Sabahın 8’inde kızlı erkekli 6-7 kişilik bir grup ellerinde bira şişeleri ile oturmuşlar Taksim’in göbeğine kahvaltı yapıyorlar. Biraz dikkatlice baktığımda su yudumladıklarını ara sırada zeytin ve peynirden atışdırdıklarını gördüm. Gezi parkına çıkan merdivenlerin üst kısmında ise şemsiye altında oturan çevik kuvvet ekipleri.
Grup akşamdan kalsa, zil zurna sarhoş olur ayakta durmakta zorlanırlardı. Ama kafalar kıyak değil, çünkü çok rahat konuşuyorlar ara sırada kalkıp etrafı dolaşıyorlar.
Sarhoş olmadıklarına kanaat getirdikten sonra, dayanamayıp sordum; Gezi eylemlerindeki amacınız nedir?
El cevap, hangi gazetedensin, yandaş mı candaş mı yoksa gardaş medyadan mı?
“Yandaş yada Candaş olmadığım gibi sizin gardaş dediğiniz yoldaş medyadan da değilim…. Ben fotoğraf çeker yorumlarım….” dedim.
“Nereden olursan ol ama beni dışlama, kendine benzetmeye kalkma”…diyerek söze başlayan genç adeta zembereği boşanmış saat gibi…
“Sanki herkes Erdoğan iktidarının çıkardığı yasaları, kitabına uydurulan uygulamaları ve hayat tarzını sevmek zorunda!
Sanki herkes hukukun ve adaletin üstünlüğünü değil, iktidar erkinin yani güçlülerin hukukunu kabullenmek zorunda!
Sanki herkes Erdoğan’ın buyurgan emrivaki tutumlarına boyun eğmek mecburiyetinde!.
Sanki herkes Erdoğan gibi düşünmek Onun gibi konuşmak ve Onun gibi yaşamak zorunda!.
Sanki herkes medyanın koro halinde yayınladığı 7 gün 24 saat Erdoğan’ın demeçlerini ve sadece AKP-PKK yorumcularını dinlemek zorunda!.
Sanki herkes geçmişte konuştuğunu bugün yalanlayan, dün söylediğinin bugün tersini yapan başbakanı her durumda alkışlamak zorunda!.
Ben kendimi bildim bileli varsa yoksa hep Erdoğan, hep toz pembe haberler, Hep Erdoğan’ın ayrımcı, dışlayıcı ve itici sözleri” Diye konuşmasını sürdürürken “anlaşıldı” diye başımı sallıyorum.
Araya kız girip “O dünyaları ben yarattım külhanbeyi havasıyla Kasımpaşalı raconu kesen, Kasımpaşalılığı ile övünen Tayyip Erdoğan, ‘Ayaklar ne zaman baş oldu?’ diye soruyor.
Kendi partilerinden bazıları dahil cümle âlem ‘polis şiddeti’ni eleştirirken, Erdoğan’la sözcülerinin ağzından polisin kahramanlığı, hatta rejim kurtarıcı demokratlığı hiç düşmüyor.
İktidar şımarıklığı, tek adamlık ruhu, kin ve kibrinden kaynaklanan üslup, Öylesine bir dil, öylesine bir söylem ki, demokrasi ve hukukla hiç bağdaşmayan iktidar pervasızlığının tüm belirtileri başbakanda.
Öylesine despot bir dil, öylesine tepeden inme bir anlayış ki, sanki tüm doğrular Erdoğan’la sözcülerinin tekelinde.
Başbakan, öylesine bölücü, öylesine sert sözler ve öylesine ötekileştirici ifadeler kullanıyor ki, biz ve onlar diye bütün toplumu keskin biçimde cepheleştiriyor.
Başbakan demokrasi ve insan haklarını öne alan bir yönetimin değil, biat eden bir medya, emir alan bir yargı ve kendisine ram olan bir tebaa oluşturmanın peşinde…
‘Aman içinde Başbakan’ı kızdıracak, üzecek bir şeyler olmasın’ diyen bir medya ile demokratik ortam oluşur mu?
Yarı biatkar medyaya bile “Batsın senin gazeteciliğin!” diyen zihniyetle ileri demokrasi olur mu?
O bizi ‘komploculuk’la, ‘hainlik’le, hatta ‘darbe tertipçiliği’yle suçlamakta. Ama biz, Erdoğan’ın baskıcı ve ötekileştirici sözleri ile tarihi husumetleri günümüze taşımasını kabullenmediğimiz için buradayız.
İşin aslı kültür ve anlayış farkı var. Kendisi muhafazakar olabilir, ama ben değilim. Kendisi ABD ve AB dayatmalarına boyun eğebilir ama biz eğmeyiz.”
Bizi anlayıp dinlemek yerine, can havliyle komplo teorilerine sarılması, yerli-yabancı lobilerin, ülkemize kastetmiş Batılı ülkelerin ve karanlık mihrakların piyonu gibi suçlaması… özgürlüklerin, farklılıkların damgasını vurduğu çoğulcu düzenin değil, baskın anlayışın düzenidir.
Askeri Vesayet Rejimi'ne son vermekle öğünen başbakan, toplumun her katmanına kendi vesayetini kabullendirmenin telaşında. Bu dikta anlayışa benden koskocaman bir hayır.” Diye sözlerini devam etmek isteyen kıza: “anlaşıldı anlaşıldı”, diyerek ayrılıyorum aralarından.
İktidar süresi uzadıkça devletin güç kullanma eğilimi, muhaliflerin de direnç ve tepki gösterme eğilimi gitgide artacağı gerçeğinden hareket edildiğinde AKP, önümüzdeki seçimlerde yeniden tek başına iktidar gelecek çoğunlukta oy alırsa Türkiye büyük olaylara gebe.
AKP’nin tekrar iktidarı halinde toplumun “yönetilebilir”, demokratik kurumların da “yönetebilir” olmaktan çıkma ihtimali tehlikesi unutulmamalı.
Bölgemizdeki kaos ve katliamların içimize sirayet etmesi istenmiyorsa vatandaş Erdoğan hükümetini dinlendirmeli.
Bugünkü siyasi tabloda İktidar ve halk hareketleri arasında “beyaz” ile “siyah” kadar kültürel bir uçurum var. Daha açık bir ifade ile, 30 yıldır süregelen etnik terör belasına birde mezhebi kamplaşma ve çatışma riski eklenirse, hiç kimse rahat yaşayamaz.
Türkiye’nin muhafazakar, milliyetçi ve demokratik siyasi anlayış ve yönelişlerine göre CHP’den iktidara alternatif olma ihtimali yok.
O halde hem muhafazakar, milliyetçi tabanın hemde sosyal demokrat ve ulusalcı tabanın kabul edebileceği bir yol bulunmalı
Görünürde bu yol Milliyetçi hareket partisine çıkıyor. Ancak MHP kendisini biraz daha aktifleştirip merkez hareketini genişletmeli.
Türkiye’nin ihtiyacı kamplaşma ve kültürler arası hesaplaşma değil, “Ne yandaşız ne yoldaş, yolumuz hak ve hakikat yoludur arkadaş” diyebilecek kadroların iktidarıdır.
|