GKB İlker Başbuğ terör örgütü lideri olarak müebbet hapis cezası alınca akıllara şu soru geldi: ''İlker Başbuğ, terör örgütü lideri ise; onu GKB makamına atayan Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, söz konusu örgütün İhtiyarlar Heyeti miydi?''
GKB İlker Başbuğ, terör örgütü lideri olarak suçlanmaya başlayınca söylediği, ''Eğer ben darbe yapacak olsaydım emrimde yedi yüz bin kişilik ordu varken yapardım.'' sözleri kafaları karıştırmıştı. İlker Başbuğ, davanın neticesinde müebbet hapis cezası alınca bu sözleri daha anlamlı hale gelmiştir.
Yedi yüz bin personeli olan bir ordunun başındaki kişi olan Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, terör örgütü lideriyse, onu GKB makamına oturtan Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu terör örgütünün neresinde bulunuyor? Terör örgütü lideri olan bir General ile her hafta görüşme yapan Başbakan ve Cumhurbaşkanı, bu terör örgütünü birlikte yönetmiş olmuyorlar mı? GKB'nı terör örgütü lideriyse, bu örgütün esas karar mekanizması Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı makamı olmuş olmuyor mu?
Burada Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı makamına böyle bir suçlama getirmek haddimiz değildir. Öyle bir niyetimiz de yoktur. Ancak ortada bir mahkeme kararı var ve bu mahkeme Genel Kurmay Başkanı olan Generali terör örgütü liderliği yapmaktan müebbet hapis cezasıyla cezalandırdı. Madem öyle, bu terör örgütünün üst merci olan Başbakan ve Cumhurbaşkanı değil midir? Bu terör örgütünün kararlarına onay verip uygulatan ve denetleten merci Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduğuna göre, Erdoğan ve Gül, Kurtlar Vadisi dizisindeki İhtiyarlar Heyeti yönetimi konumuna düşmüyor mu?
Meselenin bir başka boyutu ise İlker Başbuğ terör örgütü lideri ise GKB olarak görev yaptığı dönemdeki bütün TSK personeli de bu örgütün personeli olmuş olmuyor mu? Yedi yüz bin kişi sadece bir dönem içindir. Terhis olanlar, yerine erbaş olarak gelenler hesap edildiğinde bir milyondan fazla kişi sözkonusu terör örgütünün militanı konumuna sokulmuş olmuyor mu?
Milyonlarca TSK personelini ve o dönemde askerliğini yapmış erleri suçlamak adına bu sözleri yazmıyoruz. Sadece Genel Kurmay Başkanlığı yapmış bir General terör örgütü olarak suçlanıyorsa, bu suçlamanın önünü ve ardını düşünmeyen, devlet ve hukuk adamlarının ortaya koyduğu UCUBE mantığın yanlışlığını anlatmaya çalışıyoruz.
Ümraniye ve Silivri davalarının neticelendiği günümüzde, bir çok komutan müebbet hapis cezası yedi. Terör örgütü PKK militanlarını, yurt dışına elini kolunu sallaya sallaya çıkarmaya çalışan ve elli bin kişinin katili PKK lideriyle İmralı'da müzakereler yaparak serbest bırakmaya azmetmiş AKP Hükümetinin, ADALETSİZ kararlarını TÜRK MİLLETİ elbetteki bir gün sorgulayacaktır.
Ümraniye ve Silivri davalarını neticelenince, siyasetçilerden peşpeşe açıklamalar geldi. Burada İlker Başbuğ, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları dikkat çekiciydi.
İLKER BAŞBUĞ'UN AÇIKLAMASI
"Ergenekon" davasında müebbet hapis cezası alan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, kararla ilgili internet sitesi aracılığıyla değerlendirmede bulundu. İlker Başbuğ, konuyla ilgili şöyle dedi:
“Eğer bir ülkede, toplum hâkimlerin bağımsızlığını sorguluyorsa, verilen hükümlerin hukuka uygun olduğuna ilişkin şüpheler taşıyorsa, o ülkede hukukun üstünlüğünün var olduğu ileri sürülemez. Bu durumda yargılananlar için son sözü millet söyleyecektir. Ve millet yanılmaz ve aldanmaz. Her zaman doğruların, hak ve haklının yanında, yani adaletin yanında olanların, vicdanları rahat olur. Ben öyleyim.”
MHP GENEL BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ'NİN AÇIKLAMASI
İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Ergenekon Darbe Davası’yla ilgili karar bugün itibariyle açıklanmıştır. Böylelikle 12 Haziran 2007 tarihinde başlayan söz konusu dava süreci ciddi sayılabilecek bir rötar, uzun ve sancılı bir seyirden sonra sonuca ulaşmıştır. Ergenekon Davası’nda 66’sı tutuklu olmak üzere 275 sanık yargılanmıştır.
İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği cezalar hiç şüphesiz milli vicdanları kanatmış, adalet ve hukuk ilkeleriyle bağdaşmamıştır. Elbette hukuka saygı ve bağlılık herkes için, özellikle de hukuk insanları için esas olmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi hukukun üstünlüğüne her zaman riayet göstermiş ve bu tavrından da hiçbir şart altında ödün vermemiştir.
Ancak İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi’nin yağmur gibi yağdırdığı cezaları sırf hukuka saygı adına hoş görmek, makul bulmak ve adaletle ilişkilendirmek nafile çaba olmanın ötesinde ahlaken de doğru sayılamayacaktır. Nitekim adalet bugün bir kez daha hançerlenmiş, tarafgir, sübjektif, önyargılı bakış bir kez daha kazanmıştır.
TSK MAHKEME KARARIYLA HIRPALANDI SUÇLANDI VE AŞAĞILANDI
Türk Silahlı Kuvvetleri açıklanan mahkeme kararlarıyla çok tehlikeli şekilde hırpalanmış, suçlanmış, aşağılanmış ve daha da kötüsü saygınlığıyla oynanmıştır. Bilhassa Genelkurmay Başkanlığı yapmış ve Türk ordusunun en tepesinde bulunma fırsat ve unvanını elde etmiş değerli şahsiyetlerin; “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılmaları tam bir hukuk cinayeti olmuştur.
Darbecileri ve darbe heveslilerini tam olarak kavrayacak ve tefrik edecek sorumluluk ve duyarlılık göstermeyenlerin, önüne gelene bol keseden ceza verme konusunda aşırı meraklı olmaları hem insanlıkla hem de adaletin ruhuyla taban tabana ters düşmüştür. Ne üzücüdür ki, Türkiye Cumhuriyeti’ne kast eden, bölmek ve yıkmak için harıl harıl provokasyonlarını sürdüren kanlı örgüt dışarıda ve güvendeyken, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ömrünü verenler ne idüğü belirsiz sanal bir örgüt üyesi ve yöneticisi olarak tanımlanmıştır.
Bu sonucun aynı zamanda siyasallaşan ve skandallarla çalkalanan hukukun eseri olduğu kuşkusuzdur. Her şey bir yana, PKK’lı elebaşların tanık olarak dinlendiği, karartılmış delilerin kullanıldığı, belge ve bilgilerin tahrif edildiği bir dava sürecinin milli vicdanlarda karşılık bulması ve onay görmesi eşyanın tabiatına aykırı olacaktır.
Ergenekon Davası’nda verilen karardan sonra şimdi sırayı Yargıtay’daki temyiz safhası almıştır. Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi’nce takdir ve tespit edilen anormal cezaların mutlaka tamirinin şart olduğuna ve adaletin bir nebze de olsa bu şekilde tesis edileceğine inanmaktadır.
Adaletsizlik giderilmez ve objektif esaslara göre hareket edilmezse Türkiye’nin sosyal ve siyasal yapısı kördüğüm olmaktan ve her tarafa sirayet etmiş kaostan kurtulamayacaktır. Bu itibarla hiç kimse ‘ben yaptım oldu’ kolaycılığıyla hareket etmemeli ve Türk milletinin varlığını riske sokacak teşebbüs, icraat ve hükümlerde bulunmamalıdır.
MHP GRUP BAŞKANVEKİLİ OKTAY VURAL'IN AÇIKLAMASI
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında karar duruşması yapılan Ümraniye davası ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. Vural, kararları henüz görmediğini belirterek, "Tam sonucu alarak ona göre değerlendirme yapmak lazım." dedi.
MHP olarak hukuka aykırı hiçbir faaliyeti meşru kabul etmediklerini belirten Vural, "Devletimizin hukuk içindehareket etmesini öncelikli görev olarak kabul ediyoruz ama sürece baktığınız zaman bir çok dalgası oldu. Bu dalgalar içinde gündem inşaa edildi, gündem saptırıldı.
Maalesef siyasetçiler avukatı oldu, savcısı oldu, hakimi oldu. Bizim aradığımız nedir? Yargının siyasallaşmadan hak ve hakikati, gerçeği bulması, adaletin tecelli etmesidir. Bu süreç içinde bu kararları milletin de vicdanına sığmalı, adaletin de vicdanına sığmalı. Aradığımız bu. Hakkı, hakikati arıyoruz. Ancak geldiğimiz bu noktada bu süreçler AKP döneminde bir siyasal pazarlama aracı olarak kullanıldı, toplumsal muhalefeti sindirme aracı olarak da kullanıldı." diye konuştu.
KURUNUN YANINDA YAŞIN DA YANMAMASI GEREKİR
Kurunun arasında yaşın da yanmaması gerektiğini ifade eden Vural, şöyle devam etti: "Bu bakımdan toptancı bir anlayış ile yargının hareket etmesini doğru bulmuyoruz. Ama geldiğimiz bu noktada şu tablo acınacak bir tablodur.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Genelkurmay Başkanı'nın terörist başı sıfatı ile yargılandığı ama terörist başının, Başbakan'ın yol arkadaşı olduğu Türk Silahlı Kuvvetleri'nin şu ya da bu sebeple bu süreç içerisinde sorgulandığı, tutuklandığı ama teröristlerin elinde silah belinde bomba ile dolaştığı bir Türkiye. MHP olarak devletin içindeki hiçbir illegal yapılanmayı meşru görmemiz mümkün değildir.
Ama bugünkü Türkiye'de illegal yapılanmalar hükümet eli ile meşrulaştırıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Bugün yargı, MİT Kanunu'na AKP tarafından konulan bir madde ile hukuk dışına girmiş görevlilerin Başbakan tarafından görevlendirilmesi halinde soğuşturma ve kovuşturma yapılabilmesi için izne bağlanmıştır. Bunu takip edebilecek bir yargı yoktur. Bu yönü ile bakıldığında devletin içinde illegal bir yapılanma Başbakan'ın koruma ve kollaması ile meşruiyet çizgisi içine sokulmuştur. Hukuktan alınmayan fermanlarla Başbakan'ın iradesine bağlanmıştır."
Millet egemenliğine karşı yapılan darbenin meşru sayılamayacağını dile getiren Vural, çözüm sürecinin millet egemenliğine yönelik bir darbe olduğunu dile getirdi. Bağımsız ve tarafsız yargının önemine dikkat çeken Vural, "Hepimizin vicdanına sığacak bir adalet istiyoruz. Adalet vicdanlara sığmazsa hepimiz sıkıntıya gireriz." ifadesini kullandı. Vural, kapsamlı bir değerlendirmenin Genel Merkez tarafından yapılacağını aktardı.
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU'NUN AÇIKLAMASI
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ergenekon davası kararlarına ilişkin ilk açıklamasını yaptı. Verilen kararların gayrimeşru olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu, "Özel yetkili mahkemelerin verdiği kararlar hukuken, siyaseten ve ahlaken meşru kararlar değildir" ifadesini kullandı.
Kılıçdaroğlu, yazılı açıklamasında şunları kaydetti:
"Demokrasilerde insanlar siyasi otoriteye bağımlı, özel yetkili mahkemelerde değil, bağımsız, hukukun üstünlüğüne inanan normal mahkemelerde yargılanır. Bu nedenle, özel yetkili mahkemelerin verdiği kararlar hukuken, siyaseten ve ahlaken meşru kararlar değildir. Bu mahkemelerin verdiği kararlar gayrimeşrudur.
Bu mahkemeler adalet dağıtmaz. Çünkü bunlar adından da anlaşılacağı üzere özel yetkili mahkemelerdir. Bu mahkemeler siyasal gücün emrinde olan ve onun buyruklarını yerine getiren mahkemelerdir. Hukukun üstünlüğü kavramı bu mahkemeler için geçerli değildir. Bu mahkemelerin temel işlevi üstünlerin hukukunu yani siyasal iktidarın buyruklarını egemen kılmaktır." |