Türk-İslam’a Saldıranlara Direnen Milliyetçilik

 Türk-İslam Alemine karşı girişilen saldırılara direniştir “Milliyetçilik" İslâm Alemi özellikle de Türk milleti ile Hristiyan Dünyası arasındaki en büyük çatışma, medeniyet arasında yaşanmaktadır. İslâm’ın doğuşuyla başlayan bu savaş, zaman ve zemine göre değişmiş ama asla ve asla hiç durmamıştır. Malazgirt zaferi ile Anadolu’da devletleşen Müslüman Türk’e karşı silâhlı olarak başlatılan ve Yüz yıllarca süren Haçlı Seferlerinden sonuç alamayan Batılılar, daha sonra saldırılarını misyonerlik ve etki ajanlarıyla sürüdüler. 13 yıllık gidişattan anlaşılan o ki; İslâm dünyasına karşı hem silâhlı, hem de silâhsız Haçlı ve Siyonist saldırılar 21. Yüzyılda da tüm hızıyla devam edecektir. Türk-İslam Alemine karşı sürdürülen silahlı saldırı alenen ortada. Ama daha tehlikeli olan silâhsız saldırıyla gerçekleştirilen askersiz işgaldir. Türk-İslam Alemini askersiz işgalle içeriden çökertmek isteyenler, içimizden bazı din, devlet, siyaset ve bilim insanlarına para ve makam verip halkı’da peşlerinden sürüklemeye başladılar. Silahsız Haçlı-Siyon işgalcilerinin içimizde, “Allah indinde hak din islam’dır” Ayeti kerimesine karşı, “Hristıyan ve Yahudilerde cennetliktir” şirkini ortaya atan cemaat maskeli temsilcileri var. Silahsız Haçlı-Siyon işgalcilerinin içimize,  “Haçlı seferleri aslında, Müslümanlığı ortadan kaldırmak için değil İslam dünyasına medeniyet getirmek için yapılmıştır” “Haçlı seferlerine biraz yakından baktığımızda, bu seferlerin aslında Doğu-Batı kaynaşması, medeniyetler ittifakı amaçlı olduğu anlaşılmaktadır. Haçlı seferlerinin bir Müslüman-Hıristiyan çatışması olduğu tezi de ilerleyen yıllarda ciddi şekilde sorgulanacağına inanıyorum.” diyen devlet ve siyaset adamları olan temsilcileri var. Silahsız işgalcilerin içimizde,  Milletini sevmek ve yüceltmek demek olan Türk milliyetçiliğini aşağılamaya kalkışıp ırkçı ve faşist suçlaması yapan temsilcileri var. Silahsız işgalcilerin içimizde, Milletimizin Bin yıllık kardeşliğini etnik ve mezhebi ayrışma ile bölüp parçalamak isteyen temsilcileri var. Silahsız işgalcilerin içimizde, Bir gün Ermenici, diğer gün, AB’ci, başka gün ABD’ci ama asla “Türküm” diyemeyen temsilcileri var. Silahsız işgalcilerin içimizde, Peygamber ocağı diye gördüğümüz Türk ordusuna terör örgütü muamelesi yapıp; paşa ve generalleri “terör örgütüne üye olma” iftirası ile yıllardır hapishanelerde çürüten devlet adamları ve onların yardakçısı olan hakim ve savcıları var. Silahsız işgalcilerin içimizde,  Bölücü terör örgütünü ve eli kanlı katilleri özgürlük savaşçısı diye tanıtan siyasetçi, devlet adamı ve yazarları var. Silahsız işgalcilerin içimizde,  Emperyalizmin silahlı maşası PKK terör örgütü ile Türkiye’nin geleceği için müzakere yapan temsilcileri var. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında ise, “KİŞİ MİLLETİNİ SEVMEKLE SUÇLANAMAZ” diyen sevgili peygamberimize ümmet olmakla şereflerin en yükseğine kavuşan, Türk milleti sevdalısı Ülkücü hareket var. Vasile b. El-Eska anlatıyor: Hz. Peygamber (sav) kişinin kavmini sevmesi asabiyet/ırkçılık sayılır mı? diye sordum. "Hayır kişi Milletini sevmekle suçlanamaz" "Asabiyet/ ırkçılık, kişinin kavminin yaptığı zulmüne yardımcı olmasıdır" diye buyurdu. (bk. Ahmed b. Hanbel, 4/107; Mecmauz-zevaid, 6/244). Kişi, başta ailesi olmak üzere yakınlarını, milletini, kendi vatandaşlarını daha fazla sevmesinde bir sakınca yoktur. Tabii ki, bu sevilenlerin gerçekten sevilmeye layık kimseler olması şarttır. Yoksa, fasık bir ırkdaşını Salih bir yabancıya tercih etmek -din nokta-i nazarından bakıldığında bir cehalettir. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında, Türk-İslam Ülküsünü sadakatle ve inanmışlıkla gönüllerinde taşıyan, fedakârlığın ve bağlılığın eşsiz neferleri olan Türk milliyetçileri var. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında,  Bugün varım, var olacağım, birim, bir kalacağım diyerek, dosta güven, düşmana korku salan Türk gençliği var. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında, Her biri Yusuf yüzlü, Yunus gönüllü, yiğitliğin, Alperenliğin ateşli yürekleri olan Kürşat ve Atilla’nın torunları var. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında, Türklüğün şanını hem yaşatıp hem de anıtlara işleyen, millet olmanın sırrını asırlar önce müjdeleyen Bilge Kağan’ın emanetçileri var. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında, Anadolu’yu vatan yapan Çağrı Bey’in, Tuğrul Bey’in ve Sultan Alparslan’ın peşini bırakmayan, Söğüt’ten fışkıran çınar rüyasının, cihat ve gazayla beslenen hükümranlığın nesli olan Ülkü devleri var. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında, Haçlıların karşısındaki Kılıçaraslan, Niğbolu’daki Yıldırım, İstanbul’daki Fatih, Mohaçta’ki Kanuni, Preveze’deki yumruk, Haçova’daki ihtişam, Çanakkale’deki eğilmez başların günümüzdeki temsilcileri Bozkurtlar var. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında, Sakarya’da destan, Kocatepe’de özgüven, Dumlupınar’da kahramanlık, Çanakkale’de İslam’ın son ordusu, Uhud ve Bedir’de peygamberimizin gazasına katılan Müslümanlar gibi hak ve hakikatın temsilcisi inanalar ordusu var. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında, Samsun’dan umut meşalesi yakan Mustafa Kemal ve tabutluklara sığmayan Başbuğ Alparslan Türkeş’in askerleri, var. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında, Dünya’ya Türkçe seslenen Kaşgarlı Mahmut’un ülküdaşları, Öğütleriyle zihnimizi berraklaştıran, hikmetli sözleriyle önümüzü ışıtan Yusuf Has Hacip’in dava arkadaşları ve Hoca Ahmet Yesevi’nin irfan ateşi ile yanan Türk-İslam sevdalıları var. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında, Hafızamıza vatan olarak nakşettiğimiz Turan coğrafyasının kalp atışlarını daima hisseden, Türk-İslam ülküsünün hedeflerini yüreklerinde taşıyanlar var. Silahlı ve Silahsız saldırganların karşısında, Yeni bir Ergenekon Destanı’yla birlikte demirleri eritmek için fırsat gözleyen Bozkurtlar ve Asenalar var. Allah yar ve yardımcımız olsun