmasıdır. Bugün Türkiye’nin bir çok yerinde açılmış olan toplu mezarların tamamında yakılmış Kuran’ların cevşenlerin bulunmuş olması bu kanıyı güçlendirmektedir. Hristiyan alemi tarafından Anadolu Müslümanlığının ortak tanımının “Türk” olarak yapılması Türk milletinin oluşmasındaki en önemli faktördür.    TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN İDEOLOJİ OLARAK ORTAYA ÇIKMASI  1789 Fransız İhtilali, dünya siyasetinde önemli yeniliklere neden olmuş ve başta Avrupa olmak üzere dünyanın bir çok yerinde büyük bir değişim başlamıştır. Çok uluslu imparatorluklar yerini milli devletlere bırakırken, krallık rejimleri de cumhuriyet rejimine dönüşmüştür. Kuşkusuz bünyesinde etnik, dinsel ve kültürel birçok farklılığı barındıran Osmanlı Devleti de bu gelişmelerden kendisini alamamıştır ve devletin kurucu unsurunu oluşturan Anadolu Müslümanlığı dışındaki diğer unsurlarda milliyetçilik akımı etkisini göstermeye başlamıştır. Osmanlı toplumsal birliğinin bozulmasında iç etkenlerle beraber dış etkenler de etkili olmuş ve “Şark Meselesi” çerçevesinde Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen Batılı devletlerin tahrik ve teşviki neticesinde ilk olarak Sırp İsyanı yaşanmıştır. Ardından diğer balkan ulusları da Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmişlerdir. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti de milliyetçilik akımını topraklarında etkisizleştirmek ve Osmanlı toplum yapısını koruyabilmek için önce Osmanlıcılık ideolojisiyle din, ırk, kültür ayrımı gözetmeksizin Osmanlılık ruhunu hayatta tutmaya çalışmıştır. Ne var ki, Osmanlıcılık ideolojisinden istenilen sonuç bir türlü alınamamış ve gayrimüslimler arasındaki bağımsızlık hareketi her türlü tedbire rağmen sonlandırılamamıştır. Gayri Müslimlerle birlikte Osmanlılık ruhunun yaşatılamayacağının ortaya çıkması üzerine Sultan II. Abdülhamit’ten itibaren  İslamcılık ideolojisi devlet politikası olarak uygulanmıştır. Osmanlı Müslümanlarını güçlendirmek ve İngiliz, Rus, Fransız sömürgesi ve esareti altındaki Müslümanlarla birleşmek hedefi için yola çıkmış olan İslamcılık ideolojisinden de; Ortadoğu’daki Müslüman Arapların da milliyetçilik akımından etkilenmeleri; hilafet makamının Müslüman alemini birleştirici güç olmakta yetersiz kalması üzerine bu ideoloji de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu gelişmeler üzerine son çare olarak Türkçülük ideolojisine başvurulmuştur. Türkçülük ideolojisi ilk olarak dil, tarih, edebiyat alanlarında bir kültür hareketi olarak başlamışsa da özellikle 93 Harbi ve Balkan Savaşlarının kaybedilmesi neticesinde işgale uğrayan topraklarda sadece Türk olmasından ötürü katliamlarla karşılaşmış olan milyonlarca Müslüman Türk’ün çok zor şartlar altında Anadolu’ya göç etmek zorunda kalması; bu kültür hareketinin bir siyasi ideolojiye dönüşmesine neden olmuştur. Tunalı Hilmi Bey, Ahmet Ağaoğlu, Zeki Velidi Togan, Yusuf Akcura, Ziya Gökalp gibi aydınlar tarafından idealize edilen Türkçülük akımı; İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidarı döneminde Osmanlı Devleti’nin hayatta kalabilmesinin ancak ve ancak devletin kurucu unsurunu oluşturan Türklerin ekonomik, siyasi, kültürel açıdan güçlendirilmesiyle mümkün olacağına inanılan bir devlet politikasına dönüştürülmüştür.   TÜRKÇÜLÜK İDEOLOJİSİ ADRİYATİK'TEN ÇİN SEDDİNE KADAR TÜRKLERİ TEK BAYRAK ALTINDA TOPLAMAK AMACIYLA ÇIKTI  Türkçülük ideolojisi, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar tüm Türk dünyasını tek bir bayrak altında toplamak yani Turan fikriyle büyük beklentiler ortaya çıkarmışsa da Osmanlı Devleti’nin ekonomik, askeri vb. açıdan Turan’ı gerçekleştirecek gücünün olmaması ve I. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi nedeniyle bu hedefine ulaşamamıştır. Her ne kadar Turan ideali gerçekleştirilememişse de Türkçülük ideolojisi Milli Mücadele günlerinde toplum üzerindeki etkisini sürdürmüş ve Milli Mücadelenin en önemli propaganda unsurlarından bir tanesi olmuştur. Cumhuriyetin ilanı sonrasında ise Mustafa Kemal Paşa tarafından Türkçülük ideolojisinin sınırları yeniden çizilmiş ve bu ideoloji yeni Türk devletinin kuruluş felsefesinin en önemli başlıklarından birisi olarak Atatürk Milliyetçiliği ya da Türk Milliyetçiliği adı ile yaşatılmaya çalışılmıştır.   MUSTAFA KEMAL, AYRIŞMALARI ÖNLEMEK AMACIYLA TÜRK MİLLETİ KAVRAMINI GELECEK NESİLLERE TAŞIMAK İSTEDİ Adının ortaya çıkışını tarihsel olarak daha önce anlatmaya çalıştığımız Türk Milleti’nin, yeni bir parçalanmışlık, yeni çatışmalar, ayrışmalara yaşamasını istemeyen Mustafa Kemal Paşa, imparatorluk bakiyesinin son toprakları üzerindeki tüm zenginlikleri, Türk Milleti adı ile muhafaza edip gelecek nesillere taşımayı hedeflemiştir. Bu hedefi gerçekleştirmeye çalışırken hiçbir zaman ırka dayalı bir milliyetçilik anlayışına taraftar olmamıştır. Aksine Mustafa Kemal Paşa’nın çağdaşları sayılan Almanya’daki Hitler, İtalya’daki Mussolini gibi devlet adamlarının uygulamaya çalıştıkları ideolojilerin hiçbirisi ile kıyaslanmayacak bir toplumsal birliktelik oluşturmaya çalışmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında devletlerin sınırlarının milliyet prensibine göre çizilmemesi ve azınlık sorunlarının ortaya çıkması üzerine Avrupa’da faşizm ve şovenizm dalga dalga yayılırken Mustafa Kemal Paşa, Türk milletinin etnik, dinsel, kültürel zenginliklerinin faşizmden etkilenmesini engellemek için bir koruyucu kalkan olarak Türk milliyetçiliğini topluma empoze etmeye çalışmıştır. Bugün Türkiye’de Türk etnisitesi dışında bir etnik kimliğin yaşıyor olması, Türkçe dışında bir dilin konuşuluyor olması; Türk Milliyetçiliğinin sonucudur. Mustafa Kemal Paşa; bin yıldır bu topraklarda yaşayan, Çanakkale’de Sarıkamış’ta, Suriye’de düşmana karşı birlikte savaşan, Erzurum kongresinde, TBMM’de beraber olan, ülkenin işgaline karşı birlikte direnen, Yunan ve Ermeni mezaliminin acılarını birlikte duyan, Sakarya Savaşı’nda omuz omuza düşmanla vuruşan insanların aralarında hiçbir ayrım yapılmadan bir millet olduklarına inanmaktadır. ''NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE'' SÖZÜ ETNİK TEMELLİ DEĞİLDİR Türk milliyetçiliği topluma anlatılıp kabul ettirilmeye çalışılırken yapılan Türklük tanımlamalarında hiçbir zaman bir etnik gruba hitap edilmemiştir. “ Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü Ne Mutlu Türk Olana yada Türk Doğana şeklinde sadece Türk etnisitesini yüceltecek şekilde kullanılmamıştır. 1924 Anayasası’nda "Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese 'Türk' denir" diyerek hukuksal olarak da etnik ve dinsel bir yüceltmeye değer vermeden Türk tanımı ortaya konulmaya  ve Türk milleti çatısı altında tüm zenginliklerimiz korunmaya çalışılmıştır.  Türk milliyetçiliği hiçbir zaman ırkçılığa ve aşırılığa prim vermemiştir. Bir taraftan anayasa ve kanunlarla Türk milli kimliği korunmaya çalışılırken diğer taraftan her aşırılığa karşı kendisini korumaya çalışmıştır. Bunun en bariz örneği; Türkiye’de görülen ilk ırkçılık davasının,  H. Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, Reha oğuz Türkan ve diğer aydınların yargılandığı 1944’deki ırkçılık davası olmasıdır. Her ne kadar bu dava haksız yargılamalar neticesinde görülmüş ve sanıklar beraat etmişlerse de devlet; lehte yada aleyhte aşırılığı her zaman tehdit olarak görmüş ve savunma refleksini devreye koymuştur. Bu dava, sonraki yıllarda Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının öncülük ettiği Ülkücü Hareket'in, Türk Milliyetçiliğini gelecek nesillere taşımasında bir başlangıç olmuştur. Sonuç olarak; Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter devlet yapısı içerisinde var olabilmesi için gerekli olan toplumsal birliktelik Türk milleti adı ile oluşturulmaya çalışılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, üzerinde bulunduğu coğrafya ile bir “Tekler Ülkesi” olmak mecburiyetindedir. Tek devlet, tek başkent, tek bayrak, tek resmi dil ve tek millet. Bu milletin adı Türk Milletidir.   KATILIMCILARIN SORULARI VE CEVAPLAR ''Milli Kimlik ve Türk Milliyetçiliği'' konulu konferansın bitiminde, soru cevap bölümü başladı. Son günlerin sıcak tartışması olan Türk Milliyetçiliği konusunda katılımcıların çok dolu olması, sorularla birlikte fikir beyanlarının da belirtildiği bir bölüme dönüştü. PKK terör örgütünün siyasi uzantılarının etnik temel odaklı politika yaparak siyasi kürtçülük yapması, siyasi iktidar tarafından tamamen hür bırakılırken, Türk Milliyetçiliğinin aşağılanmaya çalışıldığı bir dönemden bahsedildi. Başbakan Erdoğan'ın Türk Milliyetçiliğini ayaklarının altında ezeceğini söylemesini eleştiren katılımcılar, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetenlerin Türk düşmanlığı yaptığı konusunda hemfikirdiler. Fransa, Rusya veya bir başka ülkede o milletin adını ayaklar altına alacağını söyleyen Başbakan'ın görevde kalamayacağını belirtilen katılımcılar, Türkiye'deki vatandaşların sessizliğe bürünmesini anlayamadıklarını ifade ettiler. Türk Milliyetçiliğine ve Türk kelimesine adeta savaş açıldığı üzerinde duran katılımcıların, ''Ne Mutlu Türküm Diyene'' diyemeyen siyasi partilere, kendisini Türkmen,Yörük ve Aşiret olarak tanıtan Türklerin oy verişini eleştirdiği görüldü. Yoğun sorulara özverili ve sakin bir şekilde cevap vermeye çalışan Tekin İdem, katılımcıların konuları iyi anlaması konusunda çaba sarfederek şunları söyledi: 2001 krizinin küresel sebep ve saikleri Türk Milletimizi farklı yönlendirmiştir. Aslında krize maruz bırakılan Koalisyon Hükümeti, küresel saldırılar neticesinde yıkılmayıp beşinci yılını doldurabilseydi durum çok farklı olurdu. Bu kargaşa ortamında, mağduriyetleri ön plana çıkarak AKP yararlanmıştır. Güneydoğu'da PKK'nın desteklediği siyasi parti ile AKP karşı karşıya kalıyor. O yöredeki halkın önemli bir bölümü oyları bölmemek için PKK'nın kazanmaması adına AKP'ye oy veriyor. Tarafgirlikler bu şekilde oluyor. Bu ise ülke genelindeki iktidarın belirlenmesinde çok etkili oluyor. Orada güvenlik sağlanmadığı müddetçe siyasi iktidar bundan faydalanmaya devam edecektir. Güneydoğu'da yaşayanlara karşı eksikliklerin giderilmesi gerekiyor. Orada yaşayanlara Türklüğü iyi anlatmak gerekiyor. Türk Milliyetçiliğinin etnisiteye değil sosyolojik kavrama dayandığını iyi anlatmak gerekiyor. Şartlar ne olursa olsun o bölgedeki eğitimlere devam edilmelidir. Abdulhamit Han'ın Yahudilere söylediği, ''Ayrılmak isteyene güle güle'' sözü denilebilinir mi? Ya da o topraklardan vazgeçilebilinir mi? Türk Milleti, o toprakları almak isteyenin bedel hatırlatması var. Almak isteyen bedelini öder o da kandır. Bu tartışmalar yapılıyor. Erzurum Kongresi'nde, ''Milli sınırlar içerisinde vatan bütündür ve parçalanamaz'' hükmünü Türk Milleti iyi özümsemiştir. Dolayısıyla bir karış topraktan dahi vazgeçilemez. Ayrı bir devlet kurulması hem doğuyu hem de batıyı felakete sürükler. Dolayısıyla beraberce yaşamayı herkes öğrenecektir. Irak ve Suriye'de ayrı devlet kurma oluşumları var. İran'dan sonra sıranın Türkiye'ye geleceği söyleniyor. Türk Milleti, ayrı devlet kurulmasına asla müsade etmeyecektir. Sürekli olarak kendilerini mağdur gösterenler, Türkiye'nin en büyük on Holdinginin beşinin kürtlere ait olduğunu, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milletvekili, üst düzey bürokrat olduklarını ve ülkenin her yerinde bütün vatandaşların faydalandığı haklardan faydalandıklarını unutmamaları gerekir. Bu bağlamda, Cumhuriyet hiç kimsenin dilini ve kültürünü çalmadı. Sadece ortak bir dilde ortak bir kültürde insanları kaynaştırmaya çalıştı. Dil ve kültür tartışmalarını çatışmaya dönüştürmeyi bir yana bırakarak, Türk Milleti kavramı altında geleceğimizi şekillendirmeye devam etmeliyiz. Katılımcı arkadaşlara Dernek Yönetimine teşekkür ediyorum. Allah'a emanet olunuz.