IMF, Dış Borçlar ve AKP’nin Yalanları…

  Dış borçlar konusu Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyılından günümüze kadar, zaman zaman fasılalara uğrasa da ülkemizin önde gelen tartışma konularından birisi olagelmiştir.   Cumhuriyet döneminde dış borç sorunu 1950’li yıllarda başlar. Yüksek borçlanma nedeniyle IMF ile yapılan stand-by anlaşmaları ile de bu dönemde tanışmıştır ülkemiz. 1970’li yılların ekonomik ve siyasal krizleri ile dünya çapındaki petrol krizleri daha çok borçlanmamıza ve mevcut borç ödemelerinin ötelenmesine sebep olmuştur. 1980’li ve 1990’lı yıllar beklentilerin aksine borçlanma trendimiz artarak devam etmiştir.   Dış borçlar Türkiye gibi gelişmekte olan veya azgelişmiş ülkeler için önemli problemlerin başında gelmektedir. Ülkelerin artan borçları, borç yükünü artırmanın yanı sıra dış borcun anapara ve faiz ödemelerini de ağırlaştırmaktadır. Her ülkenin borcu olabilir, burada dikkat edilmesi gereken konu; ekonomik istikrarı sağlanıp devam ettirilebilmesi için borcun sürdürülebilir olması ve borç yükünün kabul edilebilir seviyelere indirilerek bu seviyelerde tutulması gelmektedir.   Ülkeler (Kamu ve özel sektör) dış borçlanmayı Dünya Bankası ve IMF gibi uluslar arası kuruluşlardan, diğer devletlerden ve diğer devletlerdeki banka ve finans kuruluşlarından borç almak suretiyle gerçekleştirirler. Ülkemizde ise genel olarak dış borçlanma deyince “borç sadece IMF’den alınır” şeklinde bir algı oluşmuştur. “Kahrolsun IMF” sloganı bu algının bir tezahürüdür. Böyle bir algıdan hareketle Başbakan Erdoğan IMF’ye olan borcu hemen bitirebilecek durumda olduğumuzu ama prosedürler gereği 2013 yılında bitirileceğini, bununla da kalmayıp IMF’ye 5 milyar ABD Doları borç vereceğimizi söylüyor. Başbakan doğru söylüyor, ama… aması az evvel söylediğim algıdan dolayı bu doğru söylemden “Türkiye’nin dış borcu bitme noktasına geldi, artık borç alan değil, borç veren bir ülkeyiz…” anlamı çıkıyor.   Şimdi gelelim yıllar (dönemler) itibarıyla Ülkemizin dış borçlanma durumuna.  

AKP Öncesi

AKP Dönemi

Yıllar

Borç Miktarı*

Yıllar

Borç Miktarı*

1960

     0,558

2003

144,087

1970

     2,297

2004

161,008

1975

     3,250

2005

170,571

1980

   16,227

2006

208,407

1985

   25,476

2007

250,422

1990

   49,035

2008

281,403

1995

   73,278

2009

269,618

2000

118,806

2010

292,281

2002

129.592

2011

309,444

2012 3Ç

326,251

*Milyar ABD Doları Kaynak: Hazine Müsteşarlığı   Tabloda da görüldüğü üzere 2002 yılı sonu itibarıyla yaklaşık 130 milyar dolar olan toplam dış borcumuz, 10 yıllık AKP iktidarı döneminde (2012 yılı 3. Çeyreği) yaklaşık bir buçuk kat artarak 326 milyar dolara çıkmıştır. Burada yeri gelmişken bir not olarak; aynı dönemde iç borçumuz 103 milyar dolardan yaklaşık 250 milyar dolara çıkmıştır. Borç miktarı toplamda ise 233 milyar dolardan 576 milyar dolara yükselmiştir.   IMF ile 1961 yılında imzalanan ilk stand-by anlaşmasının ardından 1970 yılı dâhil her yıl, 1978, 1979, 1980, 1983, 1984, 1994, 1999 ve 2002 yıllarında imzalananların ardından son olarak Mayıs 2005 ayında 19’uncusu imzalanmış ve 3 yıllık uygulamasının ardından IMF programı yenilenmemiştir. Bilindiği ve görüldüğü gibi Şubat 2002 ayında 57’nci Hükûmet tarafından imzalanan anlaşmayı Gül ve Erdoğan hükûmetleri aynen uygulamış ve 19’uncu Stand-by anlaşmasını da imzalayarak IMF politikalarını uygulamaya ve IMF’den borç almaya devam etmişlerdir.   Ülkemiz 1999 yılında yaşanan depremler ve 2001 krizi sonrası 57’nci Hükûmet tarafından başlatılan ve müteakip hükûmetlar tarafından devam ettirilen ekonomik istikrar porgramları ile gerçekleştirilen reformlar sayesinde kamu açığı ve dış borç stoğunda meydana gelen artışa rağmen mali disiplinini sürdürmüştür. Türkiye açısından dış ticaret ve cari işlemler açığında yaşanan artışlar, ekonomimiz üzerinde ciddi istikrarsızlık ve kırılganlık meydana getirmektedir.   Başta Başbakan olmak üzere hükûmet üyeleri, AKP milletvekili ve diğer yetkilileri ile yandaş medyada görevli koro, hep bir ağızdan ihracat rakamlarının 2002’den 2012’ye 36 milyar ABD Dolarından 140 milyar ABD Dolarına çıktığını söylemektedirler. Bu da doğrudur, fakat eksiktir. Bir de ithalata bakalım; ithalat rakamları da 2002’den 2012’ye 50 milyar ABD Dolarından 250 milyar ABD Dolarına çıkmıştır. Buradan çıkarılması gereken sonuç şudur: AKP iktidarları döneminde ihracatımız 4 kat, ithalatımız ise 5 kat artmıştır.   Avrupada hüküm süren kriz, ihracatımızdaki payının büyüklüğünden dolayı Avrupa Birliği ülkelerine olan ihracatımızın azalmasına sebep olmuştur. Türkiye ekonomisi de krizden nasibini almış, hiç de söylendiği gibi teğet geçmemiştir. Büyüme 2008 yılında 0,7’ye düşmüş, 2009’da ise 4,8 küçülme olmuştur. 2012’de ise açıklanmayan bir kriz memleketin her köşesinde hissedilmekte, büyüme revize edilen beklentilerin de altında %3 civarında gerçekleşmesi beklenmektedir.   Büyümeden bahsetmişken yine bir konuya değinmeden geçemeyeceğiz. Başbakan ve tayfası memuru, işçiyi enflaslona ezdirmedik diyorlar. Enflasyon hesaplanmasında kullanılan parametrelerin zaman zaman değiştirilmesini göz önüne almaz isek Erdoğan hükûmetlerinin memura, işçiye, emekliye ve bunların dul ve yetimlerine yıllık enflasyon oranında zam yapıldığı bir gerçektir. Ancak 10 yıllık devri iktidarlarının toplam büyüme oranı yaklaşık %50 olmasına rağmen bu güne kadar memura, işçiye, emekliye ve bunların dul ve yetimlerine refah payı verilmemiştir. Bunun anlamı şudur; AKP’nin iktidara geldiği 04.11.2002 tarihinde 100 TL ücret alan bir kişi bugün reel anlamda 50 TL ücret almaktadır.   Sonuç olarak IMF’ye borcumuz bitmek üzeredir, fakat iç, dış ve toplam borcumuz 2002 yılına göre bugün 1,5 kat daha fazladır. IMF’ye olan borcumuzda olduğu gibi yukarıda örneklerini verdiğimiz diğer konular başta olmak üzere birçok konuda iktidar eksik bilgilerle vatandaşlarımızı yanlış yönlendirme yolunu seçmektedir. Biz burada birkaç örnek vermek suretiyle kamuoyunu bilgilendirmeye, özellikle de memurlar başta olmak üzere iktidarın vermediği refah payı konusuna dikkatleri çekmeye çalıştık. Bundan sonrası özellikle az evvel saydığımız kamuda çalışanlar öncelikli olmak üzere iktidar partisine oy veren vatandaşlarımıza düşmektedir.   Memleketimizin borç sarmalından kurtulabilmesi, vatandaşlarımızın daha müreffeh bir hayat standardına ulaşabilmeleri için neler yapılabilir? Öncelikli olarak, üretimdeki ithalata bağlı olan yapıdan kurtulunarak, yerli üretime ağırlık verilmelidir. İhracatta hammadde yerine yarı mamul ve mamul ürünlerden katma değeri yüksek olan teknolojik ürünlere geçiş sağlanmalıdır. Bütün bu işler için borçlanmak gerekirse de, borcun sürdürülebilir bir seviyede olması kaçınılmazdır. Alınan borçlar kesinlikle üretime yönelik yatırımlar için kullanılmalı, bir başka borcu ödemek veya oy kaygısıyla popülist politikalar uygulamak için kullanılmamalıdır.