Bahçeli “Türkiye ekonomisi çok zor günler geçirmekte, tüm cephelerde bozguna uğramaktadır. AKP hükümetinin benimsediği ekonomi politikalarının hesapsız, ufuksuz, öngörüsüz ve vizyonsuz olduğu yaşanılan tecrübelerle sabittir. Döviz kurlarındaki aşırı oynaklık, Türk Lirası’ndaki endişe verici aşınma ve değer kaybı milletimizi gün be gün yoksullaştırmaktadır.” dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “PYD-PKK terörü sınırlarımızın hemen karşı yakasında, merkezi Kamışlı olan Cizire’den sonra, peş peşe Kobani ve Afrin’de de özerklik ilan etmiştir. Suriye coğrafyasında, en doğudaki Derik’ten en batıdaki Afrin’e kadar uzanan bölgede Batı Kürdistan’ın çatısı örülmüştür. Başbakan bir ara tampon bölge fikrini dillendirse de çok geçmeden kanton yönetimler bir bir ortaya çıkmıştır. 2012 yılının Eylül ayında; “en kısa zamanda Şam’a gidecek, Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camii’nde namazımızı kılacak, Bilal-i Habeşi’nin Kabri’nde, Süleymaniye Külliyesi’nde dualar edeceğiz” diye Başbakan tamamen yanılmış ve milletimizi kandırmıştır. Başbakan’ın bırakın Şam’a gitmeyi, burnunun ucunu göremeyecek kadar görüş açısı sıfıra düşmüş, öngörüleri teker teker havaya uçmuştur.” dedi.
İşte Bahçeli’nin konuşmaları…
Değerli Milletvekilleri,
Saygıdeğer Misafirler,
Kıymetli Basın Mensupları,
Bu haftaki Meclis Grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye’nin meselelerini çözmek, milletimizin taleplerini yerine getirmek için 45 yıldır çırpınıyor ve demokrasi mücadelesi veriyoruz.
8-9 Şubat 1969’dan bu tarafa millet yolundan, hak ve hakikat güzergâhından çıkmadan ülkülerimizin peşinden koşuyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi;
√ Türk siyasetindeki milli damardır.
√ Türk tarihinin neredeyse son yarım asrına damga vurmuş fedakârlık numunesidir.
√ Türk-İslam ülküsünün yılmaz bekçisi ve yılmayacak neferidir.
√ Türk kimliğinin ebediyete kadar temsilcisi, İslam’ın solmayacak yüzüdür.
√ Türklüğün yaşandığı tüm coğrafyaların, buralardaki tüm soydaşlarımızın ve tüm mazlumların sözcüsüdür.
Malumunuz olduğu üzere, 45 yıllık yürüyüşümüzde nice badireyi atlattık.
45 yıldır nice acılara, nice saldırılara, nice engellemelere maruz kalsak da, durmadık, beklemedik, teslim olmadık.
Bu kadar yıldır, davasına dört elle sarılmış Milliyetçi-Ülkücü ömürler kan pahasına, can pahasına fazilet ve ahlak yolundan dönmemişlerdir.
Ne mutlu bizlere ki, çileyle dolu 45 uzun yılın hiçbir bölümünde çıkar hesabı yapmadık.
Siyaseti zenginleşme aracı olarak görmedik.
Milletimizin kabullenmeyeceği, ahlak ve inancımızın onaylamayacağı hiçbir ilişkinin tarafı olmadık.
Hep ülkücü olduk, hep ülkücü kaldık ve de hep ülkücü durmaya ant içtik.
Şehit versek de 45 yıllık kutlu varlığımızdan ödün vermeyeceğiz.
Örtülü veya açık operasyonlara uğrasak da doğrularımızdan bir an olsun caymayacağız.
Yakından izliyoruz ki, Milliyetçi-Ülkücü Hareketi hain emelleri karşısında bariyer olarak görenler bizi sonu olmayan mecralara çekmenin hesabındadır.
Türkiye’yi Ortadoğu’nun kanlı bir kopyası yapmak isteyenler rahatça kullanacakları, kışkırtıp kavga ettirecekleri bir piyon aramaktadırlar.
Son günlerde aziz dava arkadaşlarımın duygularını, samimi inançlarını, tertemiz ülkülerini tahrik etmeye kalkışan karanlık niyetler çok faal durumdadır.
Klavye başında fitne saçanlar, sanal medyada provokatörlük yapanlar bizi sokaklara çekmek için hummalı faaliyet içindedir.
Merhum Yusufiyeli Cengiz’imizin acısı kor gibi yüreklerimizde dururken, birileri bundan menfaat ummanın arayışındadır.
Milliyetçi Hareket’i sokağa yönlendirmek için yapılan planlar oldukça fazlalaşmıştır.
Ancak hiçbir mihrak Milliyetçi-Ülkücü Hareket’i kardeş kavgasının tarafı yapamayacaktır.
Biz bu oyunu 45 yıldır boza boza bugünlere geldik.
Biz bu paslanmış senaryoları yırta yırta 45 yılı devirdik.
Hiçbir dava arkadaşım Türkiye ve Türk milletinin aleyhine olacak bir ilişki ve irtibatın içinde yer almayacak, sonu olmayan gayri meşru vuruşmaların figüranı olmayacaktır.
Demokrasiden, hukuktan, millete hizmet yolundan asla ayrılmama konusunda kararlı olduğumuzu herkesin, özellikle AKP-PKK ortaklığının iyi bilmesi şarttır.
Bizim kaybedecek bir anımız yoktur.
Bizim feda edecek bir insanımız yoktur.
Bizim boş yere harcayacağımız, başkalarının çizdiği rotada israf edeceğimiz değerlerimiz yoktur.
Sanal medya kanalıyla kavga çıkartmaya ve intikam ateşini körüklemeye çalışan özürlü beyinlerden öğrenecek bir şeyimiz yoktur.
Sözde öç almak adına Twitter delikanlılığından, Facebook kahramanlığından medet uman korkaklara tahammülümüz de olmayacaktır.
Bizim için tek yol demokrasidir.
Elbette tüm yollar bittikten, tüm çareler tükendikten ve başka da bir şans kalmadıktan sonra son sözümüzü herkes duyacak, Türk milleti ve aziz vatanımız için neleri gözden çıkardığımızı herkes öğrenecektir.
Bu hafta sonunda, yani 8-9 Şubat’ta kutlayacağımız partimizin 45’nci yılının siz değerli arkadaşlarıma, aziz milletimize, demokrasimize, Türk siyasetine hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.
Partimizin kurucusu Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey başta olmak üzere, ebediyete intikal etmiş bütün dava büyüklerimize ve aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, mücadeleleriyle destan yazan ve aramızda bulunan davamızın gazilerine ve Taş Medreseli yiğitlerimize şükranlarımı sunuyorum.
Değerli Arkadaşlarım,
Türkiye ekonomisi çok zor günler geçirmekte, tüm cephelerde bozguna uğramaktadır.
AKP hükümetinin benimsediği ekonomi politikalarının hesapsız, ufuksuz, öngörüsüz ve vizyonsuz olduğu yaşanılan tecrübelerle sabittir.
Döviz kurlarındaki aşırı oynaklık, Türk Lirası’ndaki endişe verici aşınma ve değer kaybı milletimizi gün be gün yoksullaştırmaktadır.
17 Aralık 2013 tarihinde 2,03 TL düzeyinde bulunan dolar kuru 27 Ocak 2014 itibariyle rekor kırmış ve 2,39 TL’ye kadar çıkmıştır.
Bu kapsamda milli paramızdaki erime yüzde 17,7’yi bulmuştur.
Kısa süre içinde Türk Lirası’ndaki bu denli kayıp doğrudan doğruya vatandaşlarımızın gelirini buharlaştırmış, maaş ve ücretlerin satın alma düzeyini geriletmiştir.
Emekliden memura, çiftçiden esnafa kadar her kesim kaybetmiştir.
Geçtiğimiz yılın Ağustos ayında “TL’nin değerini aslanlar gibi koruyacağız, bunu sadece döviz silahıyla yapacağız” diyen Merkez Bankası Başkanı hem kendinin hem de başında bulunduğu kurumun itibar, güven ve kredibilitesini tartışmaya açmıştır.
2013 yılı sonunda Dolar kurunun 1,92 olacağıyla ilgili kehanette bulunan Merkez Bankası Başkanı bunda da yanılmış ve mahcup olmuştur.
Merkez Bankası’nın hiçbir hesap ve hedefi tutmamıştır.
Keza enflasyon hedeflemesindeki başarısızlığı da herkesin malumudur.
Dün açıklanan 2014’ün ilk enflasyon rakamı beklentilerden yüksek çıkarak TÜFE’de yüzde 1,72 olarak gerçekleşmiştir.
Bozulan fiyat istikrarı, tutturulamayan enflasyon hedefleri, sağlanamayan finansal istikrar ve çarpıklaşan makroekonomik denge Merkez Bankası’nın inandırıcılığını yerle bir etmiştir.
İktidar, Merkez Bankası’nın bağımsızlığıyla oynadıkça ekonominin güvenlik duvarları bir bir yıkılmıştır.
Hukuka verilen zararlar, demokrasiye vurulan darbeler, üstelik otoriter dayatmaların panik havasına neden olması ekonomideki sanal bahar havasının gerçek içyüzünü kısa süre içinde açık etmiştir.
Dövizdeki patlamayla mücadele edemeyen hükümetin devasa faiz arttırma yoluna giderek soluklanmaya ve günü kurtarmaya çalışması ekonomi politikalarındaki iflası teyit ettiği gibi, istikrar masallarını da yalanlamıştır.
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun 28 Ocak tarihinde aldığı kararlar Başbakan’ın faiz lobisine teslim bayrağı çektiğinin adeta ilanı olmuştur.
Buna göre gecelik borç verme faizi yüzde 7,75’ten yüzde 12’ye; borç alma faizi yüzde 3,5’den yüzde 8’e; bankalara repo işlemleri yoluyla tanınan borçlanma faiz oranı yüzde 6,75’den yüzde 11,5’e; bir hafta vadeli repo ihale faizi ise yüzde 4,5’den yüzde 10’a yükselmiştir.
Bugüne kadar zamanında alınmayan tedbirlerden dolayı iyice biriken ve çoğalan dengesizlikler faizlerdeki artışla telafi edilmeye çalışılmıştır.
Fakat ABD Merkez Bankası FED’in aylık bazda tahvil alım miktarını 10 milyar Dolar düşürme kararı döviz fiyatlarına olumsuz yansımış, hükümetin faiz kararını felç etmiştir.
Başbakan’ın bilhassa 2013 yılının değişik tarihlerinde; “ümüğünü sıkarız, sömüremeyeceksin, ağır bedel ödeyeceksin, kendine çeki düzen ver” diyerek rest çektiği faiz lobisi hükümeti şaşkına çevirmiş, sunulan geniş imkanlardan azami derecede istifade etmiştir.
Başbakan ve hükümeti faiz lobisinin kabaran iştahını milletimizin ekmeğinden çalarak, gelirinden aşırarak doyurmaya gayret etmiştir.
Başbakan Erdoğan geçmişteki tüm diklenmelerinin, üst perdeden konuşmalarının altında ezilmiş, daha üzücü olanı ise faiz lobisinin eline eteğine sarılmıştır.
Bundan sonra çıkan faizler toplumsal ve ekonomik bünyenin her tarafını ateş topuna çevirecektir.
Büyüme azalacağı gibi, hayat pahalılığı çoğalacak, işsizlik artacak, yatırımlar inişe geçecektir.
166 milyar dolarlık döviz açığı bulunan özel sektörümüzün kur artışlarından dolayı ilave külfetlere maruz kalmasının yanında, faiz artışıyla kullandığı kredilerin ağırlığı da dayanılmaz boyutlara ulaşacaktır.
Şu hususun altını kalın olarak çizmek lazımdır ki, Başbakan Erdoğan’ın faizlerdeki anormal artışlarla ilgili sorumluluğu Merkez Bankası’na yüklemesi kaypak ve korkak bir politikacı kurnazlığıdır.
Faizlerin gerilediği, enflasyonun düştüğü zamanlarda bunu hükümetinin başarısı şeklinde propaganda yapan bu zihniyetin, hava değişince anında Merkez Bankası’nı satması hiç kimseyi inandırmayacaktır.
Başbakan faiz lobisiyle müzakereye mecbur kalmış ve sonunda da diz çökmüştür.
Gelişmeler karşısında “B ve C planları” olduğunu yüzsüzce iddia eden Başbakan’ın milletimizi faiz ve rant çemberine hapsetmesi aslında en büyük karanlık ve ayıplanması gereken bir plandır.
Lafta faiz artışına karşı duran Başbakan Erdoğan, gerçekte faizcilere mihmandarlık ve sancaktarlık yapmaktan geri durmamıştır.
Yanlış, gevşek ve başı sonu belli olmayan politikalarla faiz tahakkümü altına giren muhterem vatandaşlarım bu hastalıklı ve yabancıların esiri olan iktidarı mutlaka alt edecektir.
Haramı helal gösterenler, faizi caiz kılıfına sokma fırsatçılığının bedelini şüphesiz en kısa sürede ödeyeceklerdir.
Muhterem Milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti, maddi yokluklar ve stratejik sarsıntıların arasından iftihar edilecek bir mücadeleyle doğmuştur.
Ve 91 yıllık tecrübesini, hepimizin üzerinde titremesi gereken birikimini, aldığı mesafeyi küçümsemek, hor görmek doğru ve insaflı olmayacaktır.
Geçen 91 yılda kayıp ve üzüntülerimiz olduğu kadar, sevinç ve başarılarımız da hiç eksik olmamıştır.
Şimdiye kadar yapılmış güzel işlerin, atılan saygın adımların, yapılan olumlu icraatların hakkını teslim etmek ve bu çerçevede emeği geçenleri hayırla anmak biz göre kadirşinaslıktır.
Demokrasilerde iktidar tek partinin tapulu malı değildir.
Bugün iktidar olanın yarın muhalefete düşmesi, muhalefetin ise iktidara yükselmesi demokrasiyle yönetilen ülkelerin ortak kaderidir.
Türkiye’nin en büyük talihsizliği AKP’nin onca aczine, onca yanlışına, onca yozlaşmasına rağmen hala iktidarda bulunuyor olmasıdır.
Ismarlanmış anketler, uydurma ve yandaş araştırma şirketleri AKP’nin değirmenine su taşımakla meşgul olup algıları yönlendirmek için canla başla mücadele vermektedir.
Hamd olsun AKP inişe geçmiş, çok ciddi oy kaybı yaşamaya başlamıştır.
Şu günkü ülke tablosunda, yaşanılan buhranların ve kâbus dolu günlerin altında AKP’nin meşru ömrünü çoktan doldurmuş olması yatmaktadır.
Türkiye’nin sağlıklı, demokratik ve istikrarlı bir iktidar değişimi geciktikçe korkarım ki sorunlar daha da artacaktır.
Başbakan Erdoğan var olduğu sürece, miadı dolmuş diktatörler gibi terör estirdikçe milletimiz daha da üzülecek, daha da kaygılanacaktır.
Tereddütsüz itiraf edelim ki, AKP, hem sistemi yıpratmış, hem de Türk siyasetini laçkalaştırmıştır.
Bunun sebebi ise Başbakan ve hükümetinin demokrasiyi kambur olarak görmesinden, muhalefeti gereksiz addetmesinden kaynaklanmıştır.
Türk milleti Başbakan Erdoğan’ın nefret saçan dilinden, öfkeyi hitap sanatı gören üslubundan, cepheleşmeyi teşvik eden politikalarından tiksinme noktasına gelmiştir.
Başbakan Erdoğan iktidarda kaldıkça otoriteryen bir tercih ve anlayışa sapmıştır.
Bu zihniyetin tüm hesaplarını iktidardan hiç gitmemek üzerine bina ettiği anlaşılmaktadır.
Bir defa bu durum demokrasiyle tamamen terstir.
Başbakan partisine verilen oyları yanlış yorumlamış, milli iradeyi keyfince saptırmıştır.
AKP’yi destekleyen muhterem kardeşlerim;
Başbakan daha iyi çalsın, daha fazla çırpsın diye oy vermemişlerdir.
Ayakkabı kutuları milyon dolarla dolsun taşsın diye oy vermemişlerdir.
Bakan çocukları köşeyi dönsün, Başbakan çocukları hazine arazilerini yağma etsin dememişlerdir.
Başbakan milli iradeyi dolandırmış, AKP’ye umut bağlayan milyonlarca vatandaşımızı aldatmıştır.
Hükümet suça batmış, her tarafı kapkara kesilmiştir.
91 yıllık Cumhuriyet tarihinde bu denli hırsızlığa, bu denli arsızlığa, bu denli ahlaksızlığa gömülmüş başka bir iktidar görülmemiştir.
AKP hükümeti milletin nesi var nesi yoksa yandaşlara dağıtmış, yolsuzluklarla buharlaştırmıştır.
Türkiye hırsızlıların iktidar koltuğunda oturduğu kara günleri yaşamaktadır.
Türkiye küçüğünden büyüğüne harama el uzatan, haramla bütünleşen, fakirin fukaranın, mazlumun muhtacın nafakasını aşıran AKP saltanatının dehşetine tanık olmaktadır.
Başbakan ve hükümeti tam manasıyla çeteleşmiş, yürütmede, götürmede, vurgunda ustalaşmış ve markalaşmıştır.
Gördük ki, AKP milletvekillerinden sekizi 43 gün içinde istifa etmişlerdir.
Adı yolsuzluğa karışan, 700 bin liralık saat takandan milyon dolarlara varan rüşvete el açan dört bakan da koltuklarından olmuştur.
Ancak görevden alındığı gün Başbakan’ı suçlayan, sonra da aba altından sopayı görünce “Başkanımız davamızın lideridir, özür dilerim” sözleriyle u dönüşü yapan Çevre ve Şehircilik eski Bakanı tüm beyanlarının altında kalmıştır.
Yolsuzluk iddialarından dolayı koltuklarından olan ve seçim bölgeleri Mardin ve Mersin’de konuşan iki eski bakan da sanırsınız masumiyet abidesidir.
Haklarında düzenlenen fezlekelerle ilgili ağızlarını bıçak açmayan ve hesap vermekten ürken bu iki eski bakanın önce temize çıkıp sonra seçmenlerinin yüzüne bakmaları demokratik ahlakın bir gereğidir.
Başbakan her şeyi komplo olarak tarif edip karşı saldırıya geçse de partisi ve hükümeti kan kaybetmektedir.
Geçtiğimiz günlerde AKP’den istifa eden bir milletvekilinin giderayak dile getirdiği itirafları hakikaten çok düşündürücüdür.
Bu milletvekili şöyle demiştir:
“Adına ak dediğimiz partimiz maalesef kararmıştır. Rüşvet, yolsuzluk, irtikâp, adam kayırma, Anayasa’nın tamamen rafa kaldırılması karşısında artık sessiz kalmam mümkün değil. Bu partide daha fazla kalmanın günahlara ortak olma anlamına geleceğinden istifa ediyorum.”
Durum bu kadar vahimdir.
Kokuşma had safhadadır.
Başbakan Erdoğan’a göre kendi partisinde çete reislerinden, faiz lobisinden, vaiz lobisinden talimat alan milletvekilleri vardır ve bunlar apaçık ihanet içindedir.
Ve daha ilginci, Başbakan AKP’ye bazı tuzlukların sızdığını da açıklamıştır.
Bu aralar her lafını ihanetle bitiren Başbakan, kendisinin Türk milletine karşı hakaretlerini, bölücü ve yıkıcı unsurlarla işbirliğini, hırsızlığa kol kanat germesini nasıl tanımlamaktadır?
Tuzluğa ihanet diyen Başbakan; PKK’nın turnikesi, Barzani’nin tutsağı, Ermenilerin tuğlası, Rumların tuğrası, haçlıların tutkunu, Türk düşmanlarının turfandası, vatansızların turbosu olmayı nasıl izah etmektedir?
İşin açıkçası, bugüne kadar AKP’ye, PKK’nın sızdığını, BOP’un ambargo koyduğunu, küresel hesapların tutunduğunu, İmralı canisinin yapıştığını biliyorduk da tuzlukların sızacağını hiç düşünmemiştik.
Başbakan Erdoğan tümüyle hezeyandadır.
Ağzından ne çıktığının ya farkında değildir, ya da iradesini gömmüştür.
Türkiye her tarafı kevgire dönen, içerisine kimin girip kimin çıktığı belli olmayan, kimlere çanak tuttuğu muammaya dönen bir iktidarın zulmüyle karşı karşıyadır.
Başbakan Türkiye’nin başına musallat olan gelmiş geçmiş en ciddi siyasi afettir.
Sayın Başbakan şunu bil ki, seni ve hükümetini Tuz Gölü’ne atsak, kireç kuyusuna bastırsak, sabun deryasına soksak, ardından da Van Gölü’nde durulasak, yine aklanamaz, yine de temizlenemezsiniz.
Değerli Milletvekilleri,
Şu an itibariyle hırsızlık cüret ve cesaret sahibidir.
Hırsızlara kilit dayanmamaktadır.
Emniyetteki kıyım tüm hızıyla sürmektedir.
Yargıdaki deprem savcı ve hâkimlere göz açtırmamaktadır.
17 Aralık 2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan “Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturması” taarruz altındadır.
Bu kapsamda görev yapan savcıların hepsi kızağa alınmıştır.
Başbakan yargıya müdahale etmekte, hesap vermekten kaçınmaktadır.
Yarınını düşünmeyen, tüm kaderini sahibine bağlayan, vicdanıyla yollarını ayıran, hakkındaki fezlekesi kaybolan Adalet Bakanı tıpkı tetikçi gibi, tıpkı hırsızların avukatı gibi süratle işleyen yargı sürecini baltalamakla meşguldür.
Başbakan’ın hologramlı görüntüsü yalnızca İzmir’de değil, tüm hukuk camiasının üzerine düşmüştür.
Ne var ki Başbakan, kaynayan kazanın kapak tutmayacağını öğrenmemiş veya öğrenememiştir.
Son günlerde sanal medyaya düşen telefon dinlemeleri rüşvet ve yolsuzluktaki derinliği göstermesi bakımından ibretliktir.
Türk milleti Başbakan’ın mal mülk zengini olduğunu, sit alanlarına nasıl merak saldığını, yandaşları nasıl kayırıp kolladığını yüreği burkularak görmüştür.
Başbakan villaları zincir gibi dizmiş, bürokratik engelleri aşmak ve abi dediği işadamlarını rahatlatmak için bakanları, bürokratları, vali ve kaymakamları kuklaya çevirmiştir.
Kim sorun çıkarıyorsa anında görevden alarak yol temizliği yapmıştır.
Başbakan Erdoğan, edindiği villalarda tespit ettiği eksiklikleri en ufak ayrıntısına kadar gidermek için telefonda abilerine ricacı olmuş, nüfuz ticaretiyle hukuksuzlukların tarafı haline gelmiştir.
Bu kadarı da olmaz dedirten ne varsa Başbakan için normal görülmüştür.
Bu kadar ahlaksızlık ve utanmazlık da fazla diyebileceğimiz ne varsa Başbakan için sıradan kabul edilmiştir.
AKP’ye oy veren kardeşlerim Başbakan’ın yetkisini kötüye kullanıp, milli iradeye ihanet ederek kendisini ve çevresini devletin imkânlarıyla abad etmesini artık görmelidir.
Hele hele AKP döneminde sivrilen, üçüncü havaalanı başta olmak üzere birçok ihaleyi alan sonradan görme işadamlarının medyaya sızan kendi aralarındaki konuşmaları artık sözün bittiği yer olarak değerlendirilmelidir.
Özellikle Sabah Gazetesi ile ATV’nin 20 Aralık 2013’te Zirve Holding’e devrinde hırsızlığın, rüşvetin, yüzdeyle fırıldak çevirmenin tüm hünerleri sergilenmiştir.
Anlaşılmıştır ki, Başbakan Erdoğan medya şirketlerinin el değiştirmesinde aktif rol oynamıştır.
Yine anlaşılmıştır ki, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme eski Bakanı çantacılık yapmış, işadamlarının hissesine düşen haracı aralarında paylaştırmıştır.
Başbakan’ın mahdumu da işadamlarını yakından takip etmiş, onlara gerekli talimatları vermiştir.
Başbakan Erdoğan, bir ara Çalık Grubu’nun yönetiminde bulunan medya organlarının kazaya uğramaması ve başka ellere geçmemesi için verdiği ihalelerin diyetini istemiştir.
AKP’nin kuytusuna yatarak banka hesaplarını dolduran, usulsüz yollarla devletten ihale alan işadamlarının tansiyonu çıksa da, yüzleri simsiyah olsa da, geceleri uyumakta zorluk çekseler de kendilerinden istenen yüz milyonlarca doları Başbakan’a tıpış tıpış vermişlerdir
İşte bu suçüstü hali asrın rüşvet ve yolsuzluğudur.
Başında da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan vardır.
Türk milleti bizatihi Başbakan tarafından soyulmaktadır.
Devlet hazinesi hırsızların sevk ve idaresindedir.
Başbakan’ın yargıya savaş açmasının, HSYK ile ilgili aceleciliğinin sebebi hikmeti bu kirli çamaşırlarının soruşturma dosyasında yer almasındandır.
Ses kayıtları internette dolaşan işadamları öyle bir yolsuzluk çarkının içine düşmüşlerdir ki, duyan ve dinleyen herkesin şok geçirmemesi içten bile değildir.
Bunlardan bazıları ilk kez haraç verenleri teselli ederken “Biz alıştık, bir hafta sonra gayet normal karşılarsın” sözleriyle pişkinlikte, yüzsüzlükte zirveye çıkmışlardır.
Hatta bazıları bu aziz millete, sevdasından deliye döndüğümüz büyük Türk milletine alenen küfür etmiştir.
Başbakan’ın dostları, devlet parasını peşkeş çekip sonra da pay aldığı hemşerileri; “bu milletin” diye başlayan ve hiçbir vicdan sahibinin kabullenmeyeceği sinkaflı ifadelerle rezilliklerini iyice göstermişlerdir.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, Türk milletinin alın terini çalıp da ardından dönüp ağza alınmayacak küfürler yağdıranları asla unutmayacağımızı, yeri ve zamanı geldiğinde kursaklarından geçen haramı burunlarından getireceğimizi herkes iyi bilmelidir.
Başbakan Erdoğan bu çirkinliklere, bu iğrenç ve hayâsız diyaloglara ne diyecektir?
Medyaya kadar sirayet eden edepsizliklerin, şerefsizliklerin altından nasıl kalkacak, neyle telafi edecektir?
Yoksa bu olanlar da paralel yapının tezgâhı, dış güçlerin komplosu, darbecilerin iftirası mıdır?
Duymak istiyoruz ki, zekât hırsızlarının bahanesi nedir?
Rüşvetle ilgili AKP lehinde fetva veren, yolsuzluğu yüce dinimizi istismar ederek aklamaya yeltenen sözde din âlimleri ve ilahiyatçılar niye suskun, niye sessizdir?
Havaalanı inşaatını rüşvet ve hırsızlık pistine dönüştüren gafiller gelişmeler hakkında ne diyecektir?
Bereketsizlerin, millete söven kansızların yaptığı havaalanlarının hayrı olacak mıdır?
Bidon kafalılar, göbeğini kaşıyanlar diyerek milli tercihleri küçümseyen küstahlar bile bu kadar alçalmamış, bu kadar insanlıktan çıkmamıştır.
Türkiye yolsuzluğun ve rüşvetin adeta cirit attığı, devletin üstüne çöktüğü bir yer haline gelmiştir.
Başbakan ananas ve tesbih şifresi üzerine kafa yoracağına, yargı yakasından tuttuğunda, yandaş işadamları kendisini ele verdiğinde ne yapacağını şimdiden planlamalıdır.
Böyle giderse yakın vadede kendisinin önünde sadece iki yol kalacaktır: Ya mahkemede hesap verecek, ya da tası tarağı toplayıp Okyanus Ötesinde soluğu alacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Başbakan Erdoğan İran seyahatinden dönüş yolculuğunda bir kez daha gündem değiştirme mühendisliğine soyunmuştur.
Rüşvet ve yolsuzluğu gizlemek, konuşulmasını önlemek maksadıyla bildik taktiklerine tekrar müracaat etmiştir.
Başbakan Erdoğan gizli dinlemelerden şikâyet ederek herkesin bundan dert yandığını açıklamıştır.
Cumhurbaşkanı’ndan Meclis Başkanı’na, şahsından ailesine ve çocuklarına varıncaya kadar dinlenmedik kimsenin bırakılmadığına vurgu yapmıştır.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı Sayın Gül Başbakan’ı pek ciddiye almasa da, şüphesiz ki konu önemlidir.
Ne tuhaftır ki, Türkiye’yi telekulak çetelerinin emrine sokan Başbakan telefon dinlemelerinden sızlanmaktadır.
Korku devletinin sütunlarını diken bu şahıs her tarafı böcek sardı diyerek ön almaya çalışmakta, kendisini masum göstermeye çabalamaktadır.
Hâlbuki AKP iktidar, Recep Tayyip Erdoğan Başbakan olasıya kadar hiç kimse hukukta sınırları çizilen alanın dışına çıkarak dinleme ve gözetleme yapmamıştır.
Ortam dinleme alışkanlığı, teknik takip bugünkü kadar kontrolsüz, bugünkü kadar kuralsız olmamıştır.
Başbakan, kazanına ne koyduysa çömçesinden de o çıkmıştır.
Başkalarını dinlerken hiç sesi soluğu çıkmayan Başbakan’ın, bugün “ofisime böcek konulmuş” demesi acizliğin değilse bile, özel hayata saygı duymayan sicilinin eseridir.
Şimdilerde ses kayıtlarının internet pazarına düşmüş olması elbette özel hayatın dokunulmazlığı açısından kayıptır.
Fakat bu yolu Başbakan ve etrafındaki iki ayaklı böcekler çoktan açmıştır.
Şayet Başbakan’ın şahsıyla, aile efradıyla ve yandaşlarıyla ilgili inanılmaz ifşaatlar yapılmamış olsaydı, bu kapsamdaki haberlerden dolayı sanal medya yıkılmasaydı her şeyin eski tas eski hamam yine devam etmesi kaçınılmazdı.
Bir zamanlar, yüksek yargı üyelerinin konuşmaları çarşaf çarşaf sızdırıldığında Başbakan tepki vermemiştir.
Genelkurmay Başkanlarının, kuvvet komutanlarının, ordu komutanlarının, donanmadaki yüksek rütbeli subayların telefon görüşmeleri afişe edildiğinde Başbakan’ın çıtı çıkmamıştır.
Siyasi parti genel başkanlarının, milletvekillerinin, gazetecilerin, öğretim üyelerinin, yazarların, hülasa herkesin dinlendiği anlaşıldığında Başbakan oralı bile olmamıştır.
Mahkeme kararı olmaksızın sözde darbe davalarında kullanılmak üzere önüne gelen izlenmiş, özel hayatlar delik deşik edilmiş, ama Başbakan üç maymunu oynamaktan hiç gocunmamıştır.
Yıllardan beri herkes dinlendiğini düşünmüş, hiç kimse rahat olamamıştır.
Telefonla konuşmak sanki işkenceye dönmüştür.
Başbakan Erdoğan tüm bunlar olduktan sonra, ilk defa 2012 yılının Aralık ayının son günlerinde ofisine böcek koyulduğunu duyurmuştur.
Böcek sürüsü yolunu şaşırmış, orada burada gezerken sonunda Başbakan’ı da dinleme kafesine almıştır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Başbakan Erdoğan’ın ofis ve resmi konutunda bulunan dinleme cihazlarıyla ilgili düzenlenen Teftiş Kurulu Raporu tamamlanarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na intikal ettirilmiştir.
Müfettişlerin bu kadar önemli bir konuyu bir yılda tamamlaması ayrı bir tartışma konusu olsa da, adli sürecin nasıl ve ne şekilde cereyan edeceği bizim açımızdan mühimdir.
Başbakan yasa dışı dinlemelerin önüne geçmek için yeni bir düzenlemenin arifesinde olduklarını söylemiştir.
Buna göre, adli takibe ancak ağır ceza mahkemelerin karar vereceğini, oy çokluğunun değil, oy birliğinin aranacağını ifade etmiştir.
Başbakan dinlemelerin sınırsız olmayacağını, önce 3 aylık bir sürenin tayin edileceğini, bunun birer ay olmak üzere 3 ay daha uzatılabileceğini ve toplamda da 6 ayı geçmeyeceğini ileri sürmüştür.
Ne var ki, yürürlükteki mevzuat ve uygulamada da aynı ilkeler zaten mevcuttur.
Sadece işlenen suç örgüt kapsamındaysa, birer aylık sürelerle sınırsız dinlemeler geçekleşebilmektedir.
Başbakan ve hükümetinin telefon dinlemeleriyle ilgili kanun değişikliği hazırlığı bulaştıkları rüşvet ve yolsuzluk iddialarını örtme sinsiliğine hizmet etmektedir.
Özel Yetkili Mahkemelerle ilgili planlama da buna dönüktür.
Başbakan sıkışmış, kendince gündemi değiştirme mecburiyetinde kalmıştır.
Bu sebeple düğmeye basmış, PKK’nın ve İmralı canisinin de rüşvet ve hırsızlık serüvenine verdiği destekten dolayı gönüllerini hoş edecek yeni bir demokratikleşme paketinin müjdesini vermiştir.
Terörle Mücadele Kanununun 10’ncu maddesinde yapılması planlanan değişiklik PKK’ya verilen tavizlerde yeni bir halkadır.
Rüşvetçiler, ihaleye fesat karıştıran yandaş işadamları, cezaevindeki sahtekarlar, yolsuzluk çeteleri Başbakan’ın paketiyle umutlanmıştır.
Şunu biliniz ki, böylesi bir pakete demokratik demek, bizzat demokrasiye ihanet, milletimize hakaret, adalete kelepçe takmak demektir.
Kanun kaçakları, kamu bankalarını soyanlar, mazlum ahı alanlar, yetimlerin hakkını gasp eden kutucular, ayakkabıcılar, kasacılar, devlete sırtını dayayan haramzadeler ne yaparlarsa yapsınlar ne beşeri adaletten ne de Mahkemeyi Kübra’nın hükmünden kurtulamayacaklardır.
Başbakan unutmasın ki, darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmamış, olmayacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Türkiye, bir yanda yolsuzluk ve rüşvet karanlığıyla boğuşurken, diğer yanda bölücülük ve terör sorununu da yaşamaktadır.
PYD-PKK terörü sınırlarımızın hemen karşı yakasında, merkezi Kamışlı olan Cizire’den sonra, peş peşe Kobani ve Afrin’de de özerklik ilan etmiştir.
Suriye coğrafyasında, en doğudaki Derik’ten en batıdaki Afrin’e kadar uzanan bölgede Batı Kürdistan’ın çatısı örülmüştür.
Başbakan bir ara tampon bölge fikrini dillendirse de çok geçmeden kanton yönetimler bir bir ortaya çıkmıştır.
2012 yılının Eylül ayında; “en kısa zamanda Şam’a gidecek, Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camii’nde namazımızı kılacak, Bilal-i Habeşi’nin Kabri’nde, Süleymaniye Külliyesi’nde dualar edeceğiz” diye Başbakan tamamen yanılmış ve milletimizi kandırmıştır.
Başbakan’ın bırakın Şam’a gitmeyi, burnunun ucunu göremeyecek kadar görüş açısı sıfıra düşmüş, öngörüleri teker teker havaya uçmuştur.
Esad yönetimi PYD ve PKK ile kontak halindedir.
Şam idaresi PYD kanalıyla kendisine güvenli bir alan oluşturmuştur.
IŞİD terör örgütü Esad hesabına tetik çekmekte, Türkmen kanı dökmektedir.
En son 4 Türkmen komutan katledilmiştir.
Buradan vefat eden kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
Türkmen kardeşlerimizin can ve mal güveliği tehlike altındadır.
Türkmenler yerinden yurdundan olmaktadır.
El Kaide’nin türevi olan IŞİD’in Özgür Suriye Ordusuyla çatışmaları Türkiye’ye sıçramaktadır.
Geçen hafta, IŞİD’in ateşlediği bir havan topu mermisinin Çobanbey Hudut Karakolumuzun yakına düşmesi tehlikenin büyüklüğünü gözler önüne sermiştir.
Herhangi bir zayiata yol açmayan bu gelişmenin hemen ardından, değişen angajman kuralları gereğince Türk Silahlı Kuvvetleri merminin geldiği bölgeye tank ve ağır makineli silahlarla karşılık vermiştir.
Türkiye görüldüğü kadarıyla El Kaide terör örgütünün de menziline girmiştir.
Hiçbir sonuç vermeyen 2’nci Cenevre Konferansı’nda meşruiyetini artıran, müzakere edilecek bir mevkiye ulaşan Esad yönetimi kuvvetle muhtemel ülkemize yönelik mütecaviz emellere destek verecektir.
Son zamanlarda Türkmen kardeşlerimize yönelik hasmane saldırılar bunun işaretidir.
Başbakan ve hükümeti Türkmenleri yüz üstü bırakmamalıdır.
Yüzbinlerce Suriyeliyi Türkiye’nin her tarafına yerleştiren, aslında sosyal dokuya da zarar veren iktidarın soydaşlarımızın elinden tutması tarihi ve kültürel bir zorunluluktur.
Türkiye kritik bir eşiktedir.
Bugün karşılaştığımız tehdit, milletimizin bin yıllık kardeşliğini ve milli kimliğini ayrıştırmaya yönelik sosyolojik kırılma; üniter devletimize yönelik egemenlik paylaşımı ve topraklarımızın bir bölümünü yönetememe tehlikesinin baş göstereceği siyasal çözülme sorunudur.
Mutabık kalınacak ciddi, kalıcı ve köklü çözümlerin uygulanmasında gecikilmesi halinde, kapanması mümkün olmayan derin yaraların açılacağı aşikârdır.
Milli birlik ve bütünlüğümüzün onarılamayacak kadar zedeleneceği çok tehlikeli bir süreç maalesef Türkiye’nin önündedir.
Gerek ihmal, gerek tahrik, gerekse dayatmalarla gelinen nokta, Cumhuriyetin kuruluşu ile elde edilen kazanımların kaybına yol açabilecektir.
Devlet ve millet hayatımızın temelini oluşturan kurucu ilkelerin ve bizi bir arada tutan kardeşliğimizin keskin bir yol ayrımına yaklaştığını görmemek için kör olmak lazımdır.
Bilinmelidir ki, en az bin yıllık muhteşem bir kaynaşma ile yükselerek vücut bulmuş büyük “Türk Milleti”nin, alt kimliklere doğru dönüş ve kıvrılış göstermesi bize vatan kaybettirecektir.
Sonuçta Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği milli devleti ve üniter yapıyı korumak ve yönetmek tamamen imkânsız hale gelecektir.
Biliniz ki, bu uyarılar asla bir vehmin ve aşırı hassasiyetin ürünü değildir.
Bütün dikkati aziz millet varlığının bekasına odaklanmış Milliyetçi Hareket’in çok ciddiye alınması gereken tespit ve teşhisleridir.
Bunun için ne PKK’ya, ne PYD’ye, ne de El Kaide tahriklerine hiçbir şart altında müsaade edilmemelidir.
Bu Türkiye için hayati bir konudur.
Varlığımız buna bağlıdır.
Geleceğimiz buna göre şekillenecektir.
Etrafımızdaki terör kuşatmasının önüne geçilemezse, topraklarımızın bugünkü halini, devletimizin bugünkü yapısını, milletimizin bugünkü beraberliğini muhafaza etmek mümkün değildir.
Başbakan’ı uyarıyorum, ülkemizin içinde bulunduğu yakın coğrafyada yaşanan gelişmeler Türkiye’nin sürüklendiği olumsuz süreci hızlandırıcı rol oynamaktadır.
Buna karşı tedbir almamak, çözülmeye, bölünmeye ve dağılmaya meyyal bir siyaset izlemek en büyük ihanettir.
Ve bu ihanetin tarafları da Milliyetçi Hareket Partisi yok olmadan gün yüzü göremeyecekler, namus bildiğimiz vatanımızı ateşe atamayacaklardır.
Bu düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyor, sizleri Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.
Sağ olun var olun.
|