IMF, Dış Borçlar ve AKP’nin Yalanları…
AKP Öncesi
AKP Dönemi
Yıllar
Borç Miktarı*
Yıllar
Borç Miktarı*
1960
0,558
2003
144,087
1970
2,297
2004
161,008
1975
3,250
2005
170,571
1980
16,227
2006
208,407
1985
25,476
2007
250,422
1990
49,035
2008
281,403
1995
73,278
2009
269,618
2000
118,806
2010
292,281
2002
129.592
2011
309,444
2012 3Ç
326,251
*Milyar ABD Doları Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Tabloda da görüldüğü üzere 2002 yılı sonu itibarıyla yaklaşık 130 milyar dolar olan toplam dış borcumuz, 10 yıllık AKP iktidarı döneminde (2012 yılı 3. Çeyreği) yaklaşık bir buçuk kat artarak 326 milyar dolara çıkmıştır. Burada yeri gelmişken bir not olarak; aynı dönemde iç borçumuz 103 milyar dolardan yaklaşık 250 milyar dolara çıkmıştır. Borç miktarı toplamda ise 233 milyar dolardan 576 milyar dolara yükselmiştir. IMF ile 1961 yılında imzalanan ilk stand-by anlaşmasının ardından 1970 yılı dâhil her yıl, 1978, 1979, 1980, 1983, 1984, 1994, 1999 ve 2002 yıllarında imzalananların ardından son olarak Mayıs 2005 ayında 19’uncusu imzalanmış ve 3 yıllık uygulamasının ardından IMF programı yenilenmemiştir. Bilindiği ve görüldüğü gibi Şubat 2002 ayında 57’nci Hükûmet tarafından imzalanan anlaşmayı Gül ve Erdoğan hükûmetleri aynen uygulamış ve 19’uncu Stand-by anlaşmasını da imzalayarak IMF politikalarını uygulamaya ve IMF’den borç almaya devam etmişlerdir. Ülkemiz 1999 yılında yaşanan depremler ve 2001 krizi sonrası 57’nci Hükûmet tarafından başlatılan ve müteakip hükûmetlar tarafından devam ettirilen ekonomik istikrar porgramları ile gerçekleştirilen reformlar sayesinde kamu açığı ve dış borç stoğunda meydana gelen artışa rağmen mali disiplinini sürdürmüştür. Türkiye açısından dış ticaret ve cari işlemler açığında yaşanan artışlar, ekonomimiz üzerinde ciddi istikrarsızlık ve kırılganlık meydana getirmektedir. Başta Başbakan olmak üzere hükûmet üyeleri, AKP milletvekili ve diğer yetkilileri ile yandaş medyada görevli koro, hep bir ağızdan ihracat rakamlarının 2002’den 2012’ye 36 milyar ABD Dolarından 140 milyar ABD Dolarına çıktığını söylemektedirler. Bu da doğrudur, fakat eksiktir. Bir de ithalata bakalım; ithalat rakamları da 2002’den 2012’ye 50 milyar ABD Dolarından 250 milyar ABD Dolarına çıkmıştır. Buradan çıkarılması gereken sonuç şudur: AKP iktidarları döneminde ihracatımız 4 kat, ithalatımız ise 5 kat artmıştır. Avrupada hüküm süren kriz, ihracatımızdaki payının büyüklüğünden dolayı Avrupa Birliği ülkelerine olan ihracatımızın azalmasına sebep olmuştur. Türkiye ekonomisi de krizden nasibini almış, hiç de söylendiği gibi teğet geçmemiştir. Büyüme 2008 yılında 0,7’ye düşmüş, 2009’da ise 4,8 küçülme olmuştur. 2012’de ise açıklanmayan bir kriz memleketin her köşesinde hissedilmekte, büyüme revize edilen beklentilerin de altında %3 civarında gerçekleşmesi beklenmektedir. Büyümeden bahsetmişken yine bir konuya değinmeden geçemeyeceğiz. Başbakan ve tayfası memuru, işçiyi enflaslona ezdirmedik diyorlar. Enflasyon hesaplanmasında kullanılan parametrelerin zaman zaman değiştirilmesini göz önüne almaz isek Erdoğan hükûmetlerinin memura, işçiye, emekliye ve bunların dul ve yetimlerine yıllık enflasyon oranında zam yapıldığı bir gerçektir. Ancak 10 yıllık devri iktidarlarının toplam büyüme oranı yaklaşık %50 olmasına rağmen bu güne kadar memura, işçiye, emekliye ve bunların dul ve yetimlerine refah payı verilmemiştir. Bunun anlamı şudur; AKP’nin iktidara geldiği 04.11.2002 tarihinde 100 TL ücret alan bir kişi bugün reel anlamda 50 TL ücret almaktadır. Sonuç olarak IMF’ye borcumuz bitmek üzeredir, fakat iç, dış ve toplam borcumuz 2002 yılına göre bugün 1,5 kat daha fazladır. IMF’ye olan borcumuzda olduğu gibi yukarıda örneklerini verdiğimiz diğer konular başta olmak üzere birçok konuda iktidar eksik bilgilerle vatandaşlarımızı yanlış yönlendirme yolunu seçmektedir. Biz burada birkaç örnek vermek suretiyle kamuoyunu bilgilendirmeye, özellikle de memurlar başta olmak üzere iktidarın vermediği refah payı konusuna dikkatleri çekmeye çalıştık. Bundan sonrası özellikle az evvel saydığımız kamuda çalışanlar öncelikli olmak üzere iktidar partisine oy veren vatandaşlarımıza düşmektedir. Memleketimizin borç sarmalından kurtulabilmesi, vatandaşlarımızın daha müreffeh bir hayat standardına ulaşabilmeleri için neler yapılabilir? Öncelikli olarak, üretimdeki ithalata bağlı olan yapıdan kurtulunarak, yerli üretime ağırlık verilmelidir. İhracatta hammadde yerine yarı mamul ve mamul ürünlerden katma değeri yüksek olan teknolojik ürünlere geçiş sağlanmalıdır. Bütün bu işler için borçlanmak gerekirse de, borcun sürdürülebilir bir seviyede olması kaçınılmazdır. Alınan borçlar kesinlikle üretime yönelik yatırımlar için kullanılmalı, bir başka borcu ödemek veya oy kaygısıyla popülist politikalar uygulamak için kullanılmamalıdır.