“ABD’nin Ankara büyükelçisi geçtiğimiz hafta bazı gazetecilere yaptığı açıklamalarda bilhassa yargıdaki olumsuzluklara değinmiş ve değişik meselelerle ilgili görüşlerini paylaşmıştır.
Bu aşamada kararlılıkla ifade etmek isterim ki, bir yabancı görevlinin yanlış veya doğru içişlerimiz hakkında fikir ileri sürmesi taşıdığı sorumlulukla bağdaşmayacaktır.
ABD’li elçinin bu tavrı bir defa diplomatik nezaket ve teamülleri hiçe saymaktır.
Doğrudur, ülkemizin en başta yargıdaki tıkanıklık ve uygulamadaki aksaklıklarla ilgili açmazları vardır ve artarak da devam etmektedir.
Ancak bu bizim iç meselimiz olup, bizatihi çözecek olan Türk milletinden başkası değildir.
Yabancı diplomatların ya da devlet adamlarının Türkiye’nin içişlerine müdahil olma alışkanlıkları AKP’nin acziyetinden, kötürüm politikalarından ve başkalarına kul köle olan omurgasızlığından kaynaklanmaktadır.
Bir elçinin görev yaptığı ülkeyle ilgili görüşlerini açıklayabilmesi, öncelikle cesaret bulmasıyla, arkasından da siyasi yönetim tarafından uygun bir ortamın sağlanmasıyla mümkündür.
Hükümet bu imkânı 10 yıldır yabancılara sunmaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz cumartesi günü, partisinin İstanbul İl Danışma Meclisi Toplantısı’nda sarfettiği, “Türkiye hiç kimsenin şamar oğlanı değildir. Türkiye, içişlerine karışılacak, dışarıdan yasama, yargı ve yürütme sistemlerine burun sokulacak bir ülke hiç değildir.” sözleri günü ve vaziyeti kurtarmak adına söylenmiş kuru laf kalabalığından ibarettir.
Ayrıca AKP’li bazı yöneticilerin ABD büyükelçisine “haddini bileceksin” çıkışları nafile olup kuru gürültüdür.
Söz konusu büyükelçi değişik fırsat ve ortamlarda Türkiye’nin gündemiyle ilgili yorumlarını yapmakta, hükümetten ise herhangi bir yaptırımı olmayan boş sözler duyulmaktadır.
Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin şamar oğlanı olmadığını düşünüyor ise gereğini yapacak özgüven ve cesareti göstermeli, lafla peynir gemisi yürütme kurnazlığından vazgeçmelidir.
ABD’li büyükelçinin açıklamalarının üzerinden kısa bir süre sonra, bu kez de Okyanus ötesinden manşetlere konu olan bir mülakat yayımlanmıştır.
ABD Başkanı Obama, kendisine verilen 11 sorudan yalnızca 7’sini cevaplayarak görüşlerini bir gazete vasıtasıyla Türkiye’ye bildirmiştir.
Kalan 4 sorunun neden cevaplanmadan bırakıldığı esasen dikkatle irdelenmelidir.
ABD Başkanı Obama, bu açıklamasında Türkiye’nin hassasiyet taşıyan tüm iç meseleleri hakkında yorumlar yapmıştır.
“Türkiye hiç kimsenin şamar oğlanı değildir” diyerek ABD büyükelçisine yerini gösteren Başbakan’dan, şu ana kadar hiçbir ses ve tepki gelmemiştir.
Bu mülakatında Obama; Başbakan Erdoğan’ı küresel konularda harika bir partner olarak gördüğünü itiraf etmiş, neredeyse eşbaşkanlık karnesinin yıldızlı pekiyiyle dolu olduğunu ima etmiştir.
Herhalde Başbakan Erdoğan bundan dolayı sevinmiş ve bu sözleri aylardır beklediği randevunun yakın vadede verileceğinin bir işareti olarak yorumlamış olsa gerektir.
Ayrıca ABD Başkanı, sözde barışçıl çözüm arama çabası olarak gördüğü İmralı canisiyle sürdürülen müzakereleri alkışladığını belirtmiştir.
ABD Başkanı’nın hem PKK’nın terör eylemlerine eleştirisel bakması hem de ihanet müzakerelerini olumlu bulması tam bir çelişkinin ürünüdür.
İmralı’da yatan bebek katilini barış taraftarı yapan Obama’nın, ilk fırsatta boşalan eşbaşkanlık koltuğuna oturtması ve Başbakan’la aynı göreve taşıması mübalağalı bir öngörü olmayacaktır.
ABD Başkanı devamla, evrensel özgürlükleri ilerletme konusunda mevcut liderleri, muhalefet partilerini ve vatandaşlarımızı sorumlulukları paylaşmaya çağırmıştır.
Ve sözlerine aynen şunları ilave etmiştir:
“Türk liderleri, insanların çıkarlarına hizmet eden reformları ilerletmeye ve demokratik kurumları güçlendirmeye teşvik ediyorum.”
Önce bu liderlerin berraklaştırılması gerekmektedir.
Eğer biz de bunlar arasında telakki edildiysek diyeceğim şudur:
Başbakan Erdoğan ve diğerlerini bilemeyiz, ama Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türk milletinden başka hiçbir varlığın, hiçbir kişinin veya hiçbir yönetimin teşvik etmesi söz konusu dahi olmayacaktır.
ABD Başkanı bizi ne zannetmektedir?
Afganistan’daki, Irak’taki, Libya’daki akıtılan oluk oluk Müslüman kanlarını unutmuştur da sırayı bizi mi teşvik etmesi almıştır?
ABD’deki 50 eyaletin bölünmeyeceğini, bağımsızlık derdine düşmeyeceğini garanti altına almıştır da, Türkiye’deki ihanet müzakerelerinin mi kaygısına kapılmıştır?
ABD Başkanı işine bakmalı, Beyaz Saray’da beyaz düşler kurmaya, sömürgeci planlarını gözden geçirmeye ve yönetiminin katlettiği Müslümanların vebaliyle kendisine çeki düzen vermelidir.
Bizim teşvikçimiz, heyecan pınarımız ve ilham kaynağımız BOP’un hain emelleri, emperyalizmin kanlı dişleri değil, büyük Türk milletidir.
Aklımıza gelmişken sormak lazımdır ki, Başbakan Erdoğan bugüne kadar hangi teşvikleri almış, hangi dayatmaları sineye çekmiştir?
ABD’den bakılınca Türkiye’deki her siyasi partinin AKP gibi mi olduğu düşünülmektedir?
Biz, patron edasıyla konuşanlara, Türkiye’ye yön çizmeye, terbiye vermeye çalışanlara ve milli gururumuzu incitenlere asla dönüp de bakmayız.
Biz kırılabiliriz, ama asla birileri gibi eğilmeyiz.
Çünkü biz Milliyetçi Hareket Partisiyiz.”
Bu sözlerin tamamı MHP lideri Devlet Bahçeli’ye ait...13. Şubat.2013 tarihli Grup Konuşması’ından alındı. ABD’ye ve Obama’ya net göndermeler ve tavırlar var. Ama kimse bunları yazmıyor ve konuşmuyor. RTE diyor ki; “Bahçeli ile bizim dünyamız farklı”. Doğru söylüyor. İkisinin konuşmalarına ve yaptıklarına bakarsak bu farklılığı çok net görüyoruz. Birisi “Türk” milleti için diğeri adı “bu” olan bir millet için çalışıyor. Bu yüzden Bahçeli’ye söyledikleri ve tavırlarından dolayı, kendisini “Türk Milleti”ne mensup gören herkes sahip çıkmalı ve desteklemelidir. Son sözüm de, Bahçeli ve MHP’ye saldıran; ulusalcı, İslamcı, küreselci, liberalci, laf milliyetçileri ve de Türk Milliyetçiliğini salt particilik olarak görenlere “pardon siz ne diyordunuz?” !..