Yazıklar Olsun Bizim Müslümanlığımıza

Gönüller sultanı sevgili peygamberimiz efendimiz, ehl-i suffa ve diğer ashabına vaaz da bulunurken konuşmasının bir yerinde… Ahir zamanda kıyamet saatine yakın insanlar arasında “Herç” artacak buyurduğunda, sahabe -i güzin soruyor ya Rasulullah, “Herç” nedir? Muazzez elçi buyuruyor… “Herç” ölümdür. Kıyamet saatine yakın hüsran günlerinde, hüzün asrında insanlar haklı bir sebebe dayanmadan birbirlerini öldürüp duracaklar. Ne ölen, maktul’ü ne için öldürdüğünü bilecek, ne maktul ne için bu büyük gadre uğrayıp öldürüldüğünü bilecek. Sevgili peygamberimiz, efendimiz bundan tam 1400 yıl önce “Herç” hadisi ile bu günkü Türkiye gerçeğini, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu sosyal anomi halini (sosyal çılgınlık, kuralsızlık hali) mucizevi bir şekilde ortaya koymuştur. Bugünün Türkiye’sinin ya da Türk insanının hali “Herç” hadisi ile mota mot, bire bir uyuşmakta ve eşsiz bir biçimde örtüşerek tam bir paralellik hali ortaya koymaktadır. Bugün bu ülke de insanlar şiddetle yatıp, şiddetle kalkmakta her gün onlarca insan bir fındık kabuğunu bile doldurmayan sudan sebeplerle birbirlerini öldürüp durmaktadır. Öyle ki… Terör deyip öldürüyoruz, trafik deyip öldürüyoruz, töre deyip öldürüyoruz, kan davası deyip öldürüyoruz, berdel deyip öldürüyoruz. Yan baktın deyip, omuz attın deyip öldürüyoruz, ya benimsin ya kara toprağın deyip öldürüyoruz, seni başkasına yar etmem deyip öldürüyoruz. Oğullarımızı, kızlarımızı, annelerimizi, babalarımızı öldürüyoruz, tanıdık tanımadıklarımızı öldürüyoruz.Hırsızlığa girdiğimiz evin sahibine önce tecavüz ediyor sonra da öldürüyoruz. Kadınlarımızı, genç kızlarımızı sokak cadde ortalarında koyun kurban eder gibi boğazlayarak öldürüyoruz. Eşeğin bağıma girdi, ineğin ekinimi yedi deyip öldürüyoruz, apartman aidatını ödemedin deyip öldürüyoruz. Miras meselesi yüzünden kardeşimizi öldürüyoruz, alacak verecek meselesinden, çek senet tahsilatının zora girmesinden öldürüyoruz, doktoru öldürüyoruz, hemşireyi öldürüyoruz, askeri, polisi, öğretmeni öldürüyoruz. Sevmediğimizi, kıl olduğumuzu öldürüyoruz. Başarılı insanların başarılarını kıskanıp öldürüyoruz. Türkiye bu vahşet tablosunu, bu alaca karanlık kuşağını, bu toplumsal anomi (çılgınlık) halini başta siyaset kurumu olmak üzere, TBMM, yargı, mülki amirler, emniyet teşkilatı, yerel yönetimler, üniversiteler, STK, meslek odaları, yazılı – görsel basın ve vatandaşlar olarak bizler uzun metrajlı bir filmi izler gibi kılımız bile kıpırdamadan, vicdanımız hiç titremeden seyrediyoruz. Oysaki başta siyaset kurumu, TBMM ve yargı olmak üzere yapabileceğimiz çok ama çok şeyler var. Sayın Başbakanımız… Hiç kimsenin kadına yönelik şiddeti, adına ”töre, gelenek, namus davası” diyerek meşrulaştıramayacağını belirterek, ”Kadına yönelik şiddet vicdansızlıktır, insafsızlıktır, hiç tereddüt etmeden söylüyorum; alçaklıktır” diyor. Eyvallah, elhak, doğru söze ne denir. Ne var ki Sayın Başbakan’ın bu söylemleri bir türlü retorik sınırlarını aşacak motivasyona ulaşıp somut ve sonuç odaklı proje uygulamaları haline dönüştürülemiyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bu girift soruna pratikte fazla karşılık bulamayan birkaç proje ile karşılık vermeye, çare olmaya, çözüm üretmeye çalışıyor ama Sayın Bakan da bu şiddet fenomeni karşısında diz çökmek zorunda kalıyor. Peki… Türkiye yanarken, akıl-nesil-can-mal ve din emniyetleri derin bir biçimde tehlike içerisinde iken Müslümanlar, özellikle de varlıklı Müslümanlar ne yapıyor. Bu günlerin, bu zamanların, bu çağların, bu asrın bir hüsran, zarar, ziyan asrı olduğunun bilinci ve şuurundalar mı? Tüm bunların farkında iseler Asr Suresinin, Ali İmran Suresi 104 ve 110 uncu ayetlerinin gereğini yapıyorlar mı ya da hep birlikte Allahın ipine sımsıkı sarılıyorlar mı ve ya tamamı Allah’ın boyası (sebgetallah) ile boyanıyorlar mı? Birbirlerini muhacir ile ensar kıvamında, bütün ihtiyaç sahipleri ve bütün insanları da yaradan dan ötürü seviyor ve hiçbir karşılık beklemeden ihtiyaç sahibi, muhtaç insanlarla omuz omuza yan yana duruyor ve Allah’ın kendilerine verdiklerinden muhtaçların hakkını, hak sahipleriyle paylaşıyorlar mı? Nefsin şuhhu’ndan (kıskançlığından, cimriliğinden) halas oluyorlar mı, ihsan, isar, vera, digerkam bir ruha sahipler mi? sahiplerse bunu fi sebilillah pratiğe aktarıyorlar mı? Dini, Kur’an ve Sünnetin gölgesinde, Kur’an eksenli sahabe kıvamında mı yoksa hurafe, bid’at, menkıbe ve sembollerden oluşan bir dizi ezber ritüellerden oluşan kalıplar içerisinde mi yaşıyorlar? Bu soruyu malımın 1/40 ını zekat olarak verir, gerisi ile de dilediğimce yaşarım, Allah nimetini kulunun üzerinde görmek ister diyen Firavun, Haman, Karun özentisi Müslüman kardeşime soruyorum. Bu soruyu, emri hak vaki olup da 5 metrekarelik bir çukura gireceğini unutarak, saray yavrusu mekanlar da, kaşhaneler de Allah’ı unutan basiretsiz, beyinsiz zavallı Müslüman kardeşlerime soruyorum. Bu soruyu marka başörtülü, daracık kot pantolonlu, 15 cm. uzunlukta mızrak topuklu can can’lı ayakkabı giyen altı kaval üstü şişhane, basiretsiz, akledemeyen, şuursuz bir kalbe sahip mütesettir hanım kardeşimize soruyorum. Bu soruyu kendisine dünya meta’ından putlar yapıp Allah’ı unutan paragöz, zübük Müslüman kardeşime soruyorum. Bu soruyu makam, mevki, şöhret budalası Müslüman kardeşime soruyorum. Yazık bize, yuh bize, veyl olsun bizim bu salih amelle, iyilikle, merhametle, sevgiyle, erdemle, insanlıkla, yardımlaşmayla, diğerkamlıkla, hakkı ve sabrı tavsiye etmekle beslenemeyen ritüellerle kuşatılmış, şekilciliğin kutsandığı ve Kur’an’ın devre dışı bırakıldığı müslümanlık, din anlayışımıza. Mevla’mız bir Kur’an ayetinde şöyle buyuruyor… “Bir millet, sahip olduğu ilahî-insanî değerleri, benliğini, kendilerindeki yüksek hasletleri değiştirmedikçe, Allah o milletin elinde olan nimetleri değiştirmez, sosyal, siyasî ve ekonomik düzenlerini bozmaz. Allah toplumların başına hak ettikleri bir felâket getirmek, onları cezalandırmak istediği zaman da, artık bu felâketin, bu cezanın geri çevrilme imkânı yoktur. Onların Allah’ın dışında, kulları durumundakilerden velileri, koruyucuları, yardım edenleri de bulunmaz.” (Rad Suresi – Ayet 11) Bizler millet olarak sahip olduğumuz ilahi, insani değerleri, insan benliğimizi, yaratılışından gelen yüksek insani hasletlerimizi değiştirdik, sosyal, siyasi, ekonomik, toplumsal değer ve düzeni bozduk ve nihayet yukarıdaki mübarek ayetin muhatabı olduk. Yazık bizim Müslümanlığımıza, yuh bizim Müslümanlığımıza, veyl olsun bizim Müslümanlık ve din anlayışımıza. “Yazıklar olsun, vay hâline o (âdet diye) namaz kılanlara ki; Onlar, (iman edenin mi’râcı olan) salâtlarından (okunanların mânâsını yaşamaktan) kozalıdırlar (gâfildirler)!… (Maun Suresi Ayet 4 – 5)….. Selam ve Dua İle, Allah (cc) Bes, Bâki Heves.