Algılama olgusu, insanın obje ve diğer nesneleri görme, işitme, tatma, dokunma ve koklama duyularıyla dış dünyadan bilgi edinme veya kısaca duyumsal bir bilgilenme olarak tanımlanabilir.
Günümüzde kişinin gerek ikili gerekse diğer sosyal ilişkilerinde iletişimin ana sorunlarından belki de en önemlisi olarak, anlaşılamama veya yanlış anlaşılma sorunu gösterilir. Kısaca algı sorunu biçiminde ifade edilen bu konuda bireyin zihninde oluşturduğu kavramla, kendisine gönderilen mesaj bazen farklılıklar gösterebilir.
Bu farklılıklar, psikolojik veya fizyolojik birçok nedenden kaynaklanabilir. Bu nedenler, bazen öyle sorunlar oluşturur ki iki dost arasında tatlı başlayan bir sohbet tatsız ve çıkmaz bir konuma ya da düşmanca bir tavra dönüşebilir.
Ayrıca, kişinin kalıtımla ilgili zekâ düzeyi de, duygusal algılarca etkilenmekte, gelişmesi ve daralması algılama derecesiyle orantılı olmaktadır. Bu yüzden duygu durumunun ve algılamasının yönetilmesi, düzenlenmesi karşı tarafın ne hissettiğinin önemsenmesi sağlıklı ilişkilerin sürdürülmesi ve bireyin günümüzde gittikçe önemi artan duyusal zekâ durumu açısından da önem arz etmektedir.
Düşündüğünüz,
Söylemek istediğiniz,
Söylediğinizi sandığınız,
Söylediğiniz,
Karşınızdakinin duymak istediği,
Duyduğu,
Anlamak istediği,
Anladığını sandığı,
Anladığı.
Arasında farkların olduğu belirtildiğine göre, insanların iletişimde yanlış anlamasına veya anlaşılmasına yol açacak dokuz ihtimalin göz önüne alınmasında fayda görülmektedir.
Bireyin algılama olgusunun iki aşamada gerçekleştiği ifade edilmektedir. İlk algı genellikle fiziksel öz anlamda maddi unsurlar taşırken, ikincisi diğerine göre daha zor olan birinci algının anlamlandırılması yani ruhsal/manevi özellikleri içermektedir.
Bu açıdan, zihinsel algılamaların doğruluğunu gerçekleştirebilmek için karşı tarafın algılama düzeyini bilmek ve verilecek mesajın içeriğini ve derecesini bu noktayı göz önüne almak suretiyle belirlemek gereklidir.
Konuyla ilgili çok önemli bir başka hususta, kişinin davranışlarını akıl ve mantıktan çok ağırlıklı olarak duygularının yönettiği gerçeğidir. Keza, her insanın algılama kapasitesi farklıdır ve bir sınırı vardır. Bu kapasite dışında, verilecek herhangi bir mesaj o bireye bir şey vermemektedir. Herhangi bir mesaj verilirken bu önemli hususların dikkate alınması kişiyi iletişimde rahatlatmakta ve etkili yapmaktadır.
Ayrıca, algı sorununu oluşturmamak için öncelikle kelimelerin ve kavramların anlamlarının da iyi bilinmesi, cümle oluşturulmasında kelime seçimine özen gösterilmesi gerekmektedir. Zira Konfüçyüs, “Kelimelerin gücü anlaşılmadan, insanların gücünü anlamak mümkün değildir” diyerek bu önemli gerçeği özetlemektedir.
Sonuç itibariyle;
Kişinin yaşantısı bilinen/görünen ve bilinmeyen/görünmeyen şeklinde özetlenebilecek iki dünyadan oluşmaktadır. Dolayısıyla algılama sorunu veya yönetilemeyen duygu ve düşünceler bu dünyanın farklılığının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Bireyin olaya ya da hayata bakış açısında, gerek bireyler arası ilişkilerinin ve gerekse diğer faaliyetlerinin sonucunu görebilmesi için hem kendisinin hem de karşı tarafın algılarını, bilinen ve bilinmeyen dünyanın varlığını dikkate alma zorunluluğu bulunmaktadır.
Özellikle görme, işitme ve dokunma duyuları insanın zihin gücüne, bilincine ve düşünce oluşturmasına algısal gereçler taşıdığı için;
Her şeye aynı açıdan bakarsan, hep aynı şeyleri düşünürsün.
Hep aynı şeyleri düşünürsen, hep aynı şeyleri yaparsın,
Hep aynı şeyleri yaparsan, hep aynı sonuçları elde edersin.
Hep aynı sonuçları elde edersen,
Hep ya mutlu ya da hep mutsuz olursun.
Gerçeğiyle özetlenen hayata ve olaylara bakış açısı, algılama ve bunun yönetim becerisi bireyin yaşamla ilgili özgünlüğünü ortaya koymaktadır.
Kalın sağlıcakla