DAVUTOĞLU’NUN DÜŞLERİ

İngiliz Parlamentosu’nun girişinde, rahatlıkla görülebilecek bir yerde devasa bir levhada şunlar yazılıdır. ”İngilizlerin ebedi düşmanları da yoktur, İngilizlerin ebedi dostları da yoktur, İngilizlerin ebedi menfaatleri vardır. ‘’ İngiliz politikalarını net bir şekilde özetleyen bir ifadedir bu başlık.. ‘Düş odaklı dış politika” stratejik derinlik yerine, stratejik endama dönüştü… Dış politika sicili “0” sıfır olan Davutoğlu artık Başbakan. Biraz stratejik derinlik yapalım ne dersiniz? AKP’nin ve Davutoğlu’nun dış politikası, başarısız olduğu kadar çok tehlikeli bir sonuca doğru gitmektedir. ”Her başarının ölçüsü arzu edilen hedefle, elde edilen hedef arasındaki farktır.” Bu fark büyüdükçe başarısızlık, fark küçüldükçe de başarı artmaktadır. O halde Davutoğlu’nun, dış politikasının başarılı veya başarısız olduğunu ölçebilmemiz için her şeyden önce AKP’nin dış politik hedefini somut olarak ortaya koymamız gerekmektedir. AKP’nin dış politik hedefi, görünüşte Dışişleri Bakanı AKP’li Ahmet Davutoğlu’ nun, tanımına göre “Komşularla Sıfır Sorun” dur. Gerçekte ise ”ABD Emperyalizminin ”Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi”nin bir uygulamasından başka bir şey değildir.” Bu dış politika kaçınılmaz olarak savaş kışkırtıcılığıdır. Hâlbuki 80 yıl boyunca Ahmet Davutoğlu’na kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının temel ilkesi, M. K. Atatürk’ün “Yurtta barış, Dünyada Barış” sloganına uygun olarak, “Barış” olmuştur. Görünüşte de olsa hedef olarak “Komşularla Sıfır Sorun”la yola çıkan Ahmet Davutoğlu, acaba uygulamada bu hedefine ne derece yaklaştı veya uzaklaştı; şimdi AKP’nin ve Davutoğlu’nun dış politikalarına ülke ülke somut uygulamalarına ve elde edilen sonuçlarına birlikte bir göz atalım:   Türkiye İsrail ilişkileri 2009 Ocak ayında, İsviçre’nin ”Davos” kentindeki bir açık oturumda Başbakan Erdoğan ile İsrail Devlet Başkanı Peres atıştılar. Erdoğan, İsrail’i Filistin halkına çok gaddar davranmakla suçlayarak ve oturumu yönetenin ona yeterince söz hakkı tanımamasını da protesto ederek “One Minute” ile tartışmayı terk edip, Davos’a bir daha gelmeyeceğini açıkladı. Fakat NATO ile yapılan görüşmelerle AKP hükümeti, aslında bir ABD projesi olan, fakat sonradan maliyet ve stratejik nedenlerden dolayı NATO’ya devredilen “Füze Kalkanı” sistemini Türkiye’ye yerleştirme kararı aldı. Kararın uygulanmasına derhal projenin en önemli bölümü olan radarların, Malatya’nın Kürecik beldesine yerleştirilmesiyle başlandı. Geçtiğimiz hafta içinde radarları kontrol edecek ABD askerleri de Kürecik’e geldiler. AKP ve lideri Erdoğan’ın, İsrail karşıtı politikası sadece görünüştedir. Çünkü AKP iktidarı ,ABD emperyalizmi tarafından ”Arap-Müslüman dünyasına”, “Ilımlı İslam” modeli olarak sunulmaktadır. Bu modelin Arap ve Müslüman dostu olabilmesi için AKP ve Erdoğan yüzeysel olarak İsrail düşmanı ve Filistin, dolayısı ile Arap dostu olmak zorunda. ”Gerçekte ise AKP’nin dış politikası İran karşıtı ve İsrail dostudur.” Özetle, komşularına ve özellikle Müslüman-Arap dünyasına karşı samimi olmayan bu politika özünde emperyalizmin, ”Büyük Ortadoğu Projesi’nin” uygulanmasından başka bir şey değildir. Her “one minute “ çıkışına “two minutes” eklemek, yangına benzin dökmek demektir. ”Diplomatik başarı hırsı , diplomatik felakete dönüşmüştür.”   Ermenistan Politikası Ekim 2009′da, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu ile Ermenistan Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı arasında Zürih’te iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasına dair bir protokol imzalandı. İmza töreninde bir fotoğraf karesi için her iki ülke dışişleri bakanlarının arkasında ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov ve Avrupa Birliği Dışişleri ile ilgili Komisyon üyelerinin yer aldığı çok ilginç bir poz oluştu. En korkuncu Hocalı’da yaşanan birçok katliamlardan sonra 1994 yılında Karabağ’ı işgal eden ve emperyalist güçler tarafından çok şımartılan Ermenistan, bu protokolün içeriği ile yetinmeyince; protokol Ermenistan Anayasa Mahkemesince iptal edildi. Türkiye-Ermenistan Protokolünden geriye sadece Azerbaycan’ın Türkiye’ye olan kırgınlığı kaldı. Yani sonuçta sıfıra sıfır, elde kaldı sıfır! Libya Politikası; R.T. Erdoğan hükümetinin, Libya’ya aktif dış müdahaleye katılması normaldir. Çünkü R.T. Erdoğan bizzat BOP’ un eş başkanıdır. Başbakan Erdoğan, Libya müdahalesinden hemen birkaç gün önce “BOP ve Genişletilmiş Kuzey Afrika Projesi’nin” olabildiğince kansız gerçekleşmesi için gayret sarf ediyoruz” diye bu görevini de itiraf etmiştir.Davutoğlu’nu burada göremiyoruz bile…   Irak Politikası; R.T. Erdoğan ve Ahmet Davudoğlu’ nun Irak politikası, Irak’ın toprak bütünlüğünden yana değil, tam tersine Irak’ın iç işlerine karışarak; Sünni Tarık el Haşimi’yi, Şii Maliki’ye karşı destekleyerek adeta Irak’ın bölünmesine katkıda bulunmaktadırlar. Öte yandan bu dış politika Irak’ın kuzeyinde emperyalizmin iki savaşla oluşturduğu Barzani liderliğindeki Kürt Yönetimini resmen desteklemektedir. Türkiye bu özerk Kürt yönetimini resmen tanımış, elçilik bile atamıştır. Kaldı ki Türk büyük sermayesi ve müttehitleri yıllardır Barzani’nin bu bölgesinin, yollarını, resmi binalarını, alt yapısını inşa etmekteler. Bununla da kalmayıp Maliki yönetimini devre dışı bırakarak, bölgesel kürt yönetimi ile ‘Petrol ortaklığı’ yapmışlardır. 12 ayrı fraksiyondan oluşan unsurları ve başta ”El Nusra” ve ”IŞİD” denen Terör örgütünü destekleyerek,katliamlar yapmasına seyirci kalmış, Musul-Kerkük-Telafer,Tuzhurmatu gibi yerlerde yaşayan Türkmen kardeşlerimizin katledilmesini büyük bir gevşeklikle izlemiştir. ABD, ne karadan,ne havadan ne de denizden büyük bir askeri harekat yapma eğiliminde değildir,olmamıştırda.Irak’ta, CIA-MOSSAD ve MI5 eliyle yetiştirilip karma paralı cellatları bölgeye yerleştirerek, gerek demografik yapı gerekse coğrafyanın yeniden şekillenmesini para-silah-uyuşturucu-kadın ile destekleyip, başta Türkmen kardeşlerimiz olmak üzere sonsuz katliamlar yapmalarına ve kan akıtılmasına seyirci kalmaktadırlar. Ta ki, sincar dağına sığınan ”Yezidiler” söz konusu olana dek.Ve bu yezidilere ABD ve AB ülkelerinden önce ilk yardımı yapan da maalesef Türkiye’yi yöneten AKP Hükümeti oldu. Burada ki amaçda aslında insani bir vazife ile Yezidileri kurtarmak değil, IŞİD’i kullanıp Peşmergenin daha çok silahlanması ve Barzani’nin güçlenip Kürdistan’ı oluşturmalarına destekten öte değildir. Kısaca, AKP’nin Irak dış politikası da Büyük Ortadoğu Projesi’nin pratiğinden başka bir şey değildir.   İran Politikası; Türkiye İran’dan yana dost görünüp, fakat hiçbir zaman ABD’nin sözünden çıkmamaktadır. Zaten İran, Türkiye ile olan ilişkilerin de, daima güvensizlik hakim olmuştur. ABD ise, ne pahasına olursa olsun, İran’ın nükleer silah yapmasına engel olmaya çalışır görünmektedir. Fakat bu politika da ABD’nin görünüşteki BOP uygulanması için bir bahanesidir. ”özünde ABD, İran’a vurmak için uluslararası meşruiyetin peşindedir.” Eğer ABD, Suriye politikasında Esad’ın ters köşesiyle karşılaşmamış olsaydı, Türkiye’ye ” Suriye savaşını ihale edip” ardından da İran için stratejisini daha çabuk devreye sokacaktı. İran’a bir yandan dost görünen Türk Dış Politikası, utanmaz bir ikiyüzlülükle İran’a karşı NATO’nun “Füze Kalkanı” sistemini topraklarına yerleştirmesine izin vermektedir. İran durumun farkındadır ve Türkiye’yi en yetkili askeri ağızlardan defalarca uyarmaktadır. Aynı uyarıları kuzeydeki büyük komşumuz Rusya da yapmaktadır.   Suriye Politikası; 15 Ağustos 2010 yılında Referandumda ‘evet’ oyu alabilmek için Gaziantep’te miting düzenleyen Erdoğan, Beşar Esad ile iki ğlke arasında çok yönlü anlaşmalar imzaladıklarını açıklamış ve bunlardan en önemlisi ise iki ülke arasında ki mayınlı arazilerin temizlenmesi ve vizelerin kaldırılmasıydı. 2011 yılında Türkiye ve Suriye hükümetleri iki devlet arasındaki vizeleri kaldırmıştılar.Türkiye-Suriye yakınlaşmasını hızlandırmış, bu bağlamda, iki devlet İsrail’i rahatsız eden ortak bir askeri tatbikat bile düzenlemiştir. Ayrıca da 13 Ekim 2009’da ise , Türkiye ve Suriye arasında, iki ülkenin toplam on bakanının katılımıyla, Halep ve Gaziantep’te Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu toplantısı yapılmış ve ilişkiler bambaşka bir boyut kazanmıştı. Ancak Ahmet Davudoğlu ve siyasi şefi Erdoğan Libya politikasında olduğu gibi, birden bu iyi ilişkiler politikasından çark ettiler. Erdoğan, Suriye’nin içindeki olayları kendi iç meselesi olarak ilan etti. Neden? Çünkü, ABD emperyalizminin üflediği “Arap Baharı” rüzgârları Ortadoğu’da ve Suriye’de kuvvetle esmeye başlamıştı. Büyük Ortadoğu Projesinin, başarıyla devam etmesi için Suriye’de Esad rejiminin de yıkılması, Tunus, Libya, Mısır vs. gibi “Ilımlı İslam” gömleğini giymiş Müslüman Kardeşlerin (İhvan-ı Müslimin) iktidara gelmesi gerekiyordu. Emperyalist şerifin, bölgedeki yardımcı şerifi görevini yapmalıydı. NATO ile birlikte “dış müdahale modelini “ Libya’da başarıyla deneyen emperyalizm, aynı uygulamayı Suriye’de de denemeye kalkıştı. Ancak, BM Güvenlik Konseyinden, Rusya ve Çin’in vetosuyla bu meşruiyet vizesini alamadılar. Fakat bu meşruiyeti ne pahasına olursa olsun almak istiyorlar. Bir yandan Suriye üzerine yoğun bir “kara propaganda” yürütürken, diğer yandan Suriye içindeki muhalefeti, illegal olarak dışardan silahlandırıyorlar. Komşu bir devlete karşı bütün bu bozguncu faaliyetlerin başında ise Türkiye var. Kıbrıs Politikası ABD’nin Başkan yardımcısı Joe Biden’in, Kıbrıs ziyareti 1962 yılından bu yana üst düzey bir ziyarettir ve elbette bir/bir kaç anlamı olacaktır ve olmuştur. Bunlar; ABD, Rusyan’ın Akdeniz’deki varlığını engellemek, AB’nin, Rus doğalgazına olan bağımlılığını en aza indirgemek, geri dönüşü olmayan Suriye konusunda ki Moskova liderliğinin önüne geçebilmek, Ukrayna olayında, Rusya’nın karşısında dik duramayan ABD, Akdeniz cephesinden yarıklar açarak yeni mevziler yaratmak, yani ” Kıbrıs müzakereleri” konusuyla Rusya’yı vurmak. Bir taşla bir kaç kuşu vurayım edasında düşünerek aynı zamanda müzakerelerin devam etmesi ve iyi niyet göstergesi olarak da kapalı bölge Maraş’ın Rumlara hediye edilmesini sağlamak yani KKTC’yi sunmaktır. Bundan bir hafta evvelde Rum lider, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yönetiminin iyi niyet göstergesi olarak adadan Türk askerlerinin çekilmesini ve kapalı bölge Maraş’ın Rumlara verilmesini resmen talep etmişti. ABD’nin ve Rumların isteklerinin, KKTC, Rusya, Türkiye için tehdit ve tehlike arz ettiği görülmektedir. Türkiye, bu tehdit ve tehlikeleri ne derece algılamıştır ? Davutoğlu’nun, Biden’in Kıbrıs ziyareti ile ilgili olumlu açıklamalarını da hesap ettiğimizde, durum gerçekten de vahimdir. ABD’nin Ortadoğu’da, ”Böl-parçala-yönet” modeli, Kıbrıs’ta ise ”Birleşik devlet” model planı, Rusya ile KKTC açısından, düşmanında çıkarlarında aynı olduğu izlenimini yaratmıştır. Kıbrıs’ın çevresinde ki zengin petrol ve enerji kaynakları; Rusya’nın enerji konusunda ki liderliğini kırmak, KKTC’yi daha da izole etmek, Rumların istediği noktaya getirmek, Ada’da ki Türk varlığının geleceğini tehlikeye sokmakla birlikte, Türkiye’nin Akdeniz’e açılan tüm kapılarının kapanması anlamına gelmektedir.   Sonuç : Uğur Mumcu’nun deyimiyle, ”Türkiye’nin hiç bir zaman ‘C’ planı olmamıştır.Hep ‘ABD’ planları olmuştur” sözünden yola çıkacak olursak; Ahmet Davudoğlu’nun ”Düş Politikası; bırakalım “komşularla sıfır sorun” meselesini, Türkiye’yi yüzyıllardır dost olduğumuz komşularla bile düşman olacak bir duruma getirmiştir. Komşularla sıfır sorun yerini “sırf sorun”a bırakmıştır.. Bu dış politika, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu büyük lider M. Kemal Atatürk’ün, bağımsız ve barışçı dış politikasından tamamen uzaklaşarak emperyalizmin, Ortadoğu’da taşeronluğunu yapan, ”Büyük Ortadoğu Projesi” ve ”Genişletilmiş Kuzey Afrika Projesi”nin uygulanmasından başka bir şey değildir. M. Kemal Atatürk bir kez daha büyüklüğünü kanıtlamıştır. O’nun “Yurtta Barış”, “Dünyada Barışın” güvencesi olduğu öngörüsü bir kez daha doğrulanmaktadır.   Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı , iç politikalarıyla yurt içinde adalete, hukuka, laikliğe, muhalefete, demokrasiye savaş açan AKP, elbette dış politikada da emperyalizmin kendisine verdiği görevi yerine getirebilmek için her riski göze almıştır. Çünkü ”Emperyalist planların bölgedeki taşeronluğu başka türlü yürümez” Başbakan olarak ismi dillendirilen Davutoğlu; politikalarıyla ülkemizi itibarsızlaştıran, yalnızlaştıran, savaşın eşiğine getiren ve bölgemizi ateş çemberine çeviren birisidir. Böyle birinin Başbakan olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne neler katabileceği de ayrı bir yazı konusudur.. Bugünün 3. Kuşak Yeni Osmanlıcıları “kılıç kuşanıp at binmiş”, Osmanlı’nın “muhteşem yüzyılına değil de, son padişah Vahdettin’in Osmanlısı’na doğru koşuyorlar.   Yazımı Davutoğlu’nun bir cümlesiyle bitirmek istiyorum: “Uluslararası politikanın özü, güç mücadelesidir ve izlediğiniz politikalar, gücünüze güç katmıyorsa, sadece insani gerekçelerle izlenemez. Çünkü o zaman, vicdan sahibi fakat güçsüz bir ülke, yani aciz olursunuz… “