Bahçeli “Bu zihniyete göre önemli olan bakan çocuklarının çalıntı paralarla geleceklerinin garantiye alınmasıdır. Önemli olan Bilal’in Karun kadar zenginleşmesi, soygunlarla küpünü taşırması ve Bilo Ağa seviyesine terfi etmesidir. İşsizler feryat ediyormuş, gençler sızlanıyormuş, hayat pahalılığı engel tanımıyormuş, vatandaşlarımızın borcu gırtlağı aşıyormuş hiç kıymeti harbiyesi yoktur. Ve bunlar Başbakan’ın umurunda değildir” dedi.
İşte Bahçeli’nin konuşmaları…
Değerli Milletvekilleri,
Saygıdeğer Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Haftalık olağan Meclis Grup toplantımızın başında sizleri sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Toplumsal huzurumuzun dört bir koldan saldırıya uğradığı, bunalım ve buhran sürecinin otomatiğe bağladığı bir ülke manzarasını tüm boyutlarıyla yaşıyoruz.
Türkiye’nin gittikçe kökleşen, günden güne dallanıp budaklanan bir yolsuzluk dalgası ve rüşvet sarmalıyla yüz yüze kaldığını içimiz acıyarak görüyor ve tanık oluyoruz.
Ahlaktaki erozyon, hukuktaki aşınmalar, ekonomideki kayıplar, refah ve istikrardaki kaçaklar, insaf ve vicdandaki kurumalar bıçak sırtında bulunan ülkemizin halini özetlemektedir.
Şu da var ki, milletimiz uzun yıllardır maruz kaldığı ekonomik darboğazla apansız mücadelesini yorgun argın sürdürmektedir.
İnsanımızın gerçek gündemi, somut ve belirgin ihtiyacı ekonomi odaklıdır.
Fakat AKP hükümeti bambaşka telden çalmakta, abuk sabuk işlerle oyalanmaktadır.
Türk milleti ekonomik zulmün pençesindedir.
Yokluk, yoksulluk ve yozlaşma önüne ne geldiyse yutmaktadır.
Emeklimiz perişandır ve kıt kanaat geçinmektedir.
Esnafımız şikâyetçidir ve borçları sınırı aşmıştır.
Memurumuz çok katmanlı dert küpüdür, çoluğunun çocuğunun nafakasını temin edememektedir.
İşçimiz ümitsizdir ve tezgâhında eziyet görmektedir.
Çiftçimiz derseniz, o hepten sıkıntılıdır.
Doyurucu olmayan yağışlardan dolayı kuraklık zilleri çalmaya başlamıştır.
Bu nedenle, tüm umudunu harmana bağlayan kardeşlerim şimdiden üzgün, bezgin ve kaygı içindedir.
Milyonlarca vatandaşımız deyim yerindeyse, kazanda pişirip kapağında yemektedir.
Üretmeyen, devamlı tüketen, ithalata kapılanan ve miras yiyen mevcut ekonomik sistemle ayakta kalmak, mali bağımsızlığımızın yanında siyasi bağımsızlığımızı korumak mümkün değildir.
Başbakan ve hükümeti başaramamış, ekonomide iflas bayrağını dünden çekmiştir.
Türkiye ekonomisi insanı merkezine alan, milli ve manevi damardan beslenen, ahlak ve eşitliği hedefleyen stratejik dönüşümü sağlayamamıştır.
AKP hükümeti küresel ekonomik lobileri, çıkar gruplarını memnun ve tatmin etme üzerine sanal bir saadet zinciri kurmuş, vatandaşımızdan almış yabancılara ikram etmiştir.
Türkiye’de herkes borçlu, herkes sorunludur.
Etrafınızda görüyorsunuz, bireysel kredi ve kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı hızla artmaktadır.
Bu çerçevede 2012’de 698 bin kişi borcunu ödeyemezken, 2013 yılında bu sayı 1 milyon 82 bine ulaşmıştır.
Ayrıca 2013 yılında cari işlemler açığı 2012’ye göre 16 milyar 507 milyon dolar artarak 65 milyar 4 milyon dolara tutunmuştur.
Bir diğer ciddi sorun ise işsizliktir.
Göstermelik, yarım yamalak, eğri büğrü politikalar işsizliğin önüne geçmekten acizdir.
Eğer TÜİK hesaplamalarda bir hata yapmamışsa veya yeni bir düzeltmeye gerek duymayacaksa, açıklanan en son işsizlik verileri felaketin habercisidir.
Türkiye genelinde işsiz sayısı 2013 yılı Kasım döneminde 2012 yılının aynı dönemine göre 154 bin kişi artarak 2 milyon 784 bin kişiye yükselmiştir.
İşsizlik oranı da yüzde 9,9 düzeyine çıkmıştır.
Bu elbette madalyonun görünen ve gösterilmeye çalışılan bir yüzüdür.
Diğer yüzü ise daha korkunç, daha yürek burkucudur.
İş aramayıp da çalışmaya hazır olan 1 milyon 956 bin kişiyi işsiz sayısına ilave ettiğimizde karşılaşacağımız tablo iyice ağırlaşmaktadır.
Bu kapsamda toplamda işsiz sayısının 4 milyon 740 bine ulaşacağı ve gerçek işsizlik oranın da yüzde 16,7’ye çıkacağı tartışma götürmez bir gerçektir.
Sokaklar, caddeler, mahalleler, köyler, şehirler işsiz, umutsuz, çaresiz vatandaşlarımızla kaynamaktadır.
İşsizlik her haneyi kemirmektedir.
Tarım dışı işsizlik yüzde 12’ye yükselmiştir.
Bilhassa gençlerimizin işsizlik kâbusunun tasallutu altında bulunması hükümet adına utanç verici bir sorundur.
Askerliğini yapmış Muğlalı Hasan işsizdir.
Okulunu bitirmiş Kayserili Mustafa işsiz ve parasızdır.
Eli ekmek tutma çağına gelmiş Manisalı Mehmet iş diye kıvranmakta, iş diye yanıp tutuşmaktadır.
Yuva kurma telaşında olan Balıkesirli Oğuz zor durumda olup babasından harçlık almaktan başka şansı yoktur.
Şırnaklı Kemal, Hataylı Rıza, Iğdırlı Ali, Diyarbakırlı Hüseyin, Trabzonlu Ayşe, Sinoplu Filiz, Mersinli Osman çalışacak ve hayatını idame ettirecek bir işten mahrumdur.
Çünkü bunların ismi Bilal veya Sümeyye değildir.
Çünkü bunların bırakınız para saklayacak kutularını ve kasalarını giyecek ayakkabıları dahi yoktur.
Çünkü bunların Usame Kutub gibi dostları, Yasin El Kadı gibi tanıdıkları, Muaz Kadı gibi arkadaşları, Tayyip Erdoğan gibi babaları bulunmamaktadır.
Haram okyanuslarında yüzen ve yakıtı rüşvet, dümeni alavere dalavere, pusulası sahtekârlık, yükü kaçak mallardan ve tayfası hırsızlardan oluşan gemi filoları da olmamıştır.
Türk gençliği aç ve açıktayken, işsiz ve güçsüzken; Başbakan’ın çocukları kamu arazilerine çöreklenmekte, yetimlerin hakkını bol bol cebe indirmektedir.
Gençlerimizin özeline karışan, nasıl giyinip, nasıl yiyip, ne içtiklerine müdahale eden, “her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir kaide yok” diyerek gelecek nesilleri tersleyen Başbakan, konu Bilal’i olunca neredeyse göğe merdiven dayayacak kadar iştahlı ve heyecanlı olmaktadır.
Evlatlarımız başlarını sokacak bir göz evi ancak hayallerinde görürken, Başbakan’ın kızı-oğlu villa siparişi vermekte, nasıl bir saray istediklerini detaylı olarak yandaş işadamlarına bildirmektedir.
Bugün adaletsiz, ahlaksız ve maneviyatız yönetim işsizliği çözmek için en ufak çaba göstermemektedir.
Başbakan için varsın Türk gençliği işsiz kalsın.
Başbakan için varsın Türk gençliği kahvehaneleri doldursun, yerinden yurdundan olsun, anadan babadan ayrı düşsün, muhtaç ve düşkün hale gerilesin.
Bunlar önemsizdir.
Bu zihniyete göre önemli olan bakan çocuklarının çalıntı paralarla geleceklerinin garantiye alınmasıdır.
Önemli olan Bilal’in Karun kadar zenginleşmesi, soygunlarla küpünü taşırması ve Bilo Ağa seviyesine terfi etmesidir.
İşsizler feryat ediyormuş, gençler sızlanıyormuş, hayat pahalılığı engel tanımıyormuş, vatandaşlarımızın borcu gırtlağı aşıyormuş hiç kıymeti harbiyesi yoktur.
Ve bunlar Başbakan’ın umurunda değildir
İşsizlerimiz, yoksullarımız merak etmesin, borçlu kardeşlerimiz tasalanmasın; Milliyetçi Hareket Partisi hepsinin imdadına koşacak, hepsinin yardımına hızır gibi yetişecektir.
Tek yol MHP’dir.
Tek çare MHP’dir.
Tek ümit MHP’dir.
Tek başına MHP iktidarı her meseleyi kökünden çözecek ve tümüyle bitirecektir.
Tüm vatandaşlarım bize inansın, bize güvensin, dualarını bizden esirgemesin.
Hiç kimse umutsuz olmasın, mahzun durmasın, yılgın bakmasın.
Milliyetçi Hareket Partisi 45 yıllık tecrübesiyle Türkiye’yi pisten, kirden, rüşvetten, ihanetten temizleyecek, hakkın ve haklının tercümanı olacak, kargayı bülbül diye satmaya kalkanların oyunlarını bozacaktır.
Muhterem Milletvekilleri,
Kabul ve itiraf edelim ki, Türkiye’miz uzunca bir süredir iç ve dış kaynaklı olumsuzlukların ve hasmane tutumların hedefindedir.
AKP hükümeti iç politikada hüsran yaşamakla kalmamış, uluslararası ilişkilerde de tutunacak dal, yüz akıyla savunacağı ilişki ağı bırakmamıştır.
Bölgemizdeki tüm olaylar aleyhimize gelişmektedir.
Ülkemizin yaptırım gücü, caydırıcılık vasfı ağır hasar almış durumdadır.
Sözü geçen ülke propagandasından, sözü çiğnenen, sözü yerlerde sürünen bir konuma aşikar şekilde gelindiği ortadadır.
AKP hükümetinin dış politikadaki hiçbir hesabı gerçekleşmemiştir.
Hiçbir planı işlememiş, hiçbir projesi dikiş tutmamıştır.
Uluslararası ilişkilerde kaybedilen mevziler, kaçırılan fırsatlar, çarçur edilen itibar ve iddialar, fos çıkan taahhüt ve temenniler hükümetin hanesine ayıp ve başarısızlık olarak kazınmıştır.
Türkiye artık yanıbaşındaki hadiselere dahi yön vermekten, tesir etmekten uzak bir ülke haline gelmiştir.
Mısır’daki olaylar ortadadır.
Libya’daki çalkantılar malumumuzdur.
Irak ve Suriye’deki kontrolsüz ve milli güvenliğimizi sarsıcı hadiseler yumağı örtülemeyecek kadar alenidir.
Şu hazin tabloya bakınız ki, Esad rejimi ölüm ve işkencelerine süratle devam etmektedir.
Masum siviller katledilmektedir.
Varil bombamaları halkın başına yağmur gibi yağmaktadır.
Patlayıcı yüklü araçlar ülkenin her yanında kol gezmekte, insan avına çıkan cellatlar dur durak bilmeksizin kan dökmektedir.
Bilindiği gibi, 2’nci Cenevre Konferansı da sonuç vermemiştir.
Esad yönetimi ile muhaliflerin masada buluşması katliamları durduramamış, aksine daha da şiddetlendirmiştir.
Dehşet ve nefret çemberi Suriye’yi kâbus filmlerini aratmayacak bir kıyıma sokmuştur.
ABD’li bazı yetkililer işgale uzanmayan baskı stratejisini ya da sınırlı olacak şekilde hava saldırısını dillendirmeye başlamıştır.
Suriye’deki puslu ve karanlık ortam en çok terör gruplarının ekmeğine yağ sürmüştür.
PKK sınırlarımızın hemen dibinde üç kantondan oluşan özerk bölge ilan etmiştir.
El Kaide ise etki alanını artan bir şekilde yaygınlaştırma çabasına girmiştir.
Irak Şam İslam Devleti, Irak’ın Felluce ve Ramadi bölgesinde Irak ordusu ile çatışırken, Türkmen kardeşlerimizin yaşadığı Kerkük’e bağlı Tuzhurmatu’ya kadar eylem sahasını genişletmiştir.
Hatta bu Türkmen kasabasının bazı semtlerini ele geçirdiğine dönük haberler kamuoyuna yansımıştır.
Maalesef Türkmen kardeşlerimiz iki ateş arasında kalmış, can derdine düşmüştür.
IŞİD terörünün, Suriye’li Türkmenlere yönelik mütecaviz ve alçak eylemleri yetmezmiş gibi, bu kez de Iraklı Türkmenleri hedefine alması caniliktir, canavarlıktır.
Başbakan Erdoğan olanları yalnızca seyretmektedir.
Türkmenlere yönelik cinayetler, Türkmenelinin toprak bütünlüğüne ve nüfus yapısına acımasızca kast edilmesi AKP’de herhangi bir tepki ve üzüntü yaratmamıştır.
Başbakan petrolün peşindedir.
Yeğen Barzani’yle sık sık görüşmekte ve menfaate dayalı dostluklarını ilerletmektedir.
Türkmenlerin teröre kurban gitmeleri, esarete düşmeleri Başbakan’ı rahatsız etmemektedir.
Soydaşlarımızın canı ve kanı üzerinden enerji nakil hatları inşa etmek, onların varlık mücadelelerine sırt çevirmek olabilecek en büyük gaflet, en büyük yanlışlıktır.
Başbakan ve hükümetinin birazcık utanması, birazcık onuru varsa Suriye’deki terör gruplarına derhal yardım ve desteği kesmesi şarttır.
Türkmenlere çevrilen namluları kırmak için aziz milletimiz hükümetten atılganlık ve yürekli bir çıkış beklemektedir.
Kaybettiğimiz her Türkmen kardeşimiz bizim bir parçamız, farklı coğrafyalarda bulunsalar da büyük Türk milleti ailesinin doğal birer fertleridir.
Erzurumlu Dadaşımız neyse Kerküklü Türkmenimiz odur.
Elazığlı Gagkoşumuz neyse Tuzhurmatulu soydaşımız da aynısıdır.
Musul’da, Süleymaniye’de, Altunköprü’de, Erbil’de, Telafer’de, Halep’de, Humus’ta, Şam’da, Lazkiye’de yaşayan kardeşlerimizle, 76,5 milyon Türk vatandaşının kaderi birdir, beraberdir.
Toprağa düşen her Türkmen bedeni aynı zamanda Toroslar’daki bir ışığın sönmesi, Anadolu bozkırlarındaki parlaklığın silikleşmesi, Karadeniz yaylalarındaki yeşilliğin solmasıdır.
Başbakan şunu iyi anlamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin savunması ve jeopolitik derinliği komşu coğrafyalardaki kardeşlerimizin bekasıyla doğru orantılıdır.
Bosna’yı nasıl yüzüstü bırakmayacaksak, Kaşgar’ı nasıl çaresiz saymayacaksak, Kabil’i nasıl yalnız koymayacaksak, Türkmenleri, canlarımızı, canan bildiklerimizi, gardaşlarımızı da aynı şekilde kendi başlarına terk edemeyiz, etmeyeceğiz.
Türkmenleri IŞİD zorbalığına, Esad zalimliğine, peşmerge terörüne, küresel vahşet senaryolarına yem etmeye kim kalkışırsa kalkışsın karşılarında mutlaka ki asil Türk milletini bulacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Yıllar geçse de, siyasi iktidarlar değişse de, Tarihi Şark Meselesi’nin bir ara durağı olan Kürdistan konusu gündemdeki sıcaklığını hiç kaybetmemiştir.
Yıllardır büyük can ve mal kayıplarına neden olmuş bölücü terör ve siyasal bölücülüğün ihmal ve iradesizlikle mesafe aldığı da ortadadır.
Bugün hükümetin ilerlemekte ısrarlı olduğu tehlikeli yol ve stratejik netice geride bıraktığımız bütün olumsuzluklardan çok daha vahim ve hayati bir sonucu karşımıza çıkarmaktadır.
Halihazırda ateş çemberinden geçmekte olan Türkiye Cumhuriyeti, devlet ve millet olarak bir beka sorunuyla yüz yüzedir.
Maruz kaldığımız suikastın hedefi, Türkiye’nin milli birliği ve kardeşliğidir.
Türkiye’yi etnik tuzakların içine çekmek isteyen küresel oyunun ve işbirlikçi aktörlerin niyeti her haliyle gündemdedir.
Bu sinsi oyunun amacı, Türkiye’yi kimlik tahrikleriyle kavga ve iç çatışma ortamına çekerek geleceğini karartmak ve dönüşü olmayan bir düşmanlığı milletimiz içinde uyandırmaktır.
Kayıp ve karanlık süreçten ibret almış olması ve ders çıkarması gereken AKP hükümetinin ise bu yıkım ve çözülme yolunda yürümekte ısrarlı olacağı anlaşılmaktadır.
Bölücü heveslere cesaret vermek, etnik tahriklere suskun kalmak ve daha vahimi bunlardan medet ummak Türkiye’nin milli birliğini, dirliğini ve kardeşliğini mahvedecek tarihi bir ihanettir.
Başbakan bu ihanetin içinde doludizgin ilerlemektedir.
30 yıllık PKK terörünün ana amacı Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, bin yıllık kardeşliğini bozarak bağımsız Kürdistan’ı kurmaktır.
Bundan en küçük bir tereddüdümüz yoktur.
Irak’ın kuzeyinde kurulan peşmerge yönetimi Kürdistan’a giden yolda ilk etap olmuştur.
Suriye’nin kuzeyindeki özerk yapılanma ikinci etap olarak ortaya çıkmıştır.
Şimdi de tüm dikkatler Türkiye’ye yönelmiş, bölücüler, teröristler, hainler, işbirlikçiler, çözümcüler, şarlatanlar vızır vızır provokasyona girişmişlerdir.
İmralı canisinin kanlı fotoğrafları özgürlük kampanyası altında cilalanarak bilbordlarda sergilenmiştir.
Başbakan can dostunu, müzakere ortağını podyuma çıkarır gibi çıkarmış, Diyarbakır’ın birçok noktasında caninin fotoğrafıyla birlikte sözde “özgür önderlikle özgür yaşama” yazılı afişin asılmasına göz yummuştur.
Geçtiğimiz yılki Nevruz Bayramı’nda kalabalıklara mektubu okunan bebek katili şimdi de Başbakan’ın yardım ve himayesiyle ihanet ajansında çektirdiği fotoğraflarıyla gündeme yerleşmiştir.
Teröristbaşı masumlaştırılmaya çalışılmaktadır.
Bu apaçık şekilde icra edilen, derin ve hain bir psikolojik harekâtın neticesidir.
Başbakan rüşvet ve yolsuzluk sürecinde kendisini yalnız bırakmayan, verdiği destek ve gösterdiği yakınlıktan dolayı çok duygulandığı terörist Öcalan’a şükran ve minneti karınca kararınca göstermiştir.
Anlaşıldığı kadarıyla Başbakan Erdoğan İmralı canisiyle pazarlıkları var gücüyle devam ettirmekte, siyasi geleceğinin ana hatlarını buna göre belirlemektedir.
Bu arada Meclis’teki PKK’lılar AKP icazetiyle belirlenen gruplar halinde İmralı’nın yolunu tutmayı sürdürmektedir.
8 Şubat 2014 günü bu kapsamdaki 16’ncı ihanet buluşması da gerçekleşmiştir.
İmralı canisi maşaları kanalıyla anlamlı, derin müzakerelere geçilmemesi durumunda sürece katkı verme şartlarının ortadan kalkacağını sözüm ona ikazla bildirmiştir.
Buna karşılık Başbakan’ın çıtı bile çıkmamıştır.
Siyasi bölücüler öyle bir cüret kazanmışlardır ki, kafalarının içinde ne varsa uluorta beyandan kaçınmamışlardır.
TBMM Başkanlığı’na 12 maddelik “Toplumsal Barış ve Müzakere Kanun Teklifi” sunmaları bunun en açık ispatıdır.
Meclis’teki PKK’lılar, bir yanda Toplumsal Barış ve Müzakere Bakanlığı kurulmasını isterken, diğer yanda teröristlerin sosyal hayata kazandırılmasını, yani affı dayatmışlardır.
Bir yanda pazarlıkların yasal statüye kavuşturulmasını, diğer yanda ise sözde barış sürecini izlemek ve arabuluculuk yapmakla görevli yerli veya yabancı bir gözlemci heyetinin teşekkülünü istemişlerdir.
AKP hükümeti ise bu PKK taleplerini “önümüzde seçim var, bunu halka anlatamayız” diyerek zamana yaymıştır.
Bu sözlerden anlaşılacağı üzere, AKP prensipte PKK’ya ve İmralı canisinin beklentilerine tamam demiş, sadece zamanlama açısından kuşkularını paylaşmıştır.
Geldiğimiz şu günkü aşamada PKK-BDP ve AKP aynı karanlık emelin etrafında fikir ve emel birliği yapmış ve tüm hain yüzler böylece gün yüzüne çıkmıştır.
BDP’liler peş peşe özerklik konusundan bahsetmeye, 30 Mart’tan sonra bunun gerçekleşeceğine atıf yapmaya başlamışlardır.
Terörist Karayılan ise yönlerinin zafere dönük olduğunu arsızca açıklamıştır.
İhanetin dozu öyle artmış, kontrolü öyle kaçmıştır ki, AKP’nin hazırladığı seçim bildirgesinde yerel yönetimler için özerlik vaadi bile yer bulmuştur.
Türkiye’nin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerini ve koyduğu şerhi AKP hükümetinin tamamen kaldıracağı medyaya yansımıştır.
Anlayacağınız şerefsizlik diz boyudur.
Rezalette tüm eşikler aşılmıştır.
Vatan, bayrak ve millet düşmanları ittifak yapmıştır.
Canibaşının Kenya’da yakalanışının 15’nci yılında yapılan küstahlıklara, kepenk indirme eylemlerine, korsan gösterilere, şiddet sahnelerine, maskeli katillerin şehirlerde terör estirmelerine Başbakan henüz sesini çıkarmamıştır.
Bu Başbakan ki, paralel yapılanma ezberleriyle milletimizi aldatıp aklını karıştırırken, Türkiye çatır çatır bölünmektedir.
Doğu ve Güneydoğu’daki 15 ili kapsamına alan özerklik provalarına her gün bir yenisi eklenirken, bu Başbakan ona buna hain demekte, ihanet yakıştırması yapmaktadır.
Sayın Başbakan hain arıyorsan masada pazarlık yaptığına bak.
Hain istiyorsan Türkiye’yi satmaya ve üzerinde ameliyat ruhsatı vermeye hazırlandığın mihraklara odaklan.
Yetmiyorsa boyunca bir ayna bul, hemen karşısına geç, emin ol ki orada haini göreceksin.
Milletimin tüm güzel insanlarına, milli ve manevi duyarlılığı olan AKP’ye oy vermiş kardeşlerime açık açık buradan sesleniyorum:
Bundan böyle PKK dayatmalarının hayata geçirilmesinin psikolojik alt yapısı hızlanacaktır.
Bu konuda köprü görevi görecek idari düzenlemeler çabuklaştırılacaktır.
Türk kavramının daha da engellenmesine yönelik girişimler çoğalacak ve İmralı canisinin hapishane koşullarının iyileştirilmesi, yeniden yargılanması ve arkasından da özgür kalması sağlanacaktır.
Başbakan bu tempo, kıvam ve ölçekte giderse Türkiye’nin üniter yapısını bozacak, özerkliği oldubittiye getirecektir.
PKK’nın siyasete taşınması için her namert adımı atacaktır.
Yasal ve anayasal düzenlemelerle Türk milleti etnik parçalara ayrılacak, son vatanımız alev alev yanacaktır.
Terörle Mücadele Kanunu’nun 10’ncu maddesinin kaldırılması ve anadilde eğitimin uygulanması bu vahim sürecin ara istasyonları olacaktır.
Milli kimliğimizin, milli varlığımızın ve milli geleceğimizin dinamitlenmesi için her alçaklık sahnelenecektir.
Yerelden başlatılacak özerk yönetim kalkışması, hepinizin dikkatini çekerim ki, bize vatan kaybettirecek, bizi milletten edecektir.
Türkiye’nin içine hapsedilmeye çalışıldığı bugünkü kıskaç, korkarız ki önümüzdeki dönemde daha da daralacaktır.
AB’nin dayatmaları ve ABD’nin tavsiyeleri önümüzdeki günlerde daha da artacak, bölücü tahriklerin daha da cesaret kazanmasıyla iç gerginlik çok tehlikeli boyutlara taşınabilecektir.
Ve yıllardır süregelen tahrikler, tam bir kaos ortamını karşımıza çıkaracaktır.
İmralı canisinin; “bugüne kadar 50 bin kişi öldü, 500 bin kişi daha mı ölsün?” şeklindeki tehditvari sözleri yapılan kanlı hesapların varlığına işarettir.
Biz çok büyük acılara katlanarak bu coğrafyayı kendimize vatan yaptık.
Biz nice badireleri aşarak, nice acıları göğüsleyerek bin yıllık kardeşlikte söz kestik, karar verdik.
Doğulusu, Batılısı; Güneylisi, Kuzeylisi bir oldu, aynı tarih yastığına, aynı kader minderine birlikte baş koydu, birlikte oturdu.
Biz bu şekilde Türk milleti olduk.
Biz bu şekilde çağları devirdik, zorlukları erittik, saldırıları def ettik, kem gözleri kovduk, imanımızla, inancımızla, birlikte yaşama ülkümüzle kahpe hesaplara karşı durduk.
Dilemez ve istemeyiz, ama gerekirse bu vatanı savunmak için her birimiz tıpkı Çanakkale’de ateşe ve mermiye kafa tutan etten duvar olmaktan çekinmeyiz, korkmayız.
Elinde küçücük yavrularımızın kanını taşıyan, vicdanı mezbahadan farksız olan terörist başı ve çetesi Türk milletini ne zannetmektedir?
Devletin hazinesini soymakla kalmayıp, milletin bağımsızlığını ve geleceğini ateşe atma kararlılığında olan köksüz ve kimliksiz yandaşlarla terörist sevdalısı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’yi nasıl hafife almaktadır?
Türk milletinin bu yükü taşımaya artık mecali kalmamıştır.
Bıçak kemiğe çoktan dayanmıştır.
Türkiye’nin Başbakan eliyle içine sürüklendiği bu ağır şartlar karşısında, milli bir seferberlik ruhuyla harekete geçmek her Türk vatandaşının kaçamayacağı tarihi bir görev ve sorumluluktur.
Bunun için 30 Mart ihanetin, çürümüşlüğün, müzakerenin, kötülüğün belinin kırılacağı, dananın kuyruğunun kopacağı bir an olacak ve sandıklar milletimizin ayağa kalkışına inşallah şahitlik edecektir.
Değerli Milletvekilleri,
İktidarda kirlenmiş ve yolsuzluğun dibine çakılmış bir zihniyet bulunmaktadır.
Başbakan Erdoğan ve hükümetinin temiz, masum ve meşru hiçbir yanı kalmamıştır.
Rüşvet AKP’yi karartmıştır.
Yolsuzluk AKP’yi kaplamış ve her tarafını kapatmıştır.
Esasında Başbakan’ın insan içine çıkacak yüzü kalmamıştır.
Ancak yüzündeki deri öylesine kalındır ki, utanmak şöyle dursun, hala kendisi ve hükümeti hakkındaki iddiaları komplo, paralel devlet, darbe laflarıyla bastırmaya uğraşmaktadır.
Başbakan Erdoğan yolsuzlukları, ayyuka çıkmış hırsızlıkları red ve inkar siyasetiyle öteleme çabasındadır.
Bunu yaparken aklı ve mantığı tanınmaz hale getirmektedir.
Başbakan Erdoğan’ın rüşvet tanımından sonra, gündeme getirdiği yolsuzluk izahı da tam bir kara mizah örneğidir.
Kendisi yabancı bir gazeteye verdiği beyanatta şöyle demiştir:
“Ben yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım; devletin kasası soyuluyor mu, soyulmuyor mu?”
Başbakan devletin kasasından alınan ve çalınan herhangi bir şeyin olmadığına kesin inancını dile getirmektedir.
Ayakkabı kutusundan çıkan 4,5 milyon doların ise Halk Bankası’ndan alınan ya da soyulan para olmadığını iddia etmektedir.
Hakikaten de bu Başbakan şakacı bir adam olup çıkmıştır.
Yalan, dolan, inkar, iftira, asılsız haber yayma, uydurma bilgi verme, tezvirat, gıybet, dedikodu, akla hayale sığmayacak yorumlarda bulunma Başbakan’ın karakteristik özellikleri arasına girmiştir.
Başbakan Erdoğan devletin kasasının soyulmasını yolsuzluk olarak tanımlıyorsa, meseleyi iyi anlamış demektir.
İşte bu yüzden yolsuzluğun içinde boğulmaktadır.
Devlet soyan, devlet arazilerini parselleyen, devlet ihalelerinden yüzde alan, irtikap ve nüfus ticaretiyle servetine servet katan birisine dünyanın her tarafında hırsız, vurguncu ve hortumcu denmektedir.
Telefonlarda parola parfüm ve maden işi diyen Başbakan yakınları ve kadim dostları soyguncu değil midir?
Etiler’deki polis okulu arazisini önce Kiptaş’a devredip, ardından da talan düğmesine basmak yolsuzluk değil midir?
Bu arazinin Yasin el Kadı'nın oğlu Muaz Kadı ve işadamı Usame Kutub'un da ortakları arasında bulunduğu bir şirkete ihalesiz olarak verilme hazırlığı ve bu şirketin gizli hissedarları arasında Bilal Erdoğan’ın da yer alması yolsuzluk değil midir?
Başbakan’ın Etiler Polis Okulu arazisinin malum şirkete devri için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na emir vermesi yolsuzluk değil midir?
İranlı karanlık işadamının, rüşvet kölesi yaptığı dönemin İçişleri Bakanı’na “bana operasyon var mı?” sorusuna, bu Bakanı’nın “abicim rahat ol, öyle bir şey varsa senin önüne ben yatarım” demesi yolsuzluk değil midir?
Evet kimin nerede yattığı ve daha nasıl uzun yıllar yatacağı bellidir.
Bir Bakan düşününüz ki, rüşvetçiler buyurdu diye Emniyet Müdürlerinin hayatını karartacak kadar nevri ve gözü dönsün.
Bir Bakan düşününüz ki, rüşvet alması yetmiyormuş gibi, haramın eseri olan özel uçakla Umre’ye gitsin, kara para ve altın kaçakçılığı işinin ana üssü haline gelsin.
Bir Bakan düşününüz ki, çantaların ve elbise kılıflarının içinde getirilen rüşvetlere tamah etsin, haysiyetini iki paralık yapsın.
Ve bir Başbakan düşününüz ki, doğru bir işi olmasın, ne kadar uğursuz, hırsız, düzenbaz varsa etrafına toplasın.
Başbakan besmeleyle soygun yapacak kadar günahkar olanların, Allah’ın selamıyla yolsuzluk gemisini yürütecek ve cebini dolduracak kadar münafık olanların koruyucusudur.
Görüyorsunuz, “17 Aralık Rüşvet ve yolsuzluk Soruşturması” Başbakan ve hükümetinin karşı ve kural tanımaz saldırılarıyla yıpratılmaktadır.
Başbakan’ın adalete yerleştirdiği adamları şüphelileri bir bir serbest bırakmaktadır.
Ayakkabı kutularında dolar hesabı açan ve hırsızlığa yepyeni bir ekol getiren Halk Bankası eski Genel Müdürü’nün 57 gün sonra gelen tahliyesi her şeyi gözler önüne sermiştir.
İlave olarak 12 kişinin daha serbest kalması fazla söze gerek bırakmamıştır.
Önümüzdeki yakın vadede, malum bakan çocuklarıyla birlikte İranlı rüşvetçinin dışarıya çıkması kimseyi şaşırtmamalıdır.
Gelişmeler bunu göstermektedir.
Mahkemeleri ve savcıları terbiye eden, tehdit ve menfaat vaadiyle adeta kılıçtan geçiren hükümetten başka bir şey beklenmesi mümkün değildir.
Başbakan Erdoğan’ın kendi çocuğuyla birlikte bakan evlatlarının da 17 Aralık savcıları hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söylemesi, hırsızlığın ne kadar da pervasız hareket ettiğine en açık karine teşkil etmiştir.
Savcılar topyekûn görevden el çektirildikten, hukuka yandaş gölgesi düştükten, muhtemel yol kazalarından doğabilecek riskler ortadan kaldırıldıktan sonra Başbakan’ın Bilal’i ifadesini 42 günlük gecikmeyle lütfetmiştir.
Kamu arazilerinin etrafında fırıl fırıl dönen, işadamlarının ve medya mensuplarının peşinden bir an olsun ayrılmayan bu evlad-ı muhteşemin avukatı, tüm suçlamaların soyut iddia ve yorumlardan ibaret olduğunu savunmuştur.
Başbakan oğlunu tam korumaya almış, dokunulmazlıkla ödüllendirmiştir.
Ardından da rüşveti gizlemek için yandaş ve sözde alimlerden fetvalar almıştır.
Allah’tan korkmaz, kuldan utanmazlar yolsuzluğa dini kılıf bulmak için her kılığa girmiş, her değerlerini ayaklar altına almışlardır.
Değerli Arkadaşlarım,
Başbakan Erdoğan ve partisi yargıya operasyon yapmıştır.
TBMM’de kabul edilen HSYK düzenlemesi bunun en bariz delilidir.
Hukukçuların rejim krizi çıkar diye itiraz ettikleri, Cumhurbaşkanı’nın Anayasaya aykırı göndermeyin dediği, herkesin ağız birliği etmişçesine mahsurlarını dile getirdiği HSYK Kanun Teklifi Meclis’te tekme, tokat ve dökülen kanlar eşliğinde kabul edilmiştir.
Bu aşamada şunu vurgulamalıyım ki, Gazi Meclis’teki şiddet ve dehşet sahnelerini kınıyor, kabalıkları ve saldırganlıkları milletimize havale ediyorum.
Şayet Sayın Cumhurbaşkanı sözünde durmaz ve sil baştan yazılan HSYK Kanunu onaylarsa yargı tamamen hükümete bağlanmış olacaktır.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi tümden rafa kalkacaktır.
Hakimler ve savcıların akıbeti Adalet Bakanı’nın iki dudağı arasında olacaktır.
Bizim 12 Eylül 2010 Referandumu sürecinde dile getirdiğimiz iki gizli gündemden birisi olan HSYK, yeni haliyle daha da siyasileşecek, daha da iktidara rehin düşecektir.
Korkarım ki, Başbakan Erdoğan HSYK’daki yeni yapılanmayla yargının tepesine başyargıç olarak oturacaktır.
İyice azacak, tek parti sultasının, tek adam devrinin son rötuşlarıyla birlikte ilamını yapacaktır.
Sayın Gül yetkisini kullanmalı, parti çıkarını değil, devletin ve milletin selametini düşünerek hareket etmelidir.
HSYK Kanunu Çankaya’dan mutlaka dönmelidir.
Aksi taktirde muhtemel tehlikeler çok fazladır.
Vicdanının sesini dinleyen ve adaletin sözcülüğünü yapan dürüst ve ahlaklı hukuk insanları da demokratik tepkilerini acilen göstermelidir.
Başbakan demokrasiyi darbelemektedir.
Başbakan adaleti yok etmektedir.
“Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu”ndan yakayı kurtarabilmek için hukuku kurşuna dizmektedir.
Meclis gündemindeki yeni ve sözde demokratikleşme paketinin de sinsi niyetlere hizmet için kurgulandığı açıktır.
Bu kapsamda görüşülecek AKP teklifinde; özel yetkili mahkemelerin tümüyle kaldırılması planlamaktadır.
Gözaltı ve tutuklama kararında "kuvvetli suç şüphesi" yerine "somut delil" şartı getirilmesi amaçlanmaktadır.
Şüpheli ya da sanığın üstü, eşyası, iş yeri ya da evinde yapılacak aramaların "makul şüphe" yerine "somut delil"e dayandırılması düşünülmektedir.
Kişisel verilerin korunması amacıyla, bu verileri hukuka aykırı olarak kaydedenlere, yayanlara veya ele geçirenlere verilecek cezalar da artırılacaktır.
Takdir edersiniz ki, bunların hiçbirinin demokrasiyle uzaktan ya da yakından alakası yoktur.
Başbakan için tek amaç yargıyı susturmak, rüşveti aklamak, yolsuzluğu gizlemektir.
Demokrasiyi ağızlarına dahi almaları haksızlık ve hakaretle aynı anlamda olanların paketlerle milletimizin gözünü boyama teşebbüsleri bu kez karşılık bulmayacaktır.
Türk milleti hırsızları görmektedir.
Türk milleti rüşvetçilerin farkındadır.
Türk milleti siyasi namuslarını kutulara koyanları çok yakında defterden silecek, Allah’ın izniyle siyasi enkaz yığını haline getirecektir.
Muhterem Milletvekilleri,
Son günlerin en çok konuşulan konularından birisi de Kabataş hadisesidir.
1 Haziran 2013 günü, Gezi Parkı olaylarının sürdüğü bir ortamda, Kabataş’ta bir başörtülü kardeşimizin dövülüp tacize uğradığı yandaş basın ve bizzat Başbakan tarafından uzunca bir süre gündemde tutulmuştu.
Bu konuda öyle şeyler söylendi, öyle ifrata ve tefrite varan suçlamalar yapıldı ki, insanım diyen hiç kimse iddialar karşısında tarafsız kalamazdı.
Başörtülü bir kardeşimiz bebeğiyle birlikte 70 ile 100 kişilik bir kalabalığın hışmına ve ağır hakaretlerine uğramış, sanki işkenceye tabi tutulmuştu.
İleri sürülen ve propagandası yapılan tez buydu.
Başbakan konuyu Meclis Grup toplantısına kadar taşımış, günlerce sakız gibi ağzında çiğnemiştir.
Sanki bu ülkede başörtülü kardeşlerime sistematik bir saldırı vardır.
Bu meselenin ayrıntısına girmeden şu kadarını söylemeliyim ki, geçtiğimiz hafta Kabataş’taki olayın kamera görüntüleri ortaya çıkmıştır.
Ve hiç de söylendiği gibi bir saldırının olmadığı anlaşılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sıfatını taşıyan zat, konuyu enine boyuna incelemeden bu yalanın üzerine atlamış ve insanımızı birbirine düşman etmek için vicdansızca kullanmıştır.
Her şey netleştiğine ve Kabataş’ta herhangi bir saldırı olmadığı görüntülerle sabitleştiğine göre Başbakan çıkıp Türk milletinden özür dileyecek erdemi gösterebilecek midir?
Gezi Parkı’nda Türk gençliğinin tepkisini “başörtülü hanımlara saldırdılar, camilerde içki içtiler” diyerek püskürtmeye çalışan ve mütedeyyin insanlarımızın duygularını istismar eden bu batılın temsilcisi mertçe yanlış yaptım diyebilecek midir?
Yoksa iddia edilen saldırıdan beş gün sonra alınan ve son derece muamma olan Adli Tıp Raporu’na sarılmaya devam edecek kadar küçülecek ve kendisini hiç edecek midir?
Başbakan eğer rüşveti başörtüsüyle, yolsuzluğu maneviyat dolandırıcılığıyla saklayacağını hesap ediyorsa yanıldığını çok yakında anlayacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi hem başı açık hem de başı kapalı hanım kardeşlerimin siyasete malzeme yapılmasına şiddetle karşıdır.
Biz tüm hanımefendileri bozguncu, yıkıcı, nifak saçan hırsızlara karşı birleşmeye ve Allah için tavır almaya davet ediyoruz.
Başbakan çekirge misali bugüne kadar yeterince sıçramış, yeterince hoplamıştır.
Ama bundan sonra deniz bitmiş, kendisiyle birlikte ihanet ve soygun kervanı yoluna sonuna gelmiştir.
İmana istismar karıştıranlar, fesat katanlar, cehalet ekleyenler, kibir ve zulüm dâhil edenler Allah katında da kul indide de yüz karası, günah kubbesi olmaktan kurtulamayacaklardır.
Değerli Arkadaşlarım,
30 Mart 2014 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimleri’ne çok az bir süre kalmıştır.
Bu seçim Türkiye’nin en kritik demokratik imtihanı olacaktır.
Parti olarak aziz milletimizin tüm fertleriyle buluşuyor, siyasi çalışmalarımızı artan bir mücadele azmiyle sürdürüyoruz.
Gittiğimiz her yerde Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelik teveccüh ve ilgiyi yakından görüyoruz.
En son olarak Muğla ve ilçelerindeki coşku seli bizleri çok gururlandırmış ve heyecanlandırmıştır.
Şimdi artık tüm mesaimizi seçim çalışmalarımıza verme vakti gelmiştir.
Bu itibarla 25 Şubat 2014 ile 25 Mart 2014 tarihleri arasındaki Meclis Grup toplantılarımıza sahadaki yoğun çalışmalarımız nedeniyle ara veriyoruz.
Siz değerli milletvekili arkadaşlarımdan, seçim bölgelerinizde bulunarak vatandaşlarımızla kucaklaşmanızı ve herkese ulaşmanızı özellikle rica ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin 30 Mart’tan alnının akıyla çıkması için çok çalışacağınızdan şüphe duymuyorum.
Hepinize şimdiden üstün başarılar diliyorum.
Cenab-ı Allah yar ve yardımcımız olsun.
Yolunuz açık olsun.
Sözlerime son verirken sizleri bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor Yüce Allah’a emanet ediyorum.
Sağ olun, var olun.
|