Türk Milletinin kutlu bir millet olduğundan zerrece şüphemiz yok...
Bu konuda gerek Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’nın bahsettiği gibi hadislere ve bugünkü Türklük bilincine ulaştığımız süreçte Gaspıralı İsmail, Zeki Velidi Togan, Ziya Gökalp ile benzerlerine ve de şanlı Türk tarihini bizzat yapan başta Atatürk olmak üzere Mete Han, Atilla, Timur, Fatih, Kanuni ile eş diğerlerine bakmak lazımdır.
Günümüzde, tarihin pek çok döneminde olduğu gibi yığınla sorunumuz olduğu doğrudur. Ancak bu sorunların hiç biri içinden çıkılmaz ve çözülmez değildir.
Türk düşmanlarınca yapılan en önemli şey; Türk Milletinin, tehlikenin farkına varmasını engellemektir ve bunda da çok başarılı olunmaktadır. Suni olarak yaratılan gündeme bakınca, gazete okuyup televizyon seyredince, camiye gidip imamı dinleyince ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır herhalde...
Bugünü anlamak için dünü iyi bilmek gerekmektedir. Dünle bağını koparmış bir milletin hatta irili ufaklı insan gruplarının geleceği olmaz. Onun için devamlı dünü hatırlatmak, her bir Türk için vatandaşlık görevidir.
Birçoğunuzun Türk adını taşıyan bir haber kanalında seyrettiğiniz Prof. Dr. Timur Kocaoğlu ile bu hafta sonunda, neredeyse yarım gün sohbet etme daha doğrusu onu dinleme fırsatı yakaladım. Kocaoğlu halen ABD’de Michigan State Üniversitesi’nde öğretim üyesi...
Timur Kocaoğlu, Buhara Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığını yapmış olan Osman Hoca’nın oğlu. Bu sebeple sadece bildiklerini değil, tarihi niteliğe sahip bir babanın ve ailenin evladı olarak, yaşadıklarını anlattı.
O büyük bir samimiyetle ve heyecanla ayakta saatlerce konuşurken, siz de gözünüzü kırpmadan dinlemek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü anlattıkları, Türkler için her daim çok önemli hadiseler... Onu dinleyince, gündemin ne kadar suni ve tuzaklarla dolu olduğunu görüyor ve de size haince yaklaşanların boğazını sıkasınız geliyor!
Osman Hoca; Atatürk’ün önderlik ettiği “İstiklal Mücadelesi”ne, Timur’un hazinesini iki tren vagonuna koyarak Anadolu’ya gönderen Buhara Türklerinin Cumhurbaşkanı... Ancak Ruslar bu hazinenin % 20’sini Anadolu’ya gönderiyor ve kalan kısmına da türlü bahanelerle el koyuyor.
Bir de Timur’un hazinesinden kalan üç kılıç biri Mustafa Kemal’e diğeri İsmet İnönü’ye üçüncüsü de İzmir’e girecek olan Türk askerinin komutanına verilmek üzere gönderiliyor ki; üçüncü ve son kılıç Yüzbaşı Şerafettin’e veriliyor. Bugün bu üç kılıcın da akıbeti meçhulmüş! Tabii insan ister istemez soruyor: “Niye İzmir’e girecek komutana?” diye... Sebebi de Timur’un İzmir’i fetheden komutan olması imiş. Demek ki; Buhara Türkleri 1919’larda tarihlerinin farkında ve büyük bir milli şuura sahip insanlarmış... Bu sebeple Türkiye Türklerine, incelik ve derinlik taşıyan mesajlarla destek oluyorlar.
Yine Timur Kocaoğlu’ndan dinlediğim ve onu da gözyaşlarına boğan, ağbisi ile babası Osman Hoca’nın Tahran’daki karşılaşma hikâyesi çok ilginç. Türk varlığının bekası için verilen mücadele sebebi ile baba-oğlun kucaklaşamamasından öte bir dram mı var?
Osman Hoca, kendisini tanımadan karşısına dikilen Sovyet Subayı oğluna sorar: “Osman Hoca’yı tanır mısın ve niçin ararsın?” cevap “Osman Hoca babamdır. Onun için ararım”. Bu cevaba temkinli yaklaşan Osman Hoca, Sovyet Subayından Osman Hoca’ya verilmek üzere bir resim ister. Bu resim Timur Kocaoğlu’na halen ulaşmak istediği ağbisinden kalan tek kanıttır. Çok iyi bir satranç ustası olan Osman Hoca, sohbet sırasında Sovyet Subayı oğluna satranç oynamayı teklif eder. Böylece hem onu tanımak hem de geliş sebebini öğrenmek ister ve oyunda da ona yenilir.
Timur Kocaoğlu, hayatı boyunca babasını satrançta yenemediğini söyledi. Ağbisine nasıl yenildiğini babasına sorduğunda da “Yenilerek oğluma sarılmak istedim!” cevabını aldı. İşte Türklüğün ulaştığı mertebe, oğullarına bile sarılamayan adamların mücadelesi ile oluşmuştur. Eğer oğluna bile sarılamayan Osman Hoca’nın bizde hakkı varsa, biz Türklüğün ulaştığı bu mertebeyi yükseltmeli ya da en azından korumayı başarmalıyız.
Son husus ise babası Osman Hoca’ya örtülü ödenekten, milletvekili olmamasına rağmen Atatürk tarafından milletvekili maaşı bağlanması hadisesidir. Bu maaş sadece Menderes’in Demokrat Partisi iktidarında 10 yıl boyunca kesilir ve 1960’ta Alparslan Türkeş’in talimatıyla ölünceye kadar olmak üzere yeniden bağlanır.
Birileri Demokrat Parti’nin devamı olduğunu söylüyor. İşte Demokrat Parti’nin dikkat çekici özelliklerinden biri de budur. Doğrudur; bunlar Atatürk’ün, Alparslan Türkeş’in, Ziya Gökalp’in, Atsız’ın, Erol Güngör’ün devamı olamazlar. Olsalar olsalar, Türk’e hasım olanların devamı olurlar. Onun için Türkiye’deki gelişmelere ve özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimine, Buhara Türkleri ve onların önderi Osman Hoca’nın yaşadıkları ile bakalım. Ve siz hiç oğlunuza, bir oyunda yenilerek sarılmak ister pozisyonda oldunuz mu? Bunu da düşünerek hareket edelim.
|