Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmanın tam metni.
Konuşmama başlarken muhterem heyetinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum.
Yarın 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü’nü kutlayacağız.
Buna bağlı olarak çiftçilerimiz bu anlamlı günde ağırlaşan sorunlarını, ihtiyaç ve beklentilerini seslendireceklerdir.
Türkiye esasta bir tarım ülkesidir.
Fakat tarım sektörünün potansiyel gücü bir türlü arzulanan seviyelere gelmemiş, bir türlü istenilen düzeye tutunamamıştır.
Bunun gerisinde birçok neden ve faktörün olduğu aklı başında herkesin malumudur.
Biliyoruz ki, çiftçilerimiz nice külfete, nice zorluğa katlanmaktır.
AKP hükümeti 12 yıldır Türk çiftçisine yüz çevirmiştir.
Darlık ve kıtlık tüm çiftçilerimizi vurmuştur.
Girdi fiyatlarındaki fahiş zam ve vergiler çiftçilerimizi mağdur etmiştir.
KDV ve ÖTV nedeniyle dünyanın en pahalı mazotunu kullanmak çiftçilerimiz için eziyete dönmüştür.
AKP iktidarları döneminde mazottaki fiyat artışı yüzde 300’ü bulmuştur.
Bunun yanında gübre ateş pahası, elektrik bedelleri, tohum ve ilaç faturaları dayanılmaz noktadadır.
Çiftçilerimiz sürekli kan kaybetmektedir.
Köylerimize hüzün çökmüştür.
Tarlasına bir yanda ümit eken, diğer yanda çile kaldıran çiftçilerimizin feryat ve şikayetleri hiç duyulmamaktadır.
Şu üzücü tabloya bakınız ki, çiftçilerimizin Tarım Kredi Kooperatifleri ve Ziraat Bankası’na birikmiş borçları 25 milyar lirayı bulmuş, hatta geçmiştir.
Son 12 yılda çiftçi borçları yaklaşık 80 kat artırmıştır.
Özel bankaların üretici kredisi altında verdiği borçlar ocak söndürmekte, çiftçilerimize kâbus yaşatmaktadır.
Neticede tarlalar haraç mezat elden çıkmaktadır.
Çiftçilerimiz ödeyemedikleri borçlarından dolayı haciz ve hapis kıskacındadır.
Hakikaten de çiftçilerimiz A’dan Z’ye borç içinde, baştan ayağa mağduriyetle boğuşmaktadır.
77 milyonu doyuranlar açlıkla mücadele etmekte, yoklukla, yoksullukla cebelleşmektedir.
Bu adaletsizliği çiftçilerimize reva görenler, bu zulmü çiftçilerimize layık bulanlar elbette hesap vereceklerdir.
Ürünler para etmezken, girdi maliyetlerinin otomatiğe bağlanması tarımla uğraşan kardeşlerimizi resmen perişan etmektedir.
Gübre ve mazota verilen destekler yetersiz olduğu kadar geç ödenmektedir.
Çiftçi kayıt sistemindeki aksaklık ve plansızlıklar küçük çiftçilerimizi sıkıntıya düşürmektedir.
Ayrıca tarımsal sulamada elektrik borcu bulunan çiftçilerimize, borçlarını ödeyinceye kadar tarımsal destekleme ödemesi yapılmayacağına dair Bakanlar Kurulu Kararı AKP’nin tarıma bakışını apaçık şekilde göstermektedir.
Bu olacak şey değildir.
Türk çiftçisi nasıl geçineceğim, nasıl yaşayacağım, nasıl doyacağım diyerek kara kara düşünürken, Başbakan yandaşlara omuz vermekte, el uzatmaktadır.
Başbakan çiftçiyi anasına hakaret edeceği zaman hatırlamakta, seçim zamanlarında istismar maksadıyla gündemine almaktadır.
Artık Türk çiftçisi bu kara düzene dur demeli, aldatma ve kandırmaya gerekli dersi misliyle vermelidir.
Maalesef başta İç Anadolu ve Akdeniz Bölgeleri olmak üzere, yaşanan şiddetli kuraklık arpa-buğday eken çiftçilerimizi çok vahim şekilde etkilemiştir.
Mart ayının son günlerinde görülen don afeti fındık, erik, şeftali, kiraz, badem, üzüm, çay, kaysı, elma ve ceviz üreticilerimizi doğrudan doğruya mağdur etmiştir.
Bilhassa Düzce’de 6 bin ton, Giresun’da 64 bin ton, Ordu’da 105 bin ton, Samsun’da 15 bin ton, Trabzon’da ise 25 bin ton fındık zarar tespiti yapılmıştır.
Hükümet, mevsimsel şartlardan dolayı kayıp ve zarar eden çiftçilerimizin yardımına koşmalı, rahatlamaları için gerekli zararlarını telafi etmelidir.
Mağduriyet yaşayan üreticilerin tarım sigortası primleri devlet tarafından karşılanmalı, banka ve diğer borçları yeniden yapılandırılmalıdır.
Tanzaya’daki Albinolara ve Suriye’den gelen sığınmacılara oluk oluk para akıtan Başbakan Erdoğan ve hükümeti öncelikle bu milletin asil evlatları olan çiftçilerimizin sesini duymalı, ihtiyaçlarını gidermelidir.
Bize göre çiftçisi mutlu olmayan bir milletin huzur bulması imkânsızdır.
Altını çizerek ifade etmek isterim ki, çiftçilerimiz helal kazancının peşindedir.
Bu kardeşlerimizin traktörleri ipotekli olsa da yürekleri vatan aşkıyla doludur.
Pullukları paslansa da, gönülleri ışıl ışıl parlamaktadır.
Bilinsin ki, parti olarak çiftçilerimizin her zaman yanındayız.
Onların tercümanı olmaya, sorunlarına çözüm bulmaya ısrarla, iştahla ve hevesle devam edeceğiz.
Buradan, doğudan batıya, kuzeyden güneye milleti için çalışan, ülkesi için üreten, geleceğin büyük Türkiye’si için sorumluluk alarak toprağa özlemlerini serpen tüm çiftçilerimizin 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü’nü kutluyorum.
Hepsine şükranlarımı sunuyor; borçsuz, harçsız, dertsiz yıllar temenni ediyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Demokrasi, birçok tanım ve tasvirinin yanında tahammül sistemidir.
Tahammülün, saygının ve sabrın olmadığı bir yönetimin demokrasiyle yolları kesişmeyecektir.
Tek tip insan arayışı, tek tip ses özlemi demokrasinin ruh ve mesajına terstir.
Otoriter rejimlerle demokratik yönetimleri ayıran başlıca unsur görüşlerin, fikirlerin çoğulculuğu ve çeşitliliğidir.
Tahammülsüz idarecilerde demokratik kültürden eser görülmez.
Kalp kıran, umut yıkan, uzlaşmazlık ve hoşgörüsüzlüğün pençesine düşen zihniyetlerin demokrasiden bahsetmesi ise sadece laf cambazlığıdır.
Türkiye çoktandır antidemokrat bir iktidar anlayışının tekelindedir.
Başbakan Erdoğan’ın kaba üslubu, ötekileştiren, dışlayan ve anında kutuplaştıran tavrı demokrasiyi tehdit etmekte ve yıpratmaktadır.
Başbakan muhalif duruşlara bıçkındır.
Başbakan, yandaşlardan müteşekkil karanlık çemberin haricinde kim varsa kavgalı ve hasımdır.
Başbakan’ın zehirli dili, nezaket ve zarafet tanımayan siyasi kişiliği oldukça rahatsız edicidir.
Danıştay’ın 146. kuruluş yıldönümü törenlerinde yaşanan ve devlet adabının, devlet ahlakının, devlet protokol kurallarının yerlere serildiği sahneler bunun en son örneğidir.
Başbakan’la Türkiye Barolar Birliği Başkanı arasında yaşanan söz düellosu, edep ve haya sınırlarını ihlal eden dalaşma kesinlikle tasvip edilemez çirkinliktedir.
Bu yüzden siyasi seviye ve medeni tutum Danıştay Salonu’nda iflas etmiştir.
Burada hukuk yutkunmuş, adalet bir kez daha yara almıştır.
Bize göre meseleye tek taraflı ve tek yönlü yorum getirmek doğru olmadığı gibi, objektif kriterlere de uymayacaktır.
Üstelik Başbakan’la Türkiye Barolar Birliği Başkanı arasında geçen tartışma zinciri birçok açıdan sorgulanmaya açıktır.
Başbakan Erdoğan, Danıştay’a geldiği esnada Baro Başkanıyla sıcak, samimi ve dostane bir şekilde tokalaşmıştır.
Bu ikili gülücükler eşliğinde hasret gidermiştir.
Hatırlanırsa, Başbakan’la Baro Başkanı 4 Ocak 2014 günü Dolmabahçe’de sürpriz bir şekilde buluşmuş ve yeniden yargılama konusunu görüşmüşlerdir.
Arkasından, Başbakan Dolmabahçe trafiğinin olumlu olduğunu, Baro Başkanı da yapıcı bulduğunu açıklamıştır.
Hatta Baro Başkanı bazı ricalarını da Başbakan’a iletmiş ve çok ilgilendiğini sevinç içerisinde duyurmuştur.
Çok değil, yaklaşık 4 ay evvel böylesine yakınlaşan, böylesine birbirine muhabbet besleyen ikilinin şimdilerde tam aksi istikamete savrulması bizim açımızdan kuşku vericidir.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşma; ilk izlenimlere bakılırsa, Başbakan’ın damarına basmış, aralarının açılmasına sebebiyet vermiştir.
Yıllardan beri yargı organlarının açılış veya kuruluş yıldönümlerinde Türkiye Barolar Birliği Başkanı kendisine ayrılan süre kapsamında konuşma yapmaktadır.
Bu işin doğası gereğidir.
Ancak Baro Başkanı Danıştay’daki konuşmasını hem süre, hem sınır, hem de kapsam açısından uzun tutmuş, kendisine verilen demokratik imkânı istismar etmiştir.
Şüphe yok ki, Baro Başkanı Danıştay’ın kuruluş yıldönümünün anlam ve önemine uygun hareket etmemiş, bir saate varan konuşmasıyla sabırları zorlamıştır.
Bu çok açık bir gerçektir.
Yüksek yargı organlarının özel ve kutlama günleri siyasete ayar verilecek ucuz yerler değildir ve böyle de görülmemelidir.
Her önüne gelen siyasi terziliğe soyunamaz, işgal ettiği kürsüyü fırsat bilerek polemik yapamaz, yapmamalıdır.
Bu itibarla Baro Başkanı’nın ucu açık, her konuya girip çıkan konuşması alenen kışkırtıcıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin 52. Kuruluş Yıldönümünde eleştiri yağmuruna tutulan ve bundan dolayı zorda kalan Başbakan, yeni bir yarma harekâtına sessiz kalamamış, Barolar Birliği Başkanı’nın gollük pasını kendince iyi değerlendirmiştir.
Baro Başkanı’nın konuşmasında sıra Cumhurbaşkanlığına gelince Başbakan Erdoğan birden bire parlamış ve oturduğu yerden kürsüdeki konuşmacıya müdahale etmiştir.
Başbakan Erdoğan öfke patlaması yaşamış, neredeyse Barolar Birliği Başkanı’nın üzerine yürümek için yerinde kalkmaya bile teşebbüs etmiştir.
Pek tabii olarak, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nda zedelenen itibarını, yara alan prestijini tekrar kazanmak için sözüm ona kavga moduna geçmiştir.
Barolar Birliği Başkanı’nın kendini beğenmiş tarzı, provakatif ve her satırı siyaset kokan açıklamaları Başbakan’ı tahrik etmiş ve kızdırmıştır.
Kısaca söylemek gerekirse, Baro Başkanı çalmış, Başbakan oynamıştır.
Danıştay’da herkes rolünün icabını yapmış, mayasının ve mizacının gereğini yerine getirmiştir.
Başbakan’ın Baro Başkanı’nın konuşmasının son anlarında müdahil olarak ortalığı velveleye vermesi, önceden ayarlanmış, önceden çalışılmış ve önceden ana hatları çizilmiş kof ve bayat bir oyunun sahnelenmesinden başka bir şey değildir.
Ne var ki Başbakan’ı siyaseten tahkim eden karşılıklı laf yarışı devletin saygınlığına gölge düşürmüştür.
Gerçi biz Başbakan’ın ne kadar tahammülsüz birisi olduğunu çok iyi biliyoruz.
Başkalarına edep uyarısı yaparken, kendisinin edeple yollarını nasıl ayırdığını da değişik bahanelerle gördük, görüyoruz.
Danıştay’daki dramatik tören, ister mizansen, ister kurgu, ister proje, isterse de anlık gelişen bir olay olsun, kesinlikle skandaldır, kesinlikle sokak jargonuyla söz kesenlerin ayıbıdır.
Normal şartlarda, Başbakan konuşmacıyı sağduyu ve olgunlukla dinlemesi gerekirdi.
Katılmadığı, onaylamadığı, doğru bulmadığı, ağrına giden herhangi bir taraf varsa, ya bunu konuşmacı kürsüden indikten sonra direk kendisine söylemeli ya da yalaka medya vasıtasıyla iletmeliydi.
Ne var ki Başbakan oturduğu yerden şeklen öfkelenmiş ve yüzü kıpkırmızı kesilerek gündemi lehine çevirmek istemiştir.
Şayet Başbakan katıldığı toplantılardaki konuşmacılara artık doğrudan müdahale edecek bir psikolojiye sahipse, tavsiyemiz, sinirlerini kontrol ettirmesi, mümkünse de istirahate çekilmesidir.
Başbakan yakında Meclis Grup salonlarını basmaya kadar işi götürürse kimse şaşırmamalıdır.
Alo Fatih, Alo Mustafa, Alo Nermin hatlarıyla ile bunu zaten bir nebze yapmıştır.
Başbakan etrafına sataşmayı alışkanlık haline getirmesi kendisine zarar verecektir.
Başbakan’ın neye ve kime hizmet ettiği muamma olan Baro Başkanı’nın sözlerini bu kadar ciddiye alması, danışıklı dövüş şeklinde hazırlandığı belli olan kavga sahnelerinin foyasını açığa çıkarmıştır.
Bizi daha da düşündüren Başbakan’ın Danıştay Salonu’nda devlet erkanını oyuncağa çevirmesidir.
Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu bir salon ve ortamda, protokol kurallarının uygulanış şekli bellidir.
Herhangi bir toplantı veya törenin evsahibi kim ya da hangi kurum olursa olsun, eğer Cumhurbaşkanı orada hazırsa herkes buna uygun hareket ve riayet etmekle mükelleftir.
Cumhurbaşkanı, bulunduğu salonu terk etmeden devlet ve siyaset adamlarının kalkıp gitmeleri terbiyesiz eksikliğidir.
Başbakan’ın düzmece kavga sahnesinde, ayağa kalkarak başta Sayın Gül’e el hareketleriyle dışarıya davet etmesi büyük bir nezaketsizliktir.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu duruma düşmesi de ayrıca talihsizliktir.
Başbakan Erdoğan herkesi “patron benim, benim dediğim olur” ima ve dayatmasıyla hizaya sokmuştur.
Bu Türk devlet geleneğinin inkârıdır.
Sayın Gül’ün ve Sayın Genelkurmay Başkanı’nın, Başbakan’ın ardı sıra çıkıp gitmeleri kendileri adına hüsran ve utanç vericidir.
Başbakan Erdoğan’ın arkasına bakmadan, hiçbir saygı kuralı gözetmeden tepkisini dışa vurarak yürüyüp gitmesi bir defa Sayın Gül’e ve salondaki muhterem dinleyicilere aşırı ölçüde kabalıktır.
Danıştay’daki kördövüş devlet ciddiyetini, devlet adamlığını buharlaştırmıştır.
Başbakan’ın, devleti Hababam Sınıfına çevirmeye ne hakkı vardır?
Başbakan madem Barolar Birliği Başkanıyla lafta sürtüşmüş, madem konu Cumhurbaşkanlığı’na gelince nevri dönmüştür, o halde Sayın Gül niçin böylesi bir maskaralığa ortak olmuştur?
Böylesi bir traji komik bir tiyatroda Sayın Cumhurbaşkanı’nın ne işi vardır?
Cumhurbaşkanlığı her rüzgara yelken açacak, her akıntıya kapılacak, her maskaralığa göz yumacak bir görev midir?
Cumhurbaşkanlığı; onun bunun arkasından sürüklenecek kadar işlevsiz, etkisiz ve edilgen bir makam mıdır?
Başbakan Erdoğan ali kıran baş kesen, onu takip edenler de seve seve baş vermeye hazır iradeleri tutsak edilmiş zavallı bir güruh mudur?
Başbakan Erdoğan ve yandaş zümre Danıştay’daki hadiseyi fırsat bilmiş ve her yönüyle siyasete malzeme yapmıştır.
Havuz medyası hep bir ağızdan manşetlerini Danıştay vakasıyla süslemiştir.
Başbakan’la Baro Başkanı arasındaki mizansenin bir gün sonrasında, AKP borazanlığı görevini hevesle sürdüren bazı gazetelerin şu başlıklarına çok dikkat ediniz:
√ Sabah Gazetesi; “Van Minute.”
√ Posta Gazetesi; “Van Minute.”
√ Vatan Gazetesi; “Van Minute.”
√ Haber Türk Gazetesi; “Danıştay’da Van Minute.”
√ Akşam Gazetesi; “Cüppeli Siyasete Van Minute.”
√ Türkiye Gazetesi; “Her Darbede Yargı Başrolde.”
√ Star Gazetesi; “Paralelle İş Tutan Milletle Buluşamaz.”
√ Takvim Gazetesi; “Cübbeli Vaiz.”
√ Yeni Şafak Gazetesi; “Edepsizlik.”
√ Güneş Gazetesi; “Edepsizlik.”
√ Yeni Akit Gazetesi; “Hem Edepsiz, Hem Yalancı.”
Değerli Arkadaşlarım,
Danıştay’daki rezilliğe van minute diyebilmek için insanın zihinsel özrü olması yeterlidir.
Görüyorsunuz, 30 Ocak 2009’da Davos’taki sahtekârlığın bir benzeri 10 Mayıs 2014 tarihinde tekrarlanmak istenmiştir.
Çünkü Başbakan’ın buna ihtiyacı vardır.
Yıllardan beri Davos’taki mizahı kullanmış, bundan geçinmiştir.
Fakat ortada bir sorun vardır.
O da şudur: Barolar Birliği Başkanı Şimon Peres, Barolar Birliği de İsrail değildir.
Küstah ve köhnemiş yandaşlar yeni bir van minute serüveni için emir alsalar da buna inanacak kimseler kalmamıştır.
Başbakan’ın işi gücü yalan ve riyadır.
Cumhurbaşkanı olmak için her düzeneğin, her kumpasın mimarı olmaya taliptir.
Sanki Türk milleti Başbakan’ın tebaasıdır.
Sanki Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ın babasından kalma çiftliğidir.
Sanki Türk vatanı Başbakan’ın kupon arazisidir.
Güya Başbakan haksızlıklara itiraz ediyormuş.
Güya Başbakan edepsizliklere dayanamıyormuş.
Aşırı tepkisinin altında da bu özellikleri yatıyormuş.
Bunların hepsi boş laf, bunların tamamı palavradır.
Başbakan Erdoğan haksızlık yapan birisini arıyorsa içtiği sudan yansıyan simaya bakmalıdır.
Cumhurbaşkanı olamayacağını şimdiden gören bu şahıs gittikçe çirkefleştiğinin farkına varmalıdır.
Çok cepheli sürdürdüğü husumet mücadelesini her geçen gün derinleştirmekte ve genişletmektedir.
Başbakan ister Anayasa Mahkemesi’nde bardak gibi dolsun, ister Danıştay’da eften püften şekilde boşalsın; isterse de Dolmabahçe’de avucuna aldıklarıyla orta oyununda figüran olsun, Cumhurbaşkanlığı kendisine on gömlek bol gelecektir.
Sayın Başbakan artık çırpınma, uğraşma, tezgâhlarınla bu milleti yorma.
Yalvarsan da, yakarsan da, kızsan da, köpürsen de, değil ikincisini yüz kere van minute parodisi yazsan da senden bir yol olmaz, Cumhurbaşkanlığı görevi sana düşmez.
Muhterem Arkadaşlarım,
29 Ekim 1923’den bu tarafa 19 kez Cumhurbaşkanı Seçimi yapılmıştır.
1923-1961 yılları arasında yapılan 12 Cumhurbaşkanı Seçimi’nde tek aday çıkmış, bu seçimler ilk turda tamamlanmıştır.
1966’dan itibaren yapılan ve 2007’ye kadarki seçim dönemlerinde ise birden fazla aday çıkmıştır.
Halkoylamasıyla seçilen 7. Cumhurbaşkanı dışında, tüm Cumhurbaşkanları TBMM tarafından belirlenmiştir.
Cumhurbaşkanı Seçimleri her zaman tartışmalı, hararetli ve gerilimli geçmiştir.
Özellikle 12 Eylül 1980 öncesi bu konuda en uç ve marjinal örneklerin yaşandığı bir dönemdir.
23 Mart 1980’den 11 Eylül 1980’e kadar geçen 5 ay 17 günlük sürede 114 tura rağmen Cumhurbaşkanı seçilememiş, sonuçta Meclis’in meşruiyeti sorgulanır hale gelmiştir.
Cumhurbaşkanlığı kimsenin tapulu malı değildir.
Cumhurbaşkanlığı hiçbir ideolojinin, hiçbir zümrenin, hiçbir çıkar grubunun emanet ve emrinde de olamaz, olmamalıdır.
Bu yüksek makam milletimizin tertemiz sinesinin en canlı timsali, en hayati temsil merciidir.
Aynı zamanda Türk milletinin asırlar süren varlık mücadelesinin süzülmüş, damıtılmış ve belirli kurallara dökülmüş halidir.
Çankaya; ümitlerimizi boğan felaketlerden sonra Aziz Atatürk’ün millet iradesiyle açtığı zafer sayfalarının sonuç kısmıdır.
Birlik ve beraberliğimizin simgesi, milletçe sahip olduğumuz ülkülerin taşıyıcısıdır.
Bugüne kadar Çankaya’ya çıkan 11 Cumhurbaşkanı’nın görevlerini layıkıyla yapıp yapmadığı konusunu tahlil ve tefekkür etmek şu an için yapacağımız bir şey değildir.
Kaldı ki bu başka bir tartışma ve gündem konusudur.
Tarih ve tarihçilerimiz bu çerçevede gerekli ve doyurucu cevabı mutlaka verecektir.
Önemli olan dünden çıkardığımız sonuçlarla geleceğe bakmaktır.
Cumhurbaşkanı Türk milletinin vicdanı, Türk devletinin ana karargâhıdır.
Cumhurbaşkanı herkesin, yani Cumhurun başıdır.
Doğal olarak bu kutlu mevkii, bütün Türk vatandaşlarının aynası ve çatısıdır.
Çankaya’da ayrımcılık, önyargı, sübjektif bakış, siyasi tarafgirlik, etnik ve mezhep yandaşlığı olamayacaktır.
Türkiye’nin tüm güzellikleri, milletimizin tüm değerleri, geçmişten geleceğe tüm arzularımız Cumhurbaşkanı’nın şahsında toplanmalı ve kaynaşmalıdır.
Kökeni, yöresi, anasının dili ne olursa olsun, Türk milletine mensubiyetten onur duyan, şanlı bayrağımızın altında yaşamaktan iftihar eden, aynı vatanda nefes almaktan gururlanan herkesin, her kardeşimin sözcüsü Cumhurbaşkanı’dır.
Cumhurbaşkanı azaltan değil çoğaltandır.
Cumhurbaşkanı bölen değil bütünleştirendir.
Cumhurbaşkanı ayıran değil kucaklayandır ve böyle olmalıdır.
Cumhurbaşkanı bir bölgenin, bir kesimin, bir yüzdenin, bir kitlenin değil, ezcümle Türk milletinin tamamının hak ve hukukuyla anlam bulandır, bulmaya zorunlu olandır.
Hakkâri Yüksekova’da yaşayan Kürt kökenli kardeşlerimizle İstanbul Bayrampaşa’da yaşayan Boşnak kökenli vatandaşlarımızın ortak paydası, ortak çatısı, ortak gayesi Cumhurbaşkanı’dır.
Cumhurbaşkanlığı Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki Mehmet’in hayalleriyle İzmir’in Karşıyaka ilçesinde ikamet eden Ahmet’in hedeflerini buluşturan, birlik ve dirliği sağlamlaştıran tarihi bir vazifedir.
Cumhurbaşkanı Türk vatanı üzerindeki manevi el, manevi güvencedir.
Türk milletinin en saf, en temiz, en doğal, en halisane hasletlerinin billurlaşması gereken şahıstır.
Gazi Mustafa Kemal’in, 1 Kasım 1927’de ikinci kez Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yaptığı konuşmasında; “Cumhurbaşkanlığı; Türk milletinin fazilet, doğruluk ve isabet niteliklerini gösterir”sözleri de buna atıftır.
Biz bu duygu ve düşüncelerle Cumhurbaşkanı milli iradenin ortak çatısı, ortak yüzü, ortak refleksi olsun dedik.
Milletimize bu öneriyi getirdik.
Milliyetçi olsun, muhafazakâr olsun, manevi değerlere sahip olsun, laik olsun, demokrat olsun diyerek ortak çatı adayının hangi kriterlere haiz olacağını söyledik.
Herkesin benimseyeceği, ‘işte aradığım bu’ diyebileceği bir Cumhurbaşkanı modelinin tercümanı olduk ve bunu da ortak çatı ifadesiyle kavramsallaştırdık.
Hamd olsun bu teklifimiz büyük ölçüde makul bulunmuş ve ilgi görmüştür.
Milletimiz ortak çatıdan düşüncesinden fazlasıyla umutlanmıştır.
Ortak çatı adayı, toplumun her kesimine hitap edendir.
Ortak çatı adayı, milletimizi tümüyle kavrayandır.
Ortak çatı adayı, herkesi bağrına basan ve ruhunda eritendir.
Bizim ortak çatı önermemiz; ‘herkes eşittir Türkiye’ inanç ve kararlılığına dayanmaktadır.
Fakat hala ortak çatı teklifimizi anlamlandırma zorlukları çekenler vardır.
Şunları açık açık söylemeliyim ki;
Bizim çağrımız Kandil’le iş tutanlara değildir.
Bizim çağrımız İmralı’da nöbet bekleyenlere değildir.
Bizim çağrımız BOP’a kulluk yapan meymenetsizlere değildir.
Bizim çağrımız PKK’ya teslim olan buruşmuş zihinlere değildir.
Bizim çağrımız bölücülüğe demir atan hainlere değildir.
Bizim çağrımız millet aleyhine sefil ve fena emellere sahip olan kötülere değildir.
Bizim çağrımız rüşvete ve yolsuzluğa peştamal bağlayan mükerrere bağlamış hırsızlara değildir.
Bizim çağrımız büyük Türk milletinin bizatihi kendisine, bizatihi ruhunadır.
Teklifimizin kaynağı tarihtir.
Teklifimizin sütunları kardeşliktir.
Teklifimizin özü milli ve manevi değerlerdir.
Ortak çatının ana ve vazgeçilmez ilkesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığında anlam bulmuş topyekûn herkesin birlik ve dayanışma duygusudur.
Kuruluş ilkelerinin devamlılığı için ortak çatı şarttır.
Türkiye’nin yeniden ayağa kalkması için ortak çatı cankurtarandır.
Kimin hangi partiye oy verdiği önemli değildir.
Kimin hangi siyasi aidiyete sahip olduğu mesele değildir.
Önemli olan millet için, devlet için, vatan için, bayrak için, gelecek için bir araya gelebilmek, Türkiye’nin kurtuluşunda pay sahibi olabilmektir.
Allah’ın izni ve rızasıyla, Türk milleti asgari müştereklerinden ödün vermediği müddetçe belirlenecek ortak çatı adayı Çankaya’nın 12. değerli ismi olacaktır.
İşte bizim hedefimiz bunu tesis etmeye yöneliktir.
Bu, partiler üstü bir amaçtır.
Bu, siyasi angajmanlar dışı bir çabanın mahsulü olacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak buna canı gönülden inanıyor ve aziz milletimize samimiyetle güveniyoruz.
Değerli Arkadaşlarım,
Ortak çatı adayı, partiler arasında bir ittifakın değil, milletin kabul ve iradesiyle oluşacaktır.
Blok siyaseti yapanlar, cepheleşme üzerine geleceklerini feda edenler kuşkusuz bizim önerimizi çarpıtmakla meşguldür.
Ortak çatı formülü toplumsal ve siyasal tüm aktörlerden mülhemdir.
Teklifimiz AKP’ye oy veren kardeşlerimizedir.
Teklifimiz CHP’ye oy vermiş kardeşlerimizedir.
Teklifimiz Demokrat Partisi’nden Saadet Partisi’ne, Büyük Birlik Partisi’nden diğer siyasi partilere oy ve gönül vermiş kardeşlerimizi kapsamaktadır.
Biz, tavanda değil, tabanda mutabakat sağlamayı öneriyoruz.
Biz, partilerin değil, Türk milletinin güç birliği sağlamasını umuyoruz.
Ortak çatı adayı fikrimiz kamuoyunda konuşulmaya başlandığı andan itibaren Başbakan Erdoğan ve ısmarlama kalem sahibi uyduları panik içinde karalama kampanyası başlattılar.
Dört bir koldan çamur attılar, alaya aldılar, akıllarınca sulandırmaya çalıştılar.
Özetle tam bir haftadır;
“Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı ortak paydası dışında hiçbir karşılığı yok”, dediler.
“Siyasi anlam taşımıyor, sığ ve siyasetsizliğin eseri”, dediler.
“Çatı aday girişimini yadırgadım”, dediler.
“Çatı adaya dokuz maddelik itiraz getirdiler.”
“Üçgen pazarı” diyerek manşet attılar.
“Siyasi mühendislik ve yeni blok inşası paradokstur” diye yorumladılar.
“MHP ile CHP’yi yakınlaştırma sürecinde yeni bir merhale” dediler.
“Teoride doğru, pratikte zor” dediler.
“Fantastik ve siyasi fantezi ürünü” diyerek yaftaladılar.
“Geometrik hesap” dediler.
“Çankaya’nın çatısını çökertecek aday” dediler.
“Siyasetin geometriyle ilişkisini kurmak fantastik bir fikir, üçgen devlet iktidarını temsil ediyor”, dediler.
Elbette yazılan ve söylenenler bunlarla sınırlı değildir.
Ağzı olan konuşmuş, karanlıktan aydınlığı taşa tutmuştur.
Teklifimiz ABD menşeli olmadığı için aradıklarını bulamayanlar kendilerini hemen ele vermişler, yabancı hayranlığından kurumuş koruluğa dönenler deşifre olmuştur.
Türkiye’nin seçmen profilini baz alarak bütünleyici, kucaklayıcı ve siyasi krizlerden medet ummayan bir aday düşüncemiz birilerini kıvrandırmıştır.
Bunların yüreklerine adeta ateş düşmüş, sakinleşmeleri için de saldırmaları gerekmiştir.
Yandaş kalemler harıl harıl fitne taşları döşerken, Başbakan ve tetikçi sözcüleri hemen durumdan vazife çıkarmışlardır.
Çizdiğimiz üçgenleri anlamayan taş kafalar bizi Pisagor’a benzetmiş, cebirden geometriye geçtiğimizi iddia etmişlerdir.
Allah korusun, fiziken Ankara’da, aklen ve kalben Kandil’deki inlerde yaşayan siyasi mevtaların bizim önerilerimize katılmaları yanlışa düştüğümüzün en bariz kanıtı olacaktır.
Ayrıca Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz hafta sonunda, partisinin Afyonkarahisar'daki 22. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nın açılış ve kapanış konuşmalarında bizim ortak çatı değerlendirmemizi diline dolamış, aklınca sulandırmaya kalkışmıştır.
İlk olarak, açılış konuşmasında şunları söylemiştir:
“Şimdi cebirden ümidi kestiler, kendilerini geometriye vermişler. Üçgenler çiziyorlar, iç açılarını, dış açılarını topluyorlar, cetvel, pergel, gönye, sanki cumhurbaşkanlığı seçimine değil de LYS imtihanına hazırlanıyorlar.”
İkinci olarak kapanış konuşmasında aynen şöyle demiştir:
“Şimdi birileri de çıkmış 'Çatı aday bulacağız' diyorlar. 30 Mart’ta milletin estirdiği rüzgar bunların çatılarını uçurdu. Bunların üstlerinde çatı falan yok. Şimdi yeni çatı kurmaya çalışıyorlar.”
Doğrudur, biz Başbakan’a cebiri zor da olsa öğretmiş ve bu konuda ufkunu açmıştık.
Öyle ki Başbakan fazla havaya girmiş, 61 hesabını güç bela bulmuş ve bundan da siyasi kerametler çıkarmıştı.
Fakat Başbakan geometri konusunda bize haksızlık yapmaktadır.
Biraz düşünürse geometrik şekillerde kimin usta ve önde olduğunu fazla ipucuna gerek kalmadan çıkaracaktır.
Başbakan Erdoğan cetvelden, gönyeden, pergelden yardım almadan şaheser çizimlere imza atmıştır.
Mesela yamuk çizmiş, kendisini ve yanındaki hırsızların alayını yamultarak içine tıkıştırmıştır.
Dikdörtgen görünümlü ayakkabı kutularına para yığmıştır.
Paralel çizgiden paralel örgüt çıkarmıştır.
Kare şeklindeki odalara soygundan elde ettiği paraları koymuştur.
Daire çizmiş, karakterindeki köşeleri yuvarlaklaştırmıştır.
Evet, doğrudur, biz üçgen çizdik ortak çatı adayı teklif ettik; fakat Başbakan yıllardan beri küp üstüne küp çizmiş ve içlerini haram parayla tıka basa doldurmuştur.
Götürmenin, yürütmenin, aşırmanın geometrik şekillerinde ekol ve okul olmuş, ünü sınırlardan taşmıştır.
Başbakan Erdoğan çatı adayını merakla beklediğini, taşıma suyla çatı kurulamayacağını da söylemektedir.
Sayın Başbakan merakını yakında gidereceğiz ve gün gelecek saklandığın, sıkıştığın 17-25 şifreli küplerden seni çıkartarak inşallah adalete teslim edeceğiz.
Muhterem Arkadaşlarım,
10-11 Mayıs 2014 tarihlerinde Diyarbakır’da İslam adına, millet adına kapkara günler yaşanmıştır.
İmralı canisinin direktifleriyle, ülke içinden ve dışından yaklaşık 350 bölücünün iştirakiyle sözde Kürdistan Demokratik İslam Kongresi toplanmıştır.
Başbakan Erdoğan ve hükümeti, PKK’ların dinimizi istismar konusu yapmasına zemin açmış, bebek katilinin arkasında durmuştur.
Artık ihanet sistematik hal almış, tur üstüne tur bindirmiştir.
İmralı canisinin Diyarbakır’daki kongreye gönderdiği mesajı hükümet tarafından yerine ulaştırılmış ve siyasi bölücüler tarafından okunmuştur.
Bu konu çok mühimdir. En az teröristlerin silahlı eylemi kadar vahimdir.
Zannederseniz ki, İmralı’daki cani hidayete ermiş ve ‘mümin kardeşlerim’ diyerek mesajlarını kaleme almıştır.
Başbakan, Nijerya’da 200’ü aşkın kız çocuğunu din adına kaçıran Boko Haram örgütünün neredeyse Türkiye şubesini açmak için kolları sıvamıştır.
Yine Başbakan, yüce dinimizi siyasi çıkarları uğruna bozguncuların eline rehin verecek kadar ve çarçur edilmesine göz yumacak kadar alçalmıştır.
Başbakan Erdoğan fiilen başkan olabilmek için her değerimizi pazara çıkarmış, manevi duyguları hiç gocunmadan siyasileştirmiş ve bölücülüğe rehin bırakmıştır.
Özerkliğe sıcak bakması, İmralı canisiyle örgütü arasında kuryelik yapmaya soyunması başka türlü izah edilemeyecektir.
İmralı canisi mesajında, “İslam diyarların genelinde olduğu gibi, Kürdistan’da sürekli yeni bir İslami kurumlaşmaya şiddetle ihtiyaç var” demiştir.
Canibaşı, “İngiliz İmparatorluğu İslam ümmetini parçalamak için ulus devletçiliği onun başat ideolojisi milliyetçiliği çok bilinçli olarak İslam ümmetinin bağrına, beynine ve rahmine yerleştirmiştir” diyerek milliyetçiliği şerefsizce mikroba benzetmiştir.
1919’lu yıllarda yabancı ajanların vatan topraklarında, sahte alim ve sömürgeciliğin kuklası olmuş şeyhlerle kurduğu taviz ve ihanet denkleminin bir yenisi, Başbakan ve İmralı canisi arasındaki yakınlıkla tesis edilmiştir.
Başbakan Erdoğan kendisinin siyasi dengelerden dolayı bir türlü söyleyemediği aşağılık sözleri İmralı canisi kanalıyla Kürt kökenli kardeşlerimize duyurmaktadır.
Böylelikle içi ferahlamakta, bir taşla iki kuş vurduğunu sanmaktadır.
Nifak yuvası Kongre’nin 15 maddelik sonuç bildirgesi başlı başına hıyanet, başlı başına melanettir.
Başbakan’ın Zerdüşt diyerek mimlediği İmralı canisi ve çetesiyle el birliği yapması ve kutlu dinimizi bölücülüğün hedefleri için kullanması Türk milleti tarafından asla bağışlanmayacaktır.
Biz de bunu unutmayacağız.
Başbakan’ın önce Cumhurbaşkanı, arkasından da fiilen başkan olabilmek adına PKK’nın kanlı namlusundan medet ummasına ve münafıkça yaptığı manevralarına milletimiz kanmayacaktır.
İnanıyorum ki, Türk milleti İmralı canisiyle beraber sözde Kürdistan Demokratik İslam Kongresi’nin düzenlenmesine katkı veren 17-25 Recep Tayyip Erdoğan Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı yapmayacaktır.
Değerli Milletvekilleri,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1974’deki Kıbrıs Harekâtı için Türkiye’yi 90 milyon Euro’luk tazminatı üç ay içinde Rum yönetimine ödemeye mahkûm etmiştir.
Bu şekilde 40 yıl önceki Kıbrıs çıkarmasının intikamı alınmak istenmiştir.
Bu kararı kınıyor, Başbakan ve hükümetinden Kıbrıs Türklüğü’nün varlık ve birlik mücadelesine tereddütlü ve gevşek durmamasını bekliyorum.
Başbakan’dan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararını reddederek aynen iade etmesini millet nam ve hesabına istiyor ve bunun da takipçisi olacağımızı tüm taraflara bildiriyorum.
Kıbrıs Türklüğü’nün haklı davası için gerekirse 1974 ruhunun tekrar dirileceğini herkese ikazen ilan ediyorum.
Konuşmama son verirken, dünyanın en köklü ve en zengin dillerinden birisi olan Türkçe’mizin, Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından tam 737 yıl önce bugün, ilk kez resmi dil olarak kabul edilişinin yıldönümünü hayırla yad ediyorum.
Ayrıca Özürlüler Haftası münasebetiyle, tüm özürlü kardeşlerimizi sevgi ve hürmetle selamlıyor, her daim destekçileri olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sağ olun, var olun. |