Bu hikayeyi Pasinler’in Çakmak köyünden yaşlı bir dede Askeri Tarih Araştırmacısına anlatmıştır. Bu dede Hızır Çavuştur.
Güllü Paşa Kız, Erzurum’un Pasinler’inde Çakmak köyünün bir saat güneyinde yükselen Küllükaya Tepesi’nin yeşil yamacında, üzerinde adak bezleri bağlanmış, iki taş dikili gösterişsiz mezarında uyumaktadır. 1914 – 1918 savaşı başında, bu cephede, Rus ve Ermeni sürülerine karşı; ancak, Türk’e yakışan bir savaşın öyküsüdür Güllü Kızın öyküsü.
Güllü Kız, Çakmak köyünde anasız babasız kaldığı için Hızır Çavuş’un elinde büyümüş, yirmi iki yaşına varmış, evlenmemiş cesur ve dinine bağlı bir kızdı. Hızır Çavuş’un evinde okuma yazma öğrenmiş hem de ev işlerinde diğer köylü kızlardan daha hamarat, becerikli bir kızdı. Okuma yazma bilmesi, Kuran ve o dönemin hikâye kitaplarını okuması köyde kültürlü bir kız imajı yaratmıştı. Köyün oğul yetiştirmiş anaları, Güllü Kız’ın bu, o zamanın köylüsü için biraz fazla görünen bilgi ve hamaratlığı karşısında onu kendilerine gelin etmeye korkuyorlardı.
Güllü Kız’a gelince o da öteki kadınları pek sevmezdi. Kızların hepsi de çeşme başında delikanlı dedikodusu yapıp, evli kadınlar da kocalarını çekiştirirken Güllü Kız, boş zamanlarını kitap okuyarak ve köyün yetim çocuklarına çorap örerek değerlendirirdi.
Elbet o da sevebilirdi. Güllü Kız’ın pırlanta kalbine on beş yaşından beri bir kor düşmüştü. Bir gün çeşme başında yirmi yaşlarında yakışıklı, yiğit bir delikanlı görmüştü. O anda yüreğinin içine sanki bir serçe girmiş kanat çırpıyor gibi hissetmişti. Bir ara göz ucuyla baktığında delikanlının da ona tatlı ve gülümseyerek baktığını gördü.
O akşam Hızır Çavuş, karısına bu delikanlıdan söz açtı ve onun Alvar köyünden Durmuş Ağanın evlatlığı olduğunu söyledi, yakışıklılığından ve mertliğinden söz etti. O zaman Güllü Kız bu gencin adının Kara Ali olduğunu öğrendi. O günden sonra tam yedi yıl Güllü Kız yüreğinde Kara Ali’nin siyah gözlerini, siyah saçlarını sakladı ve kendisine aşkla sevgiyle baktığını hissetti hep. Bu yedi yıl içinde kim istediyse beğenmedi reddetti. Ben de karayağız bir delikanlı seviyorum. Adı da Kara Ali demedi diyemedi. Kara Ali birkaç kez daha Çakmak köyüne geldi ve Hızır Çavuşların evinin önünden geçti. Kurnaz komşu kadınlar bunda bir koku sezdiler. Dedikodu hemen yayıldı. “ Kara Ali Güllü’nün yavuklusuymuş…”
Birkaç hafta sonra köyün sığırtmaçlığını yapan çocuk tarlada Güllü Kız’a yanaştı, kimse görmeden koynundan kenarı sırma işlemeli, al bir yazma çıkarıp uzattı.
“Bacım, bunu Ali amcam sana gönderdi, kimseye göstermesin, dünya ahiret ben Güllü’den başkasını almam, beni beklesin” diyor, dedi.
Birinci Dünya Savaşı patlak vermişti. Anadolu’nun doğu sınırları, Güllü Kız’ın köyüne kuş uçuşu iki konak mesafede demekti. Rus ordusu sınırda saldırıp duruyor, kahramanca savunmayı görünce geri çekiliyordu. Fakat Sarıkamış Muharebesinden sonra azmışlardı, Erzurum’a yürüyorlardı. Bütün delikanlılar askere çağrılmıştı. Kara Ali’ de Güllü’ye şu haberi yollamıştı.
“Hızır Çavuş’la Anadoluiçine göç etsin. Sağ kalırsam bir gün ben Güllü’yü arar bulurum.”
1915 yılı Ocak ayının dondurucu soğuğunda Hızır Çavuş evini, ailesini topladı, kağnıya yükledi. Güllü’yü de aldı Çakmak köyünden çıkıp Erzurum yolunu tuttular. Niyeti Sivas’a göçmekti. Güllü Kız, tam Erzurum’un Kars Kapısına geldikleri sırada havanın kararmasından yararlanarak arabadan atladı ve Gümüşlü Kümbet’in arkasına saklandı. Hızır Çavuş arabaların önünde yürüyordu, analığı ise yorgan altına büzülmüş uyukluyordu. Yerde donmuş kar, havada kemiklere işleyen ayaz vardı. Güllü Kız’ın yokluğunun kimse farkına varmamıştı. Arabalar Kars Kapısından içeri girinceye kadar Gümüşlü Kümbet’in arkasında bekleyen Güllü Kız, hemen geldiği yoldan geriye döndü. Artık Alvar köyünün yolunu tutmuştu. Kara Ali’yi bulmasa bile onun evini bekleyecekti. Elbet bir gün Ali’si oraya uğrayacak ve onu bulacaktı.
Ne kadar yürüdü bilmiyordu. Birden önünde bir atlı belirdi. Bu kimdi ki, ona seslenmişti:
“Hey bacı! Bu dondurucu gecede nereye gidiyorsun? Donacağını bilmiyor musun? “
Güllü başını kaldırdı bu bir subaya benziyordu, arkasında da yedi sekiz atlı daha vardı. Onlar da askerleri olmalıydı.
“Alvar köyüne gidiyorum amca…”
“Alvar’a mı? Şimdi oralara mı gidilir? Kız sen donarsın yolda. Biz Kuzucuk köyüne gidiyoruz, gel seni de şu boş ata bindirelim, oraya götürelim, yarın Alvar’a gönderirim. Korkma ha! Biz dünya ahiret senin kardeşiniz, senin kılana bile zarar gelmez. Haydi! Kızım gel şu ata bin…”
Bu bir emir gibiydi. Güllü’nün de aklı başına gelmişti. Kabul etmese donacağını anlamıştı. Eyerlenmiş atı önüne çektiler bindi, yürüdüler,,,
Ertesi gün Alvar köyüne ulaştı. Kara Ali’sinin evini buldu. Köylülerden kimse kalmamış, köye Türk askeri dolmuştu. Kara Ali’nin evinde de subaylar kalıyordu. Ona bir oda verdiler, ekmek zeytin ikram ettiler. O gece Güllü’yü dinleyen subaylardan pos bıyıklı ve en yaşlısı, iki eliyle bıyıklarını sıvazladı:
“Kızım, sen bu don havada cepheye gidemezsin. Kara Ali kim bilir nerede, kısmetse yine ona kavuşursun. Ben seni Erzincan’a yollayayım daha iyi olur..”
“Amca ben okuryazarım, güçlü kuvvetliyim de ne iş olursa yaparım, size hizmet ederim. İsterseniz beraber savaşırım da. Hem ölsem ne çıkar? Bin Güllü feda olsun bu vatana.”
“Sen bilirsin kızım. Var ol.”
Yaşlı subayın pos bıyıklarının üzerine birkaç damla yaş yuvarlanmıştı. Ertesi gün Alvar’daki tabur Hasankale’ye gitti. Köyde üç silahlı hasta asker bıraktılar. Bunlara ovada gözcülük ve keşif görevi verilmiş, Güllü de onlara katılmıştı.
Hasankale’nin Hasan Baba Dağı, uzaktan Pasinler Ovası’na giren Rus kuvvetlerine karşı sanki hiddetinden mosmor kesilmiş, kanı çekilmiş bir insan gibi sert sert bakıyordu. Bir grup Rus askerlerden kurulu piyade keşif kolu Alvar köyüne yaklaşıyordu. İçlerinden birisi Ermeni ağzıyla Türkçe olarak ötekilere seslendi.
“Vahram, sen benimle gelesin, arkadaşlar bizi gözetlesin, şayet kim biz şu uçtaki eve girer isek arkamızdan yanaşmış etsinler he?”
“Ağnamışam pek eyi.”
Hasankale’nin Alvar köyü, bu soğuk istila gününe kadar sesiz, bomboştu. Bacalardan artık duman tütmüyordu. Ayakları keçe çizmeli Ermeni askerlerinden ikisi ellerinde tüfekleriyle ilerlediler. Uzun boylusu, köyün kuzeydoğu köşesindeki taş binaya yaklaştı. Eliyle evin kapısını itti, kapı açılmadı. Kısa boylu şişman arkadaşı da geldi beraber kapıya yüklendiler. Kapı kırılıp devrilince askerlerde üstüne düştüler. Loş avluda şimşek gibi inen iki keskin balta pırıltısı… Yerdeki iki asker de bir süre acı içinde haykırdıktan sonra hareketsiz kaldılar.
Üç namlu, yavaş yavaş taş evin penceresinden dışarı uzandı. Bir yaylım ateş… Yüz metre kadar uzakta, karlara yatmış ve evi gözetleyen Rus mangasının içinden üç kişiyi sırt üstü devirdi. Ermenilerden oluşan Rus askerleri şaşırmışlardı kısa sürede toparlanıp eve ateş açtılar fakat evden ikinci, üçüncü yaylım ateşi sonucu Rus mangasının hepsi de Alvar’ın karlı topraklarının üstüne cansız serilmişlerdi. Taş evin kapısından bir kadın ve üç asker dışarı fırladılar. Ölüleri eve taşıdılar, kan izlerini karla kapattılar. Silah ve cephaneleri ile yiyeceklerini alıp paylaştılar.
Hasankale’ye giren Rus komutanı, keşif kolunun gelmeyişinden pirelenmişti. Yeniden bir süvari bölüğünü Avar’a gönderdi. Bölük, açılmış olarak Avar’a yanaştı, tam yüz metre kadar sokulmuştu ki evden yine yaylım ateş… Rus atlılardan bir kaçı yere yuvarlandı. Ardından şiddetli bir ateş taş binayı yalamaya başladı, gittikçede yaklaşıyorlardı.
Eve arkadan yanaşan birkaç Rus askeri bahçe duvarına tırmandı. Duvardan inenler Güllü Kızı görememişlerdi; ötekilere kapıyı açmak için yanaşan askerin başına baltayla vurup yere devirdi. Duvarın üstünde olan asker, korkudan donakaldı. Diğer askerler de böğürerek yere yuvarlanan arkadaşlarını görünce kaçmaya başladılar. Taş evden çıkan üç Türk askeri, bahçe duvarındaki düşman askerinin Güllü Kız’a çevrilen namlusuna engel olamadılar. Güllü, yere yuvarlandı. Askerlerden biri Güllü Kızı vuran düşman askerini vurdu. Biri onun yanına koştu, diğer iki er, bahçe kapısını açıp dışarı fırladılar. Şiddetli bir tüfek ateşi köyün duvarlarında yankılar yapıyordu. Süvari bölüğü köyde pek çok Türk askeri olduğu korkusuna kapılmıştı, atına binen kaçıyordu. Eli silahlı Rus subaylar hem kaçıyor hem Ermenilerden oluşan askerlerine bağırıyordu kaçın!. Üç Türk askeri süngülü tüfekleriyle bunları kovalıyordu.
Güllü Kız yerde tatlı bir rüya içinde Kara Ali’siyle baş başaydı. Üç Türk asker Güllü’yü kaputa sardılar, omuzladılar ve köyden ayrılıp Küllükaya Tepesi’ne doğru yürüdüler. Karlara bata çıka ilerliyorlardı. Birden önlerine on kadar asker dikiliverdi. Bunlar orada mevzilenmiş Türk artçılarıydı.
“Durun! Kimsiniz?”
“Yabancı yok, Türk’üz. Yaralı kadınımız var.”
İki asker siperden çıktı, bunlardan karayağız olanı Güllü’nün yüzünü açınca şaşırdı:
“Vay anam! Güllüm… Güllü Kız gözünü aç! Bak ben Ali’yim. Vah! Canım ne oldu sana böyle?”
Ötekiler de şaşırdılar ama soru soracak zaman değildi. Yaralıyı hemen kardan oyulmuş sipere kadar taşıyıp yere uzattılar. Güllü Kız son kez gözlerini açtı, rüyada gibiydi. Ali’ye baktı… Baktı… Zorlanarak:
“Ali, Ali’im… Benim… Sana geldiydim. Köyde yoktun vuruldum işte, gayri yaşayamam ben… Sen sağ ol… Onlar Sivas’a göç etti… Yüreğim yanıyor…”
Ali kendini toparlamak zorundaydı sargı paketlerini çıkardı, yaralarını sardı, Güllü çok kan kaybetmişti. Son bir kez kendini zorlayarak Ali’nin ellerini tuttu:
Ali’m… Ben ölüyom… Hızır Çavuşlar geri gelirse beni Çakmak’ın üzerine gömsünler… Sen de bana uğra… Beni yalnız koma… Beni unutma…”
Güllü’nün başı sola kaydı, gözleri açık, dudakları aralıktı. Ama elleri Ali’nin ellerini sıkı sıkı tutuyordu. Ne yazık ki, kahraman yürekli Türk kızı uçup gitmişti.
Hikayeyi anlatan yaşlı gazi Hızır Çavuş, sonucu şöyle anlatıyordu:
“ Ali ile arkadaşları subaylardan izin alıp Güllü’yü bizim köyün üst bayırına taşımışlar. Donmuş toprağı kazıp onu defnetmişler. Bu olaydan sonra Ali’ye bir şeyler olmuş. O gece subaylarına haber vermeden birkaç arkadaşıyla Alvar’a inmiş. Oraya geri dönen Ruslara ait piyade birliğine gece baskını yapmışlar. On askeri kendi elleriyle yere sermiş, bir o kadar da esir almışlar. Ali bu sırada kasığından bir kurşun yemiş. Arkadaşları onu önce Erzurum’a oradan Sivas’a yollamışlar. Hastanede bir bacağı kesilmiş… O sıralarda biz de Sivas’taydık ama onu duymadık. Bizim hatunda sıkıntılara dayanamamış ölmüştü. Aradan zaman geçti harp bitti, yine Çakmak köyüne döndük.
Bir ay sonra ansızın köye bir araba girdi içinden inen kişi koltuk değneğiyle yürüyordu. Bu kişi Ali’ydi. Bize misafir oldu Güllü Kızın hikayesini anlattı, gömdükleri yeri gösterdi. Bizim köylüler Güllü Kız için Erzurum’da mezar taşı kazdırdılar, çevresini taşlarla ördüler, ağaç diktiler. Mezar taşına “Vatan uğruna şehit düşen Güllü Kız’ın ruhuna fatiha” diye yazdırmışlardı.
Rahmetli Kazım Karabekir Paşamız bir gün Erzurum’dan köyümüze geldi. O da Güllü’nün hikayesini duymuş, mezarını görmeye gelmişti. Yanında birde güzel sesli hafız getirmiş, Yasin-i Şerif okuttu. Sonra bize dedi ki:
“Güllü’ye artık Paşa adını taktım. Ona yeni bir mezar taşı yaptırıp yollayacağım. Sizler bundan sonra onu Güllü Paşa Kız diye anın emi?”
Gerçekten bir ay sonra yeni mezar taşıyla birkaç usta geldi, mezarı yeniden yaptılar. O günden sonra köyün kadınları onu ziyaret edip dualar okuyor, başucundaki ağaca dilek bezleri bağlıyorlar. Karanlık gecelerde Güllü Paşa Kız’ın mezarına bakanlar orasını ışıklı görürler.
Ali de şimdi köyümüzde, mescidimize bakıyor, çiçeklerini yetiştiriyor.
“Hah işte bak Ali’de bize doğru geliyor. Ali bak bu Albay Güllü’nün mezarını ve seni görmeye gelmiş.”
“Merhaba Ali amca, sizin ve Güllü Kız’ın kahramanlıklarını Hızır Çavuş’tan dinledim. Bu millet sizin gibi Türk evlatlarıyla iftihar eder.”
“Allah ömürler versin albayım. Siz sağ olun, ordumuz, askerimiz, delikanlılarımız, kızlarımız, vatanımız, milletimiz sağ olsun. Hükümet bana harp malulü maaşı veriyor ben de onunla Güllü’ye çiçek dikiyorum. Albayım Tanrı’m bu güzel mezarı, vatanı Moskof’un ayağına çiğnetmesin de… Şu benim topal halime bakmayın, eğer bana sıra gelecekse şu iki değneğimle bile birkaç düşmanın kafasını ezmeden Allah canımı almasın…”
Taze bir genç kız eliyle bağlandığı belli olan al renkli geniş bir adak bezi, bu şehit mezarına ne kadar da yakışmıştı.
Şehit yatağında sonsuza kadar yaşa, KAHRAMAN GÜLLÜ PAŞA.
Not: Bu hikaye Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Tarih Araştırma Kurumunun arşivinden alınmıştır. Saygılarımla. |