Türk Milletimizin iki bin yıllık tarihinde kurduğu devlet yönetimleri, ‘’Vesayetçi Rejim’’ başlığı altında yıpratılarak, Türk tarihimizin karalanmaya ve Türk büyüklerimizin kötülenmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz.
Türk Milletimizin savaşçı ruhunun dejenere edildiği, İslamiyeti kabulünden sonraki döneminde Türk İslam Sancaktarlığı Davasının Neferliğini yapmasının hiçe sayıldığı, Haçlı Seferlerinin Müslümanlara ve Türklere karşı yapılan savaşlar olmadığı iddiasıyla, şehadetlerin yok sayıldığı bir dönemdeyiz.
Türk Devletimizin bekasına dinamit koyan şerefsiz teröristlerin kutsandığı, teröristlerle mücadele eden Türk Ordusunun şerefli Komutanlarının, terörist ilan edildiği bir dönemdeyiz. PKK terör örgütü militanlarının hür bırakılmaya çalışıldığı, PKK ile mücadele eden Askerlerin yargılanmaya ve hapislerde çürütülmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz.
Teröristlerle İmralı’da yapılan pazarlığın devlet sırrı kapsamında saklanılmasına rağmen, Devletimizin en gizli sırlarının bulunduğu odalardaki bilgilerin yandaş medyalara servis edilmek suretiyle, bütün dünyaya deşifre edildiği bir dönemdeyiz.
Bürokratik Oligarşi, Derin Devlet ve Vesayetçi Rejim ile mücadele etme yaygaraları yapılarak, ‘’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ diyenler tasfiye edilirken, AKP zihniyetinin Bürokratik Oligarşisi, Derin Devleti ve Vesayetçi Rejimi inşa edildiği bir dönemdeyiz.
‘’Kahrolsun Eski Derinler, Yaşasın Yeni Derinler’’ mantığıyla hareket eden İleri Demokratların, ‘’Kral öldü, yaşasın yeni Kral’’ diyen Ortaçağ mantığıyla hareket edenlerden ne farkı var?
‘’Seçilmişleri atanmışlara ezdirmem’’ diye İleri Demokrasi nutku atanların, şehirlerdeki seçilmiş Belediye Başkanlarını ve İl Başkanlarını, atanmışlara evire çevire ezdirmeye çalışması, bukalemunlaşma ve dikdatörleşme madalyası almaya hak kazanmadılar mı?
Gücümüzü Milletten alıyoruz diyerek, aldığı gücü millete karşı kullanma örneklerinden olan, ağzını açanı karga tulumba hapse tıkma, açız diyen çiftçiye ‘’Ananı da al git’’ deme, atama isteyen öğretmene ‘’Oy’unu da al git’’ dercesine azarlama davranışları dikdatörlük değil mi?
‘’Bütün darbeler ve darbecilerle mücadele ediyoruz’’ yaygarası yapılırken, 27 Nisan E Muhtırasını verenlere dokunmamak, nasıl bir çifte standarttır? Yaşar Büyükanıt’ın E Muhtırasına karşı dik durulmasından bahsedilirken, günümüzde 27 Nisan E Muhtırasını darbeden saymamak, nasıl bir Şark kurnazlığıdır?
Amerikan karşıtı Komutanların tasfiyesini, ‘’Vesayet Rejimini ortadan kaldırmak’’ olarak nitelendirilip, Amerikan karşıtı olmayanlarla yeni derin devlet oluşturulması, ‘’Yeni Türkiye’yi inşa etmek’’ olarak sunulması, nasıl bir UCUBE mantıktır?
AKP zihniyetini taşıyanlar, ne AKP’den önceki dönemlerde ne de on yıllık siyasi iktidar döneminde darbelerle mücadele etmemiştir. Kenan Evren karşısında iki büklüm saygılarını sunan, 28 Şubatçılar karşısında başörtülü sekreterlerini işten atacak kadar korkan bir AKP zihniyetinin, darbelerle mücadele etmesi mümkün değildir.
AKP için önemli olan, şu sorunun cevabıdır: Türkiye’yi stratejik ortakları Amerikancılar mı yönetecek, yoksa Amerikancılık karşıtı olanlar mı yönetecek? AKP’nin tarafı Amerikan Emperyalizmidir.
Amerikan Emperyalizminin Türkiye’deki yansıması ise AMPÜLİZM’dir. Ampülizm, Komünizm, Faşizm, Kapitalizm ve Amerikan Emperyalizminin bileşkesidir. Bu bileşkeyi sağlayan ideolojilerin ortak noktası ise yoksullardan, garibanlardan, çalışanlardan, çiftçilerden ve idealistlerden oluşan halkın ezilmesidir.
Ampülizmi besleyen ideolojilerin hakim olduğu devlet yönetimlerine bakıldığında, elit bir zümrenin alabildiğine zanginleştiği, bunun dışındaki halkın alabildiğine fakirleştiğini görüyoruz.
Ampülist bileşkeyi oluşturan zihniyetin hakimiyetindeki yerlerde, Müslümanlardan çok Hristiyan ve Yahudilere hizmet edildiğini görebilirsiniz. Türkiye’yi yönetenlerin boyunlarında Yahudi Madalyonu üzerlerinde Hristiyan Papaz elbisesi olan fotoğrafları bu yüzdendir.
Türkiye’de, binlerce kilise evin açılmasına izin verilmesi, yok olmuş Kiliseleri yeniden restore edilip hizmete açılması, Devlet Erkanının Kiliselerde mum yakıp Hristiyanların kutsal suyuyla kutsanması, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmaya çalışılması, Ampülizmin Hristiyanlığa hizmet nişaneleridir.
Türkiye’nin, Filistinli Müslümanları katledip Mavi Marmara gemisinde 9 vatandaşımızı öldüren İsrail’i OECD’ye alması ve NATO çalışmalarına katılmasına yeniden izin vermesi, Ampülizmin Yahudiliğe hizmetinin göstergesidir.
Haçlı Orduları, Arap Baharı safsatasıyla Ortadoğu’daki Müslüman ülkeleri işgal ederken, Haçlı Ordularına mihmandarlık yapmayı masum göstermek için, ‘’Haçlı Seferleri Müslümanlara ve Türklere karşı yapılmadı’’ demek, Ampülizmin Müslüman Türkleri uyuşturma yöntemidir.
Haçlı Ordularının, silahlı işgal yöntemiyle Türkiye’yi ele geçiremeyeceği, geçmiş tecrübelerle çok iyi anlaşılmıştı. Günümüzde, Haçlı zihniyetinin şirketleri tarafından Türkiye piyasasının yarıdan fazlasının ele geçirilmesine göz yumularak, ekonomik kuşatmaya çanak tutulması, Ampülist ideolojinin şiarındandır.
Bütün bunları yapan, KÜRESEL İZMLERİN bileşkesi olan Ampülist politikaları uygulayan, AKP Hükümetidir. Bu hükümeti yöneten lider aynı dururken, zihniyet küreselizme hizmette kusur etmemek olurken, AKP Hükümeti üyelerinden birkaç tanesinin değiştirilmesinin ne önemi var?
Ampülist politikaları uygulayan kişinin ismi; Ertuğrul ya da Ömer olması neyi değiştirir ki? Söz konusu, AKP Vesayet Rejiminin bekası olunca, isimler teferruat değil mi? Söz konusu, Amerikancı politikaları uygulamak olunca, hangi AKP’linin Bakan olmasının bir önemi var mı?
AK Komünist Ertuğrul Günay’ın Kültür Bakanı olduğu dönemde açılan Kiliseleri, yeni Kültür Bakanı olan Ömer Çelik, geri mi kapatacak? Milletin ödediği vergilerle toplanan hazineden milyon dolarlar verilerek Kilise yaptırılmasına, bundan sonra izin verilmeyecek mi?
Ayasofya’yı Müslümanların ibadetine açmak için, kılını dahi kıpırdatmayan AK Komünist Günay, Ampülist politikalar gereği Heybeliada Ruhban Okulu’nu açmak için çabalamıştı. Yeni Bakan Ömer Çelik, Ayasofya’yı açmak, Heybeliada Ruhban Okulu’nu açmamak için mi gayret edecek?
Bu soruların tek cevabı var. O da hayır. O halde Kültür Bakanı değişiminin ne önemi var? Ha Günay, Ha Çelik. Ne farkı var? Son yılların modası olan Kürtçülük politikalarında, bir fark var mı?
Ertuğrul Günay, PKK’lıların Milletvekili sıfatıyla TBMM’ye girmesini sağlayan, ilk siyasi parti SHP’nin Genel Sekreteri idi. Ömer Çelik ise PKK’lı Milletvekillerini hala TBMM’de tutmaya gayret eden, AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı.
Ömer Çelik, AKP liderinin siyasi danışmanı ve AKP Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla, AKP liderinin ve AKP Hükümetinin yaptığı bütün PKK açılımlarında sorumluluğu olan bir siyasetçidir.
PKK hamisi Barzani’nin parti kongresine, CHP ve PKK’nın partisi BDP Milletvekilleriyle birlikte giden Ömer Çelik’in, Türk Bayrağının indirilmesi suretiyle kurulan çadır mahkemede PKK’lıların aklanıp paklanmasında vebali yok mu?
Oslo’da, İngiltere koordinatörlüğünde oluşturulan PKK ile müzakere masasında yapılan pazarlık sürecinde, Ömer Çelik’in vebali yok mu? Asker, Polis ve masum vatandaşlarımızdan oluşan binlerce kişiyi şehit eden PKK’nın lideri ile İmralı’da müzakere masası kurulmasında, Ömer Çelik’in vebali yok mu?
Bütün bu hadiselere bakıldığında, Ertuğrul Günay ile Ömer Çelik arasında bir fark göremiyorum. Ya siz? Belki de aralarındaki tek farkın, memleketlerinin farklı olmasıdır. Ömer Çelik, Adana Milletvekilidir.
Adana Milletvekili olan bir kişinin Bakan olması, Adanalıları sevindirmiştir. Yıllardır Bakanları olmayan Adanalılar, sevinmekte haklılar. Ancak bir şeyi unutuyorlar. Ömer Çelik, üçüncü dönemi bittiğinden Genel Seçimlere kadar Bakanlık yapabilir. Belediye Başkanlığını düşünürse, Yerel seçimler için Adaylığı açıklanıncaya kadar Bakanlık yapabilir.
Adanalılar, Bakanları olduğu için sevinmeli mi? Ömer Çelik’in Kültür Bakanı olduğu için sevinmeliler mi? Meseleyi iyi anlatmak için, meselenin çocukluğuna inmeyi çok severim. Yine öyle yaparak, AKP nezdinde siyaseten Adana’nın Patronu olan Ömer Çelik’in, Adanalılara ve Adana’ya, hizmet edip etmediğine bir bakalım.
AKP döneminde, Adana işsizlikte ve kredi kartı batağı konusunda şampiyon oldu. Yaşanabilir kent sıralamasında 54. Sıraya geriledi. Fabrikalar birer birer kapanırken, iş adamları Adana’yı terk ettiler. Çiftçiler, maliyetlerin yükselmesi ve hükümet desteğinin olmamasından dolayı tarlalarını ekemez hale geldiler. Elle tutulur ciddi bir yatırım Adana’ya yapılmadı.
AKP döneminde, Adana siyasi olarak kaosa sürüklenmiş bir şehir oldu. 2009 Seçimlerinin neticelerini hazmedemeyen Ömer Çelik, seçim neticelerini değiştirmek ve seçimi iptal etmek için çok çaba harcadıysa da başaramadı. Seçimlerden bir yıl sonra da, seçilmiş Belediye Başkanı Aytaç Durak, siyasi ve bürokratik bir kararla görevden alındı.
Adana’nın geri kalmasında, Adana’nın siyasi kaosa sürüklenmesinde baş rol oynayan Ömer Çelik, Kültür Bakanı olunca Adana’ya hizmet eder mi? Yaptıkları yapacaklarının teminatı olma kuralı gereğince, geçmişte Adana’ya hizmet ve yatırım getirmeyenin, gelecekte hizmet ve yatırım getirmesi düşünebilinir mi?
Adana’da siyasi olarak istediği neticeyi alamayan ve 10 yıldır Bakanlık vermeyerek, Adana’ya zulmeden AKP’nin, Yerel seçimlere 14 ay kala Adana Milletvekili olan birisini Bakan yapması, Adanalıların gözünü boyamaktan başka bir şey değildir.
Ezici çoğunluğunun Türk Milliyetçisi ve Ulusalcısı olan Adanalılar, bu zokayı yutmayacaktır. Önümüzdeki üç seçimde ve özellikle de yerel seçimde Adanalılar, AKP’nin Adanalılara yaptığı siyasi ve ekonomik zulmün hesabını soracaktır.
AKP Hükümetinde değişen diğer üç bakanlık konusunda, fazla bir şey demeye gerek yoktur. Çünkü yeni atanan üç bakan, zaten atandıkları Bakanlığın TBMM Komisyonlarında görev yapıyordu. Yani söz konusu Bakanlıkların, icraatlarını bizzat kararlaştıran kişilerdir. Bu bağlamda, eskilerin gitmesi yenilerin gelmesi bir şeyi değiştirmeyecektir.
Ancak, İçişler Bakanlığındaki Bakan değişimine değinmek gerekir diye düşünüyorum. Kendi çapında terörle mücadele etmeye çalışan, ancak üyesi olduğu AKP Hükümetinin PKK açılımları çerçevesinde PKK ile mücadele etmek yerine, müzakere etme politikasının mağduru olan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin artık Bakan değildir.
PKK açılımları gereği terörle mücadelede zaten zayıf olan AKP Hükümetinin, var olan zayıf mücadeleyi dahi bitirmeye çalışması manidardır. Esasen Vali kökenli olup da terörle mücadeleyi seven yeni Bakan Mardin Milletvekili Muammer Güler’in ise ilk mesajında ‘’Güneydoğu’da barış güvercinleri uçurtacağız’’ demesi her şeyi anlatmaya yetiyordu.
Bu durumda, AKP Hükümetinin PKK ile müzakere etmeye devam edeceği gayet iyi anlaşılmaktadır. Bunun anlamı nedir? Türkiye’de siyasi Kürtçülerin kutsanmaya devam edilip, Türk Milliyetçilerine yapılan zulümlerin sürdürülmesidir.
Ampülist politikaların uygulayıcısı AKP liderinin, ‘’Kahrolsun Türkçülük, Kahrolsun Kürtçülük’’ söylemine bakılarak, ırkçılığa karşı olduğu düşüncesine kapılmayınız. Ampülizmin, Türkçülük ve Kürtçülük anlayışına bakışı şöyle özetleyebiliriz.
Eğer, bir kişi ‘’Kürdüm’’ derse, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır. Eğer, bir kişi ‘’Türküm’’ derse, Faşist damgası yer. Kürt olan bir kişi ‘’Kürdüm’’ dediğinde düşünce ve ifade özgürlüğü olarak değerlendirilirken, Türk birisi Kürt olana ‘’Kürt’’ dediğinde, yine Faşist damgası yer.
CHP’nin siyasi Kürtçüleri hakkında tek bir eleştiri yapmayan sözde aydınlar, CHP’li Birgül Ayman Güler’in Türkçü söylemlerde bulunması karşısında, Türklüğü Faşizm olarak gösterme yarışına giriştiler.
Siyasi Kürtçü CHP Adıyaman Milletvekili Salih Fırat, partilisi Ayman’ın Türkçü söylemlerine kızarak istifa etti. CHP’nin Ermeni Kürtçüsü olan lideri Kılıçdaroğlu ve PKK avukatı olan yardımcısı Sezgin Tanrıkulu başta olmak üzere, CHP’deki bütün siyasi Kürtçüler krize girdi.
PKK’nın eski partisi HADEP’in Genel Başkan Yardımcılığı da yapan AKP Milletvekili Mehmet Metiner ise istifa eden ırkdaşı CHP’li Salih Fırat’ın, AKP’ye katılması için çağrı yaptı. Bu çağrının, AKP liderinin izni olmadan Mehmet Metiner tarafından yapılabilmesinin imkanı yoktur.
Bize göre, siyasi Kürtçü Salih Fırat’ın, CHP’de, AKP’de hatta PKK’nın siyasi partisi BDP’de Milletvekilliği görevini ifa etmesi arasında bir fark yoktur. Çünkü siyasi Kürtçülük düzleminde ruh üçüzlüğü yapan üç siyasi partinin lideri de ‘’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ diyememektedir.
Bu bağlamda, AKP’nin Vesayetçi Rejimi Ampülizmin ana stratejisini şöyle özetleyebiliriz:
1-) ‘’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ cümlesini söyleyenlere; zulüm yapmak, baskı yapmak, sesini kısmak, hapse atmak, itibarsızlaştırmak, kötülemek, aşağılamak ve onurunu kırmaktır.
2-) ‘’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ cümlesine alerji duyarak siyasi Kürtçülük yapanları; kutsamak, alkışlamak, terörist olsa bile hür olmasını sağlamak, silahı eline alan Kürtlerin her istediğini yapmak, Devletin bekasını tehlikeye atacak tavizleri vermektir
Bu iki konuda, AKP’ye mihmandarlık yapan partiler ise CHP ve BDP’dir. TBMM’deki Milletvekillerinin üçte ikisinin siyasi Kürtçülüğe sıcak baktığı söylenebilir. TBMM’de Anayasa’dan Türk Milleti kavramının çıkarılması gündeme geldiğinde, kolayca kabulü noktasında bir tehlikeyle karşı karşıya kalındığı düşüncesindeyim.
Bütün bu olanlara, tek başına karşı çıkan ise MHP’dir. Ülkücü Hareket’in ve MHP’nin lideri Devlet Bahçeli, TBMM’deki siyasi partiler içerisinde ‘’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ diyebilen tek liderdir. Siyasi Kürtçülükte yarışan AKP, CHP ve BDP’nin oluşturduğu İmralı Mızıkacıları Konsorsiyumu’na karşı direnen, MHP liderinin sözleri gün geçtikçe daha da sertleşmiştir.
Yazımızı, MHP liderinin konuyla ilgili sözlerinden bir bölümünü aktararak bitirelim. Umuyoruz ki, ilgili taraflar bu meydan okumalardan gereken dersleri alırlar ve İmralı'da PKK ile müzakereden vazgeçerler. Vazgeçmediklerinde, aşağıdaki konuşmada söz konusu olanların vebalini siyasi iktidar taşıyacaktır.
TBMM Grup Toplantısında konuşan MHP lideri şöyle dedi:
‘’Bırakın; zalimler, kötüler, kifayetsiz muhterisler, hainler, bölücüler, teröristler dayanışma içinde olsunlar. Biz hepsiyle başa çıkarız, alayıyla dişe diş mücadele ederiz.’’
Osmanlı Devletinin kurulduğu Söğüt’de Yerel Seçim startı vererek miting yapan MHP lideri şöyle dedi:
‘’Türklüğe idamlık mahkum muamelesi yapanlara, milletimizin arasına nifak tohumları ekenlere, ayyıldızlı bayrağımızı indirmeye, milletimizi öğütmeye ve 36’ya ayırmaya küstahça çalışanlara, her şeyimizle karşı koyacağız.
Elbette ecdadımız çözüm diye Bizans tekfurlarına boyun eğmemiştir. Barış adı altında Bizans’a teslim olmamış, Haçlılara eğilmemiş, fitneye diz çökmemiştir. Bizim manevi direklerimiz çürümedi, feyiz kaynaklarımız kurumadı. Bizim milli ilkelerimiz çökmedi, milli hedeflerimiz körelmedi. Biz bugün Söğüt’teysek, biz bugün tarih yaptığımız ve tarih yazdığımız mübarek topraklarda isek, bunun elbette sebebi bellidir.
Buradan Türklük yeni bir çıkış yapmalıdır. Buradan Türk Milleti yeni bir başlangıca mührünü vurmalı, bu yönde tercih kullanmalıdır. Türkiye, buradan silkinmeli, buradan kuşatmayı yarmalıdır. AKP buradan kalkan ecdat tokadını yemelidir. İhanet, buradan Anadolu’nun her köşesine yayılacak iradeyle titremeli ve sinmelidir.
Bizim yolumuz, tercihimiz hak yolu ve Allah yoludur. Biz devleti küçültme arayışlarına Söğüt anlayışıyla cevap vereceğiz. Türk Milletini etnik öbeklere geriletme namertliklerine Söğüt Sancağı ile engel olacağız.’’ |