MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, MHP Yönetimi ve Milletvekilleriyle Kızılcahamam Patalya Oteli'ndeki istişare toplantısından sonra yaptığı basın toplantısında, '' Bebek katili PKK ile İmralı'da masaya oturmak ahlaksızlıktır. AKP ve PKK İmralı'da son kartlarını açmıştır'' dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, AKP ve PKK'nın İmralı görüşmeleri ve ülke gündemini değerlendirdiği basın toplantısında şunları söyledi:
Türkiye hayati bir dönemden, sorunlarla dolmuş bir kavşaktan geçmektedir. Bunalımlar hiç olmadığı kadar birikmiş, soru işaretleri ve endişeler hiçbir dönemde görülmediği kadar üst üste yığılmıştır. Deyim yerindeyse, aziz milletimiz korkunç bir buhranla pençeleşmekte ve varlık mücadelesi vermektedir.
Bin yıllık derin birliktelik parça parça yıkılırken, millet ve devlet hayatına yön veren ilke, iddia ve inançlar peş peşe aşınmaya terk edilmiştir. Milli değerlerdeki erime, milli heyecanlardaki gerileme ve milli hedeflerdeki zayıflama çok boyutlu bir hal almış ve telafi edilebilmesi güç bir sınıra dayanmıştır.
ZAMAN TÜRK MİLLETİMİZİN ALEYHİNE İŞLEMEKTEDİR
Zaman maalesef büyük milletimizin aleyhine işlemektedir. Çözüm, umut, gelişme ve çare olarak sunulan ne varsa milli birliğimizin ve milli güvenliğimizin aleyhine sonuçlar üretmektedir. Büyük Türk milleti zifiri bir karanlığın ortasında şaşkına dönmüş, kaderiyle baş başa bırakılmıştır.
Şiddet yanlıları barışsever, bölücüler demokrat, katiller özgürlük savunucuları, kanlı niyetler hak arayan masumlar olarak sunulmakta ve propagandası yapılmaktadır. Sapla saman karışmış, iyiyle kötü yer değiştirmiş, doğru ile yanlış birbirine girmiştir. Doğudan batıya, kuzeyden güneye Türk vatanı adeta zincire vurulmuş, adeta esir alınmış ve istilaya uğramıştır.
Türkiye kurşun gibi ağır bir ortama aşama aşama getirilmiştir. Eşine ve benzerine çok az rastlanacak bir tahribata maruz bırakılmıştır. Neresinden bakarsak bakalım ülkemizin hali vahamet ötesidir. Millilik vasfından azade, millet bilincinden muaf olan siyasi güruh belaları birbir davet etmiş ve Türkiye’yi tesadüflerin akışına bırakmıştır.
Mücadeleyle kazanılan Türk vatanı, müzakereyle devredilmek ve ulufe gibi dağıtılmak istenmektedir. Varlığımızda ve birliğimizde hak sahibi olmayan bir zihniyet, bölücülüğün bitpazarında, ehl-i salibin yüzyıllardır açık duran müzayede ortamında Türkiye’yi elden çıkarmaya karar vermiştir.
Bunu da milli birlik ve kardeşlik için yaptığını söyleyecek kadar da küstahlaşmış ve riyakârlığın dibine batmıştır. Sadakati devre mülk gibi gören, milli kimliği ayıplı bir mal gibi değerlendiren siyaset anlayışı; kutsallarımızı dinamitlemiş, milli prensiplerimizi tıpkı Çanakkale önlerindeki düşman gemilerine benzer şekilde, topa tutmuştur.
Demokrasinin imkânlarıyla iktidara gelenler, ne ibretliktir ki, demokrasinin boğazına çökmüş, milli iradenin kafasına çuval geçirmiştir. Bu olanlar milli vicdanları yaralamış ve hüsrana uğratmıştır. Başkent Ankara’nın ruhu, İmralı dayatmalarıyla, Kandil Dağı talepleriyle incinmiş ve dağlanmıştır.
Milletçe maruz kaldığımız sorunlar bunlarla sınırlı kalmamıştır. Dış politikadaki gelgitler, tek taraflı işleyen ve boyun eğme üstüne kurulmuş ilişki ağları, komşu coğrafyalardaki hercümerce tarafgir yaklaşımlar ve küresel projelere uyduluk yapan köhnemişlikler Türkiye’nin en büyük açmazları haline gelmiştir.
AKP yönetiminin millî tehlike sinyalleri veren dış politikadaki zaaf, tutarsızlık ve tavizleri ülkemiz üzerinde hesapları olanların iştahlarını daha da kabartmıştır. Ekonomideki güç kaybı, işsizlik ve yoksulluktaki hızlı ilerleyiş, makro ekonomik göstergelerin alarm vermesi yaşanılan sorunları daha da derinleştirmiştir.
KIZILCAHAMAM TOPLANTISI VERİMLİ OLMUŞTUR
Bu şartlar altında, partimizin Merkez Yönetim Kurulu asil ve yedek üyeleri ve milletvekillerimizin katılımıyla 11-13 Ocak tarihleri arasında Kızılcıhamam’da düzenlediğimiz geleneksel hale gelen toplantılarla ülkemizin meselelerini masaya yatırmış bulunuyoruz. Bugün de bu toplantılarımızın son günündeyiz.
Buradaki görüşmeler ve karşılıklı fikir alış verişleri çok şükür başarılı ve oldukça da verimli geçmiş, müştereken alınan kararlar siyasetimize şevk ve katkı vermiştir. Bu çerçevede;
Partimizin TBMM grup faaliyetleri, Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaları, dış politikadaki uygulamalar, ekonomideki son gelişmeler, gelecek yıl yapılacak mahalli idareler seçimleri ve bölücü terörün ulaştığı seviyeyle birlikte süren ihanet müzakereleri gündemimizin ana konuları arasında bulunmuştur.
Ayrıca değerli bilim insanları ve alanlarında uzman şahsiyetler muhterem arkadaşlarımı bilgilendirmişlerdir. Dün ve bugün devam eden toplantılarımızla birlikte, önümüzdeki süreçte izleyeceğimiz siyaset stratejilerinin omurgası ve muhteviyatı belirlenmiştir. Şüphesiz çalışmalarımız çok yararlı ve hayırlı sonuçlara vesile olacaktır. Bu itibarla müsterih ve memnunum.
Milliyetçi Hareket Partisi, siyasal, sosyal, ekonomik ve dış politika eksenli sorunları şuurla ele almakta, kararlılıkla üstesinden gelme iradesi göstermektedir. Anlamakta ve kabulde zorluk çekenlere hatırlatmak isterim ki, bizim her meseleye yönelik söyleyecek sözümüz, her soruya verilecek cevabımız vardır.
Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’yi yönetmeye, umutları yeşertmeye ve karanlığı aydınlatmaya hazır ve hazırlıklıdır. Bu kapsamda Kızılcıhamam’daki toplantılarımızın millet mücadelemize büyük destek vereceğine yürekten inanıyorum.
AKP 10 YILDIR BÖLÜCÜLERE MİHMANDARLIK YAPMAKTAN VAZGEÇMEDİ
10 yıldır iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi teröre taviz, bölücüye şefkat, küresel projelere mihmandarlık yapmaktan vazgeçmemiş, bunlardan pişmanlık duymamıştır. Bu nedenle ülkemiz maalesef geçtiğimiz yıllarda yanlış kurgulanan ilişkiler sonucu, iddiaların aksine daha güçsüz ve daha etkisiz hale gelmiştir.
Toplumsal yapımızda baş gösteren karmaşa, tartışma ve kısır çekişmelerin tetiklediği sıkıntılar, iniş çıkışlar kaygı verici seviyelere yükselmiş, Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini, milli çıkarlarını ve milli bünyesini tehdit eden taciz ve tahrikler giderek yoğunlaşmıştır.
İktidarda 10 yılı deviren AKP’yle birlikte;
Toplumsal ve ekonomik istikrar uçurumun kenarına kadar getirilmiş. Sosyal uyum ve denge bozulmuş. Bu coğrafyadaki varlığımızın teminatı olan milli güvenlik mülahazaları sulandırılmış. Daha iyi hayat beklentileri karamsarlığa dönüşmüş. Birlikte yaşayabilmenin teminatı olan adalet duygusu, toplumsal ahlak anlayışı kaygı verici düzeyde aşınmıştır.
AKP hükümeti yönünü çoktan kaybetmiş ve güvenirliğini uzun zaman önce yitirmiştir. Bölücülük AKP’yle tahakkuk etmiş, biten terör AKP’yle ayaklanmıştır. Milletimizin kalp atışları AKP’yle zayıflamış, devletimizin istikrarı AKP’yle kaybolmuştur. Üzülerek görüyoruz ki, hükümet her geçen gün milletimizi paramparça edecek bir uçuruma taşımaktadır.
Şu sıralar neleri görüyoruz:
Terör saldırılarını aklama ve terör örgütünü insani bir yapıda takdim etme kurnazlıkları. Bebek katiliyle müzakere etme, ateşkes görüşmeleri yapma ahlaksızlıkları. Bölücülüğün tüm boyutlarıyla toplumsal tabana yedirme ve yaygınlaştırma izansızlıkları. Türklüğün geri plana çekilerek milli kimliği suçlu gösterme edepsizlikleri görüyoruz.
Anayasal düzenin bizatihi bunu korumakla mükellef iktidar partisi tarafından tarumar edilme şuursuzlukları. Sözde Kürt sorunu uydurmasıyla millet sorununun etaplar halinde ortaya çıkarılma vicdansızlıkları. Bölünerek birlik olunacağını, farklılaşarak bir arada durulacağını, ayrılarak toparlanmanın sağlanacağını iddia eden onursuzlukların fazlasıyla revaçta olduğu görülmektedir.
Türk milletine aykırı ne varsa içinde bulunduğumuz zaman aralığında el üstündedir. İmralı hukuku, bölücülük arzuları, şiddet taraftarları, barış şarlatanları, kiralık kalemler ve silahlı militanlar yükseliştedir. Buna karşılık; Türkiye inişte, kardeşlik düşüşte ve milli değerler gerileyiş halindedir.
Başbakan Erdoğan için bunlar önemsizdir. Başbakan Erdoğan için bunlar anlamsızdır. Kendisi tam bölen olarak işbaşında, tam ayıran olarak vazifesini gönül huzuruyla yerine getirmektedir. Israrla terörle mücadele, siyasetle müzakere sözlerini sürdürmektedir. Burada aklımıza, Başbakan Erdoğan’ın zihni melekelerinin askıda olduğu, değilse bile ferasetinin tamamıyla tıkandığı hususu gelmektedir.
Terörle mücadele, siyasetle müzakere sözleri ne anlama gelmektedir?
Düne kadar ağzına ne geliyorsa söylediği, hakaretler yağdırdığı, terörün parçası olarak ilan ettiği ve nekrofiller diye suçladığı BDP midir gösterdiği adres? Başbakan siyasetle müzakere derken neyi anlatmakta ve neyi ima etmektedir? Bölücü terörün yörüngesine çivilenmiş olan BDP ise şayet kast ettiği, o halde bugüne kadar yenilir yutulur türden olmayan sözlerini nereye koyacak, nasıl tevil edecektir? Başbakan Erdoğan İmralı’da müebbet hapis cezasıyla hükümlü olarak yatan terör suçlusuyla müzakere yaptığına göre, caniyi siyasetçi olarak mı görmekte, böyle mi kabullendirmeye çalışmaktadır? Bu nasıl bir bakış, bu nasıl bir başbakanlık yapmaktır?
Hatırlatmak isterim ki, Başbakan İmralı’nın, Kandil’in değil, Türkiye’nin siyasi sorumluluğunu taşımaktadır. Aklını başına alması, teslimiyetçi kirlilikten, baş eğen kölelikten ve her topu kalesine alan yenilmişlikten arınması lazımdır. Cezaevindeki bir terör mahkûmunun siyasetçi mertebesine çıkarılması en hafif ifadeyle helalin haramla lekelenmesi ve karıştırılması anlamına gelecektir.
Tüm sözlerinden tornistan yapan, bölücülüğü markalaştıran, u dönüşleriyle, çarklarla, sapışlar meşhur olan, akla karayı birbirinden ayıramayacak kadar basireti bağlanan birisinin Türkiye’yi yönetmesi hepimiz adına utanç vericidir. Ümit ederim ki bunun telafisi ve tamiri demokratik yollardan mutlaka sağlanacaktır.
PKK TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İHANET MÜZAKERELERİ YAPILIYOR
PKK terör örgütü ve İmralı canisiyle eşzamanlı olarak yürütülen ihanet müzakereleri Türkiye’nin bir numaralı gündem maddesi haline gelmiştir. Sözde barışın sağlanması, ateşkesin temin edilmesi, silahların bırakılması ve teröristlerin sınır dışına çıkarılması eksenli yürütüldüğü iddia edilen pazarlıklar kuşku ve güvensizlikleri alabildiğine tırmandırmıştır.
Olan biten tüm bu karanlık mizansenler Türk milletine büyük bir saygısızlık ve hakarettir. AKP’nin PKK’yı aklama, temize çıkarma ve müşfik hale getirme gayretleri, İmralı canisiyle birlikte çetesini affetme hazırlıkları, milletimiz aleyhine eşi ve benzeri görülmemiş bir mağlubiyetin habercisi niteliğindedir.
AKP’nin PKK’ya temiz kâğıdı verme çabaları, sicilini paklama niyetleri Türkiye’yi iyice zora sokmuştur. Yıllardır PKK’nın eylemlerine farklı ve aykırı anlamlar yükleme arayışı AKP’den eksik olmamıştır. Bunlar arasında en dikkat çekenlerden birisi 7 Aralık 2009 tarihinde, Tokat’ın Reşadiye ilçesindeki terör saldırısıdır. Bu hain eylemde 7 mehmedimiz şehit düşmüş, üçü de yaralanmıştır.
AKP zihniyeti hedef saptırmak adına bu menfur saldırıyı örtbas etmeye ve PKK’yı görmezden gelmeye çalışmıştır. Aynı tavır, 31 Mayıs 2010 günü, Hatay’ın İskenderun ilçesinde Deniz Üst Komutanlığı’na yapılan terör saldırısından ve 21 Ekim 2010 günü İstanbul Taksim meydanındaki canlı bomba rezaletinden sonra da devam etmiştir.
AKP’nin kurguladığı iyi PKK, kötü PKK tasnifi sürekli olarak mesafe almıştır. Dağa methiyeler düzen, dağa çıkmayı marifet sayan, teröriste ağlamayanı insanlıktan çıkaran bir anlayışın başka türlü davranması eşyanın tabiatına aykırı olacaktır.
Canımızı alan, kanımızı döken, kurşunla, mayınla, pusuyla askerimizi, polisimizi, korucumuzu ve masum insanlarımızı katleden insanlık suçlularını; “onlarda bu ülkenin çocuğu, dağdaki terörist ölmesin istiyoruz” diyerek masumlaştıran AKP’liler bu milletin yüz karası olmaktan gocunmamaktadır.
Bilinsin ki, her değerimize hainlik yapanlar, varlığımıza namlu doğrultanlar bu ülkenin çocuğu da, genci de, büyüğü de olamaz, olmayacaklardır. Bunun hilafına tutum takınan siyaset kalıntıları da, çok istekli ve meraklı iseler, silahlanıp arkadaşlarının yanına İmralı vizesiyle en kısa zamanda varmanın yollarını aramalıdırlar.
AKP VE BDP'NİN SÖZLERİ BİRBİRLERİYLE ÖRTÜŞÜYOR
Nasıl olsa irtibat ve haberleşmeleri kesintisiz sürmektedir. AKP yöneticilerinin bu sözleri BDP’nin tezleriyle birebir örtüşmektedir. Türkiye işte bu kadar sıkışmış, bu kadar sarılmış, bu kadar dara düşmüştür. Türk milleti AKP hükümetinin teslimiyetçi tutumuna, milli ve manevi ilkelerle yolunu ayırmasına karşı kaygılı ve öfkelidir.
Türkiye öylesine bunalmış, öylesine risklere mahkûm olmuştur ki, bir adım ötesini görmek ve az sonrası için öngörüde bulunmak bile şüpheli hale gelmiştir. Hükümetin pısırıklığından, sinmişliğinden istifade eden PKK terör örgütü yine ölüm saçmaya, yine kan akıtmaya ve eylemlerini ısrarla sürdürmeye devam etmiştir.
Bir yanda “barışa çok yakınız, silahı bıraksınlar yurt dışına çıksınlar” nafile sözleri servis edilirken, diğer yanda Hakkâri’nin Irak sınırındaki Çukurca ilçesine bağlı Karataş Jandarma Karakolu’na yaklaşık 100 kişilik terörist kafile 7 Ocak tarihinde görüşmeler sürerken saldırmıştır.
Bu kapsamda bir uzman çavuşumuz şehit olurken, iki askerimiz de yaralanmıştır. Buradan, şehidimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. AKP İmralı’da, içine girdiği taviz ve boyun eğmeyle milletimizin hak ve hukukunu çiğnerken, kanlı şebeke boş durmamış ve kendisinden beklenen aşağılık saldırılarına devam etmiştir.
PKK, bundan sonra da eylemlerinden vazgeçmeyecek, bilhassa havaların ısınmasıyla inlerinden çıkan, yuvalandıkları yerlerden harekete geçen militanlar can almak için bir kez daha silaha sarılacaklardır. Bunu bilmek ve ileri sürmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Türkiye böylesi bir tabloyu sayısız kere yaşamış, kışın yavaşlayan ve hız kesen terörist faaliyetler bahar aylarıyla birlikte eski gücüne yeniden kavuşmuştur.
AKP ZİHNİYETİ İNSANLIKTAN ÇIKAN PKK'NIN DÜMEN SUYUNA GİRDİ
Mücadeleyi askıya alan müzakereyi de rehber yapan AKP zihniyeti, insanlıkla bağ ve bağlantısını koparan PKK’nın dümen suyuna girdiğinden gerçeklerden tamamen kopmuş ve uzaklaşmıştır. PKK’nın kiralık cinayet örgütü olduğunu, bölgesel ve küresel çapta değişik ülkelerin çıkarına uygun olarak yönlendirildiğini, suikast ve saldırılarla efendilerinin talimatlarını yerine getirdiğini görmezden gelen AKP zihniyeti, hem kendisini hem de Türk devletini karanlık bir tünelin içine sokmuştur.
Bugünkü şartlarda, çok başlı ve çok merkezli olduğu yönünde şüphe kalmayan bölücü terörün, kimlerin kontrolü altında bulunduğu ve kimlerin hangi emelleri için kullanıldığı aşağı yukarı bellidir. Uluslararası bir çeteye dönüşen, parayı basanın tetiğini çeken bölücü örgütün, acımasızlığına ve vicdansızlığına değişik zamanlarda şahit olunmaktadır.
Bu kapsamda PKK’nın Paris’teki bir bürosuna yapılan saldırıda üç militanın infaz edilmesi, her şeyden önce ölüm üzerinden kurulan kanlı bir denklemin sonucu, rüzgâr ekenin fırtına biçeceğinin açık bir göstergesidir. Elbette su testisi su yolunda kırılacaktır ve öyle de olmuştur.
İşi gücü öldürmek, katletmek olan bir terör şebekesinin, iç hesaplaşma veya değişik ülkelerin istihbarat teşkilatlarıyla kurduğu gizli ilişki ve temaslar sonucunda böylesi bir neticeyle karşılaşması doğal ve kaçınılmazdır. Paris’teki militanların ölümüne çok üzülen AKP’li başbakan yardımcısı da, yine kendisinden bekleneni yapmış ve tahminlerimizde bizi yanıltmamıştır.
FRANSA LİDERİNİ TERÖRİSTLE GÖRÜŞÜYOR DİYE İTHAM EDEN ERDOĞAN, İMRALI MÜZAKERESİNİ NEREYE KOYACAKTIR?
Başbakan Erdoğan ise, suikast sonucu öldürülen ve İnterpol tarafından da kırmızı bültenle aranan terör örgütü kurucularıyla “düzenli görüşüyorduk” diyen Fransa Cumhurbaşkanının sözlerini, dünkü bir konuşmasında tenkit etmekte ve izah beklediğini açıklamaktadır.
Başbakan Erdoğan bu beyanatıyla iki açıdan boşluğa düşmüştür. Birincisi Avrupa ülkelerinin bölücü terör örgütüne bakışı bellidir. Teröristlere kol kanat geren tercihleri malumlarımızdır. PKK’nın parasal kaynaklarını yönetmesine, yönlendirmesine, militan devşirmesine yıllarca sessiz kaldıkları, hatta örgütü el altından teşvik edip besledikleri de tartışmasızdır.
Kaldı ki, bölücü terörün Paris’in en işlek caddelerini mesken tutması ve buralara konuşlanması başka türlü nasıl açıklanacaktır? Öyle ki Fransa yönetiminin Kürtçülüğün gelişmesi ve irileşmesi, PKK’nın faal olması için müzahir ve müsait bir ortam temin ettiği unutulmamıştır. Geçmişte cumhurbaşkanı eşlerinin ne dolaplar çevirdiği, sabıkalı bölücülere nasıl arka çıktığı ve PKK tutkularının hangi aşamalara vardığı halen canlılığını ve sıcaklığını korumaktadır.
Türk milleti hafızasını hamd olsun kaybetmemiş, geçmişteki tuzakları ve düşmanca muameleleri aklından çıkarmamıştır. Başbakan’ın bu gerçekleri bilmemesi mümkün değildir. O halde davulun kasnağına vurmasının hiçbir inandırıcılığı ve geçerliliği yoktur. İkinci olarak, adama demezlermi ki, sen teröristlerin başıyla görüşüyorsun, televizyon veriyorsun, siyaset çemberine sokuyorsun ve özel bakıma alıyorsun da, bizim mi görüşmemizi yadırgıyorsun?
Böyle bir soruya Başbakan Erdoğan ne cevap verecektir? Ayrıca Paris’teki kanlı tezgâhın, İmralı müzakerelerini sabote etmek ve sulandırmak için icra edildiğini söylemek en başta aklın ve zekânın inkârıyla eşdeğer görülmelidir. BDP’nin ise derin devleti işaret eden kokuşmuşluğu AKP’den kalan bir alışkanlığı olsa gerektir.
İlaveten bu hadisenin, Kandil-İmralı ihtilafı neticesinde gerçekleştiği yönündeki tezviratların hiçbir inandırıcılığı olmadığı gibi, teröristbaşının masum, samimi ve iyi niyetli olarak sunulması da ilerletilmeye çalışılan bölücü stratejinin ara duraklarından başka bir şey değildir. İmralı canisi sözde barış istiyor da, buna Kandil direniyor ve engel çıkarıyor izlenimi oluşturmak; siyaset işportacılığına göz diken, yalanı ve riyayı ruhunda bütünleştiren kimliksiz ve omurgasız zihniyetlerin hezeyanları olarak görülmelidir.
Anlaşıldığı kadarıyla ülke içinde ve dışında sansasyonel eylemler aracılığıyla PKK iyice gündemin başköşesine oturacaktır. Bundan sonra, Allah korusun ama, Türkiye içinde ses getirecek örtülü operasyonların, saldırıların ve ölümle sonuçlanacak suikastların olabilirliği dikkat ve gündeme alınması gereken bir husustur.
AKP VE PKK İMRALI'DA SON KARTLARINI AÇTI
Zira AKP ve PKK artık son kartlarını açmışlardır. Son vuruşu yapmak için her yolu deneyecekler, her tahrik ve tertibattan kaçınmayacaklardır. Geçtiğimiz yıllarda şehitler üzerinden nasıl pazarlık yapıldıysa, benzeri aynı şekilde ilerleyen süreçte olabilecektir. Böylesi şaibeli ve sancılı ortamı fırsat bilen, ülkemiz üzerinde karanlık niyet ve hesabı bulunan bazı ülkeler, önümüzdeki dönemi kan ve ölüme tahvil etmek maksadıyla PKK terör örgütüne fazladan mesai yaptıracak, bunun da faturası başka yerlere ihale edilebilecektir.
Bilinmelidir ki, izleyen süreçte İmralı’yla yapılan görüşmeleri sürdürebilmek adına iç direnç diye tarifi ve tanımı yapılan ne varsa hedef yapılması söz konusudur. Net olarak söylemek mümkündür ki, Türkiye iç ve dış kaynaklı bölücülük salgınına yakalanmış ve göz göre göre alacakaranlık bir kuşağın içine çekilmiştir.
Afrika seyahatinde kabile danslarıyla keyiflenen Başbakan Erdoğan, Türk milletini gördüklerinin seviye ve konumuna getirmek için her şeyi yapacaktır. Ancak buna izin vermemiz herkes bilsin ki, söz konusu bile olmayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi cesaretle, vatan aşkıyla, millet sevdasıyla ve milli mücadele ruhuyla her tür saldırıya göğüs gerecek, bölücülüğü meşrulaştırmak amacıyla ellerini taşın altına koyanları mutlaka şaşkına çevirecektir.
ÖNLEM ALINMAZSA TÜRKİYE ÇÖKÜŞE GEÇECEKTİR
Türkiye’nin karşısına dikilen ciddiyet düzeyi yüksek konu başlıkları elbette çözümsüz değildir. Ne var ki, iyice güçlenen bölücülüğün ve doğal bir sonucu olan etnik merkezli terörün sözde hak talepleri, anayasal çözüm ısrarları, sözde Kürt sorunu çevresindeki teklifleri şayet önlem alınmazsa, Türkiye’yi çöküşe götürecektir.
Türkiye önce iki dilli ve iki ortaklı, gelişmelere göre çok dilli ve çok ortaklı bir federal devlet yapılanmasına doğru adım adım sürüklenmektedir. Demokratik özerklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi önerileri buna yönelik bir ön hazırlıktır. TBMM’nde kabul edilen Büyükşehir kanunu bu kapsamda aşılan önemli bir eşiktir.
PKK’lı teröristlerin ve İmralı canisinin affı, arkasından da siyasete taşınmaları AKP’nin gizli ajandasında olanlardan bir kısmıdır. 1923 kuruluş yapısı itibariyle temel teşkil eden ve sonraları değişmez yapı taşları olan milli ve üniter devlet çatısının federalizme dönüş göstermesi ve hatta bağımsız Kürdistan’a taşıyıcılık yapması mevcut millet ve devlet nizamı korunduğu müddetçe imkânsızdır.
Devletine Türkiye Cumhuriyeti ve milletine Türk milleti denilen bu ana omurga göçertilmeden yeni bir devlet veya toplum yapılanması hayalden öte bir anlam taşımayacaktır.
Ancak temel milli değerlerimizin, kabullerimizin ve müesseslerimizin; “demokratikleştirme, özgürleştirme, normalleştirme, Türkiyelilik, çok kültürlülük, alt kimliklerin tanınması ve ana dilde eğitim” gibi kavramlarla bulanıklaştırılması önümüzdeki en ciddi problemlerden yalnızca bir bölümüdür.
Sosyolojik olarak üst kimlikte birleşme ve buluşma süreciyle biçimlenen milletleşme olgusu, ne yazık ki karşı çıkışlarla nefesi kesilmeye ve geriye dönüş emaresi göstermeye başlamıştır. Kimlik taleplerinin iç ve dış tesirlerle çoğalması ve maya tutması halinde, ki böylesi bir süreç belirmiştir, Türk milleti etnik kimliklerin hücumuna uğrayacak ve bu ortamda milli nitelikli üniter yapıyı korumak neredeyse mucize haline gelecektir.
TÜRK MİLLETİ DÖRT TEMEL TEHDİT İLE KARŞI KARŞIYADIR
Bu noktaya pek tabidir ki, Türk milletini 36 parçadan müteşekkil görme zaafları, Türkiyelilikten gurur duyma sefillikleri ve millet bünyesinde sorun keşfine çıkma aymazlıkları eşliğinde gelinmiştir. Yıllardan beri devam ede gelen süreç içinde, Türkiye ve Türk milleti dört temel tehditle karşı karşıya kalmıştır.
Bunlardan birincisi varlığımıza yönelmiş tehdittir. Türk milleti ve devletinin bütünlüğü ve geleceği beka düzeyinde tehlike altındadır. İkincisi, birliğimize yönelik tehdittir. Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısı yönetilebilir ve kontrol edilebilir olmaktan çıkmasıyla tetiklenebilecek iç çatışma ortamı kanlı bir bölünmeyi beraberinde getirebilecektir.
Bunun işaretleri yurdumuzun değişik yerlerinde verilmiş ve adeta etnik nitelikli bir gerilimin provaları yapılmıştır. Geçmişte, Bursa İnegöl, Aydın Germencik, Afyonkarahisar Sultandağı, Muğla Dalyan, Balıkesir Altınova’da çıkan olaylar hepimiz için uyarıcı olmalıdır. Üçüncü olarak muhatap kaldığımız tehdit sosyolojik ufalanma ve dağılmadır.
Eğer böyle giderse, milletleşme sürecinin aniden terse dönerek bugüne kadar elde edilen tüm milli ve manevi kazanımların heba olması abartılı ve afakî görülmemelidir. Ve en nihayetinde de, siyasal parçalanma tehdidir ki, bu da Türkiye’nin sonu ve milletimizin imha olmasına neden olacaktır.
Sözde Kürt sorunu tanımı bu hazin sona hizmet etmektedir. Türk milletinin eşsiz ve yeri dolmaz fertlerini sorun olarak gören işbirlikçi zihniyet, açıkça birliğimizi ve millet hazinemizi sabote etmektedir. Sözde Kürt sorunundan maksat Türk milletinin yaralı ve yamalı olduğu tezgâhına ve iftirasına zemin açmaktır.
Bu, beraberinde ister istemez çetrefilli başka sorunları da doğuracaktır. Buna en başta Kürt kökenli kardeşlerimin itiraz etmeleri ve karşı çıkmaları gerekmektedir. Bireysel hak ve özgürlüklerinden dolayı bir eksiklikleri veya talepleri varsa, bunlar her zaman karşılanabilecektir. Kolektif temelli hak ve özgürlük arayışları ise bölünmeyi aklına koymuş, emperyalizmin peşine takılmışların hedefidir ki, buna sonuna kadar direneceğimizi kimse aklından çıkarmamalıdır.
Bundan dolayı, kuru gürültülere pabuç bırakmayacağız, ödün vermeyeceğiz, ilkelerimizden caymacağız ve pozisyonumuzdan milim ayrılmayacağız. Şu kadarını ifade etmeliyim ki, yapılan evlilikler, kurulan ortaklıklar, aynı apartmandaki komşuluklar, iş ve meslek paylaşımları, tarihte birlik, vatanda birlik, ahlak ve maneviyatta birlik, gelecekte de birliktelik gayesi bizi bir millet yapmıştır.
Diyarbakırlı İstanbul’a gelmiş, Şırnaklı İzmir’de geleceğini aramış, Mardinli Antalya’da ekmeğinin derdine düşmüştür. Sorun definesine çıkanlar, çözüm diye zorlayanlar, özgürleşme ve demokratikleşme sakızı çiğneyenler, içiçe geçmiş bir milleti etnik tahrik ve yönlendirmelerle bölmeye çalıştıklarını ne zaman anlayacaklardır?
Bu ülkede sadece Diyarbakır’ın, yalnızca Siirt’in mi sorunu vardır? Erzurum’un, Konya’nın, Bursa’nın, Mersin’in, Giresun’un, Yozgat’ın, Ankara’nın ve daha birçok vatan köşesinin sorunlarını ne yapacağız ve nasıl çözeceğiz? Devlete ve millete sadakat duyanlar sesini çıkarmıyor diye, onları sorunsuz mu göreceğiz?
Her sorunu olan, her derdi bulunan eline silah alsın da, en yakın dağa mı çıksın? Bu olacak ve makul görülecek bir şey değildir. Milliyetçi Hareket Partisi, ülkemizde yaşayan tüm vatandaşları Türk milletinin vazgeçilmez bir değeri görmektedir. Şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, millet kavramı bir tek kaynaştırıcı ve birleştirici unsur olarak görülmüş; kimsenin etnik kökenine, anasının diline, mezhebinin ne olduğuna ve inancının şekline bakılmamıştır.
İkaz ve heyecanla bildirmek isterim ki; Türk vatanı; parsellenecek, ihaleye konu olacak, satışa çıkarılacak veya belirli süreyle kiraya verilecek bir arazi ve tarlanın adı değildir. Türkiye bir semt, bir mahalle ve de gelip geçici arzuların sığınağı değildir. Türkiye ismi üst kimliğin izini, emanetini ve ruhunu taşırken; milletle anlamlı, tarihle şanlı, Türkçeyle zengin ve asırların hatıralarıyla bütünlük kazanmaktadır.
Ne olursa olsun, Türkiye’nin milli birliği ve milli varlığı ise, dil, soy ve din unsurlarını aşan tarihi bir mirastır. Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türk milletine vücut veren herkesin birlikte yaşama ülküsü ve müşterek kaderi paylaşma iradesi kurmuştur. Cumhuriyetin kuruluşunda milletleşme sürecinin katalizörü duyguya ve tamamen kültürel bir tercihe dayalı Türk milleti kavramı olmuş, “Ne mutlu Türküm diyene” sözü ırka değil kardeşliğe ve birliğe çağrı yapmıştır.
4 Mayıs 2005 tarihli basın toplantımızda da dile getirdiğimiz gibi, Türk vatandaşlığı ve Türk milli kimliği; Türk milletini yekpare oluşturan Türk vatandaşlarının etnik köken, din ve dillerini inkar anlamına gelmeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti bu birleştirici ve bütünleştirici temel üzerinde hayat bulmuştur.
Ancak etnik kimliklerin vatandaşlık kavramının yerine geçirilmeye çalışılması ve etnik odaklı siyaset yolunun açılması, sadece milli birliğimizi tahrip etmekle kalmayacak, aynı zamanda milli ve üniter devletin de sonunu getirecektir. Sözde Kürt sorununu ele alanlar, İmralı canisiyle müzakere yürütenler, en başta Türk milletinin özgüvenini, hukukunu ve varlık haklarını gasp etmektedir.
Hâlihazırda tüm okların çevrildiği Türklüğün Anayasa’dan çıkarılmasını ve milli devlet yapımızın tasfiye olmasını çözüm diye yutturmaya çalışanlar, Türklüğün ağır bedeller ödenerek, nice badireler aşılarak kazanılan milli bir kimlik olduğunu er ya da geç mutlaka kalın kafalarına sokacaklardır.
Son söz olarak diyeceğim tekraren şudur:
Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti tektir, böyle kalacaktır. Ülkesi, milleti ve bayrağı birdir, böyle olmaya devam edecektir. Cumhuriyet’in temel ilkeleri yaşayacak, AKP’ye rağmen yaşatılacaktır. Şehitlerimizin aziz hatıraları, ecdadımızın muhteşem eserleri ne pahasına olursa olsun dimdik ayakta kalacaktır.
Unutulmasın ki, Türk milleti el, etek öperek değil; muhasım güçlere, düşman unsurlara el ve etek öptürerek bu coğrafyayı vatanlaştırmıştır. Bundan dönüş yoktur. Bu duygu ve düşüncelerle basın toplantımıza katılan herkesi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyor, esenliklerle dolu günler diliyorum.
Sağ olun, var olun, hepiniz Yüce Allah’a emanet olun. Ne Mutlu Türküm Diyene. |