MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Siyaset ve Liderlik Okulu'nun 7. sertifika töreninde yaptığı konuşmada, Türk Devletimizin bekasının aşırı risk ve tehditle karşı karşıya kaldığını söyledi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, sertifika töreninde yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Siyaset ve Liderlik Okulumuz 10 Ekim 2009 tarihinden beri faal halde olup, güzide bir eğitim yuvası hüviyetine bürünmüştür. Bundan önce, değişik zaman aralıklarında tam altı dönem değerli katılımcılara hazırlanan bir program dâhilinde dersler verilmiş ve kendilerine sertifika takdim edilmiştir.
Siyasete merak duyan, toplumsal sorunlara ilgi gösteren, kendisini yenilemek ve yetiştirmek gayesi taşıyan, farklı disiplinlere kafa yoran arkadaşlarımızla dört yıla yakın bir süredir birlikte olduk, onların çok boyutlu düşünmeleri için elimizden geldiğince yardım ettik ve destek verdik. Bugün yedinci kez bunu hayata geçirmenin hazzını ve haklı gururunu yaşıyoruz.
Siyaset ve Liderlik Okulu’ndaki eğitimler şayet fikirlerin olgunlaşmasına katkı vermiş, bir nebzede olsa ufukları aydınlatmış ve soru işaretlerini gidermişse, sanıyorum biz de amaca ulaşmanın gönül huzurunu yaşayacağız, emeklerin boşa gitmediğini görüp memnun olacağız. 12 hafta süresince burada bulunan, zamanını ve mesaisini buraya ayırarak özveri gösteren değerli katılımcıların, aldıkları eğitimin, kurdukları dostlukların ve milliyetçilik üzerine şuurla eğilmelerinin başta kendileri adına olmak üzere, hepimiz için yararlı sonuçlar doğuracağını düşünüyorum.
Buraya eğitim için gelmek bir başlangıç, bunu disiplinli şekilde sürdürmek bir gelişme ve nihayete erdirmek de şüphesiz bir başarı olarak görülmelidir. Bu vesileyle VII. Dönem Kursiyerlerimizi ayrı ayrı tebrik ediyorum.
Parti İçi Eğitim, Siyaset ve Liderlik Okulundan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Prof.Dr. Zühal Topçu’ya, Siyaset ve Liderlik Okulu Koordinatörü ve Genel Başkan Başdanışmanı Sayın Doç.Dr Ahmet Selim Yurdakul’a çalışmalarından dolayı teşekkür ediyorum. Her defasında üstüne basa basa vurguladığım gibi, eğitimlerin gerçekleşmesinde büyük emek ve katkıları bulunan misafir öğretim üyelerimize de şükranlarımı sunuyorum.
TÜRK MİLLETİMİZİN İYİ ŞEYLER YAŞAMADIĞI BİR DÖNEMDEYİZ
Tartışmalar, çalkantılar, gerilimler ve gerilemelerle allak bullak olan bir dönemin içinden geçiyoruz. Maalesef Türkiye ve Türk milleti iyi şeyleri yaşamıyor, yaşayamıyor. Umutlar kapanmakta, hayaller kararmakta, beklentiler katılaşmaktadır. Siyasi düzenin ve rejim varlığının alenen tartışılmaya başlandığı bu dönem aynı zamanda beka düzeyinde etkileri olacak sorunlar yumağına mahkûmiyeti de beraberinde getirmiştir.
Artık toplum kamplara bölünmüş, kurumlar ayrışmış; geçmişte atılan husumet tohumları filizlenmiş, müzmin hale gelen bunalım derinleşerek siyaset aktörleri eliyle maalesef kurumsallaşmıştır. Toplumsal istikrarı temin eden, rejime yönetim hakkı tanıyan ve böylece siyasal iktidarın vatandaşlarımız üzerindeki otoritesinin temelini oluşturan siyasi meşruiyet; iktidar partisinin yozlaşmış anlayışı neticesinde sorgulanmaya ve tartışılmaya başlanmıştır.
Bu noktada, kafası içten ve dıştan kara bir propagandayla karıştırılmak istenen aziz millet varlığı, derin anlam kargaşasına itilerek, yalnız ve çaresiz olduğu yönünde bir umutsuzluğa sürüklenmek istenmektedir. Bir yanda küresel güçlerin figüranı olduğu artık iyice belirginleşen siyasi iktidar ile diğer yanda bölücülüğü, terörizmi ve öldürmeyi özgürlük ve hak arayışı gibi pozitif kavramların ardına saklayan kimliksizler ve kalpsizler Türkiye’yi kıskaca almışlardır.
İNSANLARIMIZ İHANET YARIŞINDAN BIKMIŞTIR
İnsanımız bu ikili oyundan, bu iki seçenekli ihanet yarışından bunalmış ve bıkmıştır. Güvenlik ve esenlik zaafa düşmüş, güdümlü siyaset ön plana çıkmış, köksüzlük bulaşıcı hale gelmiştir. Bütün bunların sonucunda, milletimiz yorulmuş, devletimiz hırpalanmış, kurumlarımız yıpranmış, kardeşliğimiz tartışılmış, inançlarımız istismara uğrayarak siyasete kurban edilmiştir.
Sorunları sağduyu, zeka ve akılla aşamayacağı artık anlaşılan iktidar partisinin kısır bir ihtiras ve inat ile hem kendi sonunu hazırladığı, hem de benden sonra tufan anlayışı ile Türk milletinin geleceğini ateşe atmaya niyetlendiği anlaşılmaktadır. PKK ile pazarlık, İmralı canisiyle müzakereler bunu göstermektedir.
Mehmetçiğin kanını döken, polisin canını alan ve masum vatandaşlarımıza acımadan kıyan eşkıya bugün itibar ve hatır sahibi olmuş ve demokratik mücadele veren bir mertebeye çıkarılmıştır. Artık Türkiye geri dönülmesi çok zor olacak bir yola girmiş ve siyasi yöneticiler tarafından mayınlı alana itilmiştir.
Düşmanla el sıkışanlar, bölücülük akıntısına gönüllü olarak atlayanlar; sanki özel görev almışlar gibi Türk milletinin aleyhine ne varsa imal etmişler, gündeme getirmişlerdir. Bölücülük ontolojisi, terör külliyatı, parçalanma sözlüğü malum siyasi zihniyet tarafından hazırlanmış ve tedavüle sokulmuştur.
TÜRK DEVLETİMİZİN BEKASI RİSK ALTINDADIR
Görülmektedir ki; Türk milletinin güvenliği, Türk vatanının bütünlüğü, Türk devletinin bekası aşırı bir risk ve tehditle karşı karşıyadır. İlave olarak da: İnsanlarımızın karşılıklı birbirini itham ettiği, toplumun yarısının, diğer yarısını hasım görmeye başladığı, toplumsal güvenin kaybolmaya yüz tutuğu karanlık bir dönemin yakınına kadar gelinmiştir.
Yaşanan ekonomik sıkıntıların, siyasi belirsizlikle birleştiği ağır bir buhran durumu, milletimizin paylaştığı müştereklerin ve geleceğe yönelik ortak beklentilerin kaybolmasına yol açmakta, üzülerek ifade etmeliyim ki vatandaşlarımızı birbirine yabancılaştırmaktadır. Gelişmeler, bundan sonra, toplumsal ve siyasal sağduyunun tamamen terk edildiği, geri dönülemez ve tamiri zor olan bir dönemin yaklaştığını işaret etmektedir.
Kin ve intikam duygularıyla varlıklarına yön ve anlam katanların, milli değerlerle hesaplaşmak amacıyla tüm gücüyle harekete geçtikleri anlaşılmaktadır. Millet olmanın ruh ve şuuruna yabancı ve uzak olanlar bir araya gelmişlerdir. Milliyetçiliği hor ve hakir görenler ittifak içine girmişlerdir.
Türklüğe içten içe hazım sorun yaşayan bedbahtlar biri otuzaltıya dilimlemenin heves ve heyecanına kapılmışlar, bu şekilde alt etnik gruplara ortam açmışlardır. Türkiyelilik zırvasında buluşanlar milli kimliğimize hücum etmişler, milli onurumuzu hedef almışlar ve milli emanetleri incitmişlerdir.
Ne acıdır ki, demokratik imkânlarla siyasal sorumluluk üstlenmiş bir zihniyet, yabancı dostlarının tavsiye ve telkinleri altında çözüm diyerek Türk milletinin çöküşünü adım adım ilerletmektedir. Siyaset birliğe, fikirlerin rekabetine, insanlarımızın taleplerine ve geleceğin mimarisine hizmet etmesi gerekirken, küslüğe, dargınlığa ve hepsinden önemlisi keskin ihtilaflara yol açmaktadır.
Bu aslında tamamen siyaset kılığına bürünmüş, siyaset kimliğini gasp etmiş bir fitne ve fesat yapılanması olup, çok tehlikeli bir düzeye gelmiş durumdadır. Türkiye, siyaset kanalıyla bitirilmek ve sandıktan çıkan çoğunlukçu yönetim tarafından tasfiye edilmek istenmektedir.
Son 10 yılki tüm gelişmelere baktığımızda, sömürgeci aklın dolaylı yöntemlerle ve kendi emellerine uygun yönetim aracılığıyla her yere sirayet ettiği, her şeyi belirmeye başladığı görülmektedir. Bu elbette, teslim olmuş, başkalarının gözetim ve denetimine girmiş, kökünden ve gerçeklerinden kopmak üzere olan gayri milli bir siyaset anlayışının sonucudur.
Diyebiliriz ki, Türk siyasetinin ayar ve ölçüleri endişe verici şekilde yıpranmış ve hasar almıştır. Geçmiş 1,5 asırlık siyasi ve sosyal ilişkilerin seyrine bakınız, devlet ve toplum arasındaki irtibat ağlarını, çatışma veya uyum noktalarını değerlendiriniz, o zaman bugün hakkında daha sağlıklı bir yorum yapma imkânına sahip olmanız kaçınılmaz olacaktır.
USTA OLMAKLA ÖVÜNEN ERDOĞAN ÇIRAK BİLE OLAMADI
Siyasal modernleşme dediğimiz süreç, her şeyden önce bir zihniyet dönüşümüne gönderme yapmakta, bunu referans almaktadır. Zihniyet dönüşümleri ise insan ve çevreye bakışımızı, algılayışımızı ve kavramlaştırmamızı sağlayan etkenlerin hem sonucu hem de yekûnudur.
Siyasal modernleşmenin önemli neticelerinden birisi, belki de en önemlisi ideolojik dönüşümdür ki, bunun da var olabilmesi için teknolojik gelişme ve sıçrama hemen hemen vazgeçilmez bir önemdedir. Kabul edilmelidir ki, zaman bizatihi değişen ve değiştiren bir süreç olduğu için tüm toplumsal olgular bu hakikate bağlı olarak biçim almakta ve dönüşmektedir.
Ancak dönüşüm ve hatta değişim bizzat soyut açıdan ele alındığında yönsüz oldukları, dolayısıyla her tarafa ve her duruma kapı aralayacakları iyi bilinmelidir. Şayet değişime gelişme odaklı sınırlama getirilmez, dönüşüme alan çizilmezse, ileri doğru gittiğini düşünen toplumların hızla gerilemeye, geriledikçe de dağılmaya yüz tuttukları acı bir şekilde görülecektir.
Bu itibarla, siyaset gelişmenin yönünü belirlemeli, dönüşüm dinamiklerinin haritasını milli bir perspektifle ele almalıdır. Yaşadığımız deneyimler, Türk siyasetinin sınırsız ve yönsüz bir değişim rüzgârına kapıldığını, bunun ezbere dayandığını, el yordamıyla yapıldığını ve doğal mecrasından çıktığı için gerilemeye yol açtığını göstermektedir.
Kazanırken kaybetmek, usta olmakla övünürken çırak dahi olamamak, öne geçtiğini sanırken arkaya düşmek, çözüm sözleri kutsanırken çöküşe sürüklenmek ve demokrasi derken otoriterleşmeye yelken açmak işte böyle bir şeydir. Aslında siyasetin yapısal hastalığı, kavga ve sorun üreten kurgusu dünden bugüne intikal eden sosyal ilişkilerin ve zıt kutuplara tutunmuş zihniyetlerin örnekleriyle maluldür.
MAĞDUR İKEN MAĞRURLAŞANLAR HALKI EZİYOR
Mağdur iken mağrurlaşmanın, ezilirken ezen ve dışlayan bir konuma gelmenin birçok örnek ve simasını siyaset hayatında görmek mümkün olmuştur. Türk siyaseti uzun ve çetrefilli bir süreçten geçmiş, ağır sorunlar ve olaylarla karşılaşmış, çatlaklar ve çatırdamalar eşliğinde bugünlere ulaşmıştır.
Bilhassa 1.Meşrutiyet’ten itibaren devlet ve toplum hayatında şekillenen blok ve taraflar siyasetin yönünü tayin etmiş, sonraki yılların çerçevesini çizmiştir. Osmanlı modernleşmesinin son dönemi olan 1880’li yılların sonundan itibaren, Türk siyaseti merkezde pozisyon almış unsurlar tarafından belirlenmiştir.
Merkezin karşısında konumlanan çevrenin ise 1950’li yıllara kadar geri planda kaldığı ve siyasal süreçlere müdahil olacak bir kıvama gelemediği yaşanılan tecrübelerle sabittir. Bir yönüyle Türk siyaseti; merkezle çevrenin hiç bitmeyecek gerilim ve mücadelesine sahne olmuş, karşılıklı hamleleriyle bugünlere uzanmıştır.
Ancak belirli bir eşikten sonra, bu iki siyasal ve sosyolojik alan kendi içinde bölünmeler yaşamış; merkezin içinden çevre, çevrenin içinden de yeni bir merkez meydana gelmiştir. Türk siyasetinin karşılaştığı sorunları anlayabilmek, Türkiye’nin sağlıklı analizini ve ayakları yere basan çözüm reçetelerini hazırlayabilmek için mutlaka yeni merkezdeki çevreyi, çevredeki merkez unsurları gözlemek ve bunlarla temas halinde olmak lazımdır.
SİYASETİN MERKEZİNDE İNSAN OLMALIDIR
Milliyetçilik; çevrenin taleplerini merkeze taşıma iddiasıyla; dışlanmış, hakkı yenmiş, mağdur edilmiş veya kenara itilmiş kim varsa yanında olmalı ve onlarla bütünleşmelidir. Bunun için milliyetçi fikriyatımız sürekli alan açarak ilerlemeli, milli ve manevi ilkelerin yol göstericiliğinden ayrılmayarak, sessiz duran, ama şikâyet ve feryatları içten içe birikmiş insanlarımızın tercümanı olmalıdır.
Hepinizin bildiği gibi siyasetin hedefinde de, merkezinde de insan vardır ve olmalıdır. Nerede bir insan varsa, nerede bir sorundan bahsediliyorsa; siyaset bunlara dikkatini vermeli ve çıkış yolları bulmalıdır. Günümüzün siyaset algısı ve ulaştığı seviye bunu gerektirmektedir.
Sorunların bir kısmını göz ardı ederek, yalnızca belirli alanlara ilgi göstermek, diğerlerini yok saymak eksik ve kusurlu bir siyaset anlayışının sonucu sayılmalıdır. Millet dediğimiz muazzam kudret; yalnızca tarihi akışın içinde sosyal ve kültürel bir beraberliğin adı değil, aynı zamanda bir arada yaşamayı istemiş olmanın gereği olarak, politik bir uzlaşmanın da eseridir.
Ve bu uzlaşmanın yaşandığı devlet ise soysal, kültürel ve politik ittifakın resmiyet kazanmış kurumsal yapısını temsil etmektedir. Bu itibarla, çağdaş bir yönetimde ne ferdi toplumun içinden çıkartıp yalnız başına soyut bir değer olarak tanımlamak gibi bir anlayış geçerli olabilecektir, ne de tek tek insanın dikkate alınmadığı bir toplum algısı siyasetin konusu olabilecektir.
Tarih boyunca insan olmanın bitmek tükenmek bilmeyen arayışları elbette ki bugün de ve daha şeffaf olarak ve demokratik talepler halinde devam etmektedir ve etmelidir. Nasıl yaşayacağına, nasıl barınacağına, nasıl besleneceğine yönelik temel hayat ihtiyaçlarının yanı sıra, insanlık artık haklı olarak, nasıl yönetileceğini, kimlerin kendisini yönetmesini istediğini, hangi haklara sahip olacağını da belirleme gücüne ve katılım yetkisine sahip olmuştur.
Yalnızca demokrasilerin sunabileceği bu tarihi imkânlar ve tercih etme seçeneği şüphesiz ki beraberinde siyaset anlayışlarına ve siyaset adamlarına kıyasıya bir rekabet ve yarışma da getirmiştir. İnsanlar kendilerine ulaşan sayısız mesajlar arasından yaşantılarına ve beklentilerine yakın ve ikna edici bulduklardan birini tercih ederek geleceklerini belirleme fırsatını bulabilmektedirler.
Daha onurlu, daha tok, daha özgür, daha kudretli, daha güvenli, daha kaynaşmış gibi sayısız ve karmaşık insani ve toplumsal beklentilere cevap vereceğine inandığı siyaset anlayışını iktidara getirmektedirler. Elbette ki bu tercihleri yapan fertlerin, içinde bulundukları gerçek hayat şartlarının etkisi olduğu kadar, kendilerine ulaşan propagandanın, karartmaların, aldatmaların, istismarların ve hatta küresel dayatmaların da etkisinin olduğunu unutmamak lazımdır.
Ne var ki buna rağmen siyasetçinin bir görevi de, tek tek fertlerden meydana gelen ve bir arada bulunarak toplumu oluşturan beşeri varlığın içindeki doğal “ben ve biz” algısını bozmadan bir ahenk içinde yaşatabilmektir. Bu nedenle millet oluşumunu ve millete şuurla bağlılığın tanımı olan milliyetçiliği esas alan bir siyasi hareket olarak, fertlerin sorunlarını çözerek milletimizin de sorunlarını çözecek, millet eksenli ve insan odaklı bir anlayışı tercih etmiş olacağız. Bundan da asla vazgeçmeyeceğiz ve geri durmayacağız.
AĞIRLAŞAN MESELELERE BAKARAK UMUTSUZLUĞA KAPILAMAYIZ
Bugün ağırlaşan meseleler karşında milliyetçiliğin ve milliyetçi düşüncenin umutsuzluğa kapılması söz konusu değildir. Zira milliyetçilik başlı başına ümit, çare ve milli değerleri zirveye çıkarma iddiasıyla anlam bulan, mensubiyet bilinciyle kanatlanan birlikte yaşama inanç ve kararlığıdır.
Milliyetçilik ne birilerinin sandığı gibi ırkçılık, ne de zamanı geçmiş, miadı dolmuş bir ideolojidir. Nitekim milliyetçilik, sürekli yenilenen, devamlı geleceğe varma ve geleceğin resmini bugünden çizme arayışında olan, insan ve toplumu ayırmadan birlikte ele alan geniş ufuklu ve yüksek vizyon sahibi bir anlayışın ta kendisidir.
Bunun için milliyetçiliğin önemi büyüktür, milliyetçiliğe ihtiyaç çok fazladır. Kim olduğumuzu unutmamanın, tarihsel köklere bağlılığımızın, bin yıllık kardeşlik hukukuna sadakatin ve üzerinde yaşadığımız vatana sevginin yolu milliyetçi duyarlılık ve kabulden geçmektedir.
Gelişen ve hızla çeşitlilik gösteren sosyal, kültürel ve siyasal ilişkileri anlamış, çağın eğilimlerini fark etmiş ve bunları milli tercih ve yaklaşımlarla ele almış bir milliyetçi bakışın zorda kalması düşünülemeyecektir. Milliyetçilik ormana bakarken ağaçları görmemezlik yapmaz, yapmayacaktır. Veya ağaçlara odaklanıp ormanı görmemezlikten de gelmeyecektir.
Yapay sorunların peşine takılarak gizli gündemlerini hayata geçirmekle meşgul olan, çözüm diyerek yıkımı ve yıkılmayı tetikleyen siyaset pratiklerinin milliyetçiliği anlaması zaten eşyanın doğasına aykırı olacaktır.
MHP EN ESKİ İKİNCİ PARTİDİR
Milletimizin gönlünde cevap bulmuş ve yaygınlaşmış siyaset alanı yatay siyasetin omurgasını oluştururken, uzmanlaşmış kadroların süreçleri, durumları ve geleceği yorumlayan vizyonları ise dikey siyasetin gücünü artıracaktır. Bu yolla hem toplumsallaşma mümkün olacak, hem de adına ve birlikte siyaset yaptığımız milletimizin sorunlarına ön almak ve çözüm bulmak söz konusu hale gelecektir.
Bu yatay ve dikey boyutları olan iki kanatlı siyaset yapılanmasını başardığımız ve ulaştığımız ölçüde yalnızca partimizin yükselmesini sağlamakla kalmayacağız, aynı zamanda, kalıcı olacak, kök salacak, geçici ve küçük başarılarla avunmayacak bir siyaset anlayışını ülkemize kazandırmış olacağız.
Aslında, ülkemizdeki siyasi partilerin onlu yıllarla tanımlanacak ömürleri dikkate alındığında, en eski ikinci siyasi parti olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu tavan ve taban arasındaki dengeyi başarmış olduğu ortadadır. Bu yönüyle de, her ne kadar bünyemizde bir siyaset ve liderlik okulunun güzel bir gününe tanık olmak için toplanmışsak da, aslında kırkdört yıllık duruşu, tavrı, ilkeleri, kadroları ve fikirleriyle Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurumsal yapısı ülkemiz için başlı başına ve rakibi olmayan bir siyaset ekolü ve okuludur.
Özellikle milli bekanın ağır tehditlere maruz kaldığı son yıllarda verilen tek başına mücadele, tarihi süreç içinde doğru okunursa varlığımızın ve mevcudiyetimizin milletimiz için anlamı ve önemi daha iyi anlaşılacaktır. Böyle bir tahlil ile ise, kimin hiçbir engelle karşılaşmadan milletimizi ayrıştıracağı, kimin hiçbir sorun yaşamadan küresel güçlere ülkemizi teslim edeceği; buna karşılık kimin milli kimlik, milli kültür, milli dil ve milli bekanın devamında bir vatan görevi yaptığı açıkça görülecektir.
Toplum ve devlet hayatımızdaki tahribat ve teslimiyetin boyutları dikkate alındığında, Milliyetçi Hareket Partisi, gönüllerinde yer bulmuş milletimizin fertleri ile, her seviyedeki kadrolarıyla, fikirleri ve duruşu ile Türkiye’nin bekasında mutlaka dikkate alınması gereken yegane kuvvet haline gelmiştir.
Bugün Milliyetçi Hareket Partisi, kırkdört yıllık uzun ve zorlu yolculuğun sonunda milletimizin gönlünde yer bulmuş ve kökleşmiş bir siyasi hareket olmuştur. Unutmayınız ki hedefe giderken yolumuza engeller çıkacaktır ve olması da beklenmelidir. Çünkü vereceğimiz mücadele çok radikal hedefleri amaçlamaktadır.
YERİ GELDİĞİNDE GEREKENİ YAPARIZ
Başarı kendiliğinden ortaya çıkacak doğal bir süreç değildir. Elbette ki bu zorlu ve mücadeleci bir şuuru gerektirmektedir. Vizyonu yetmeyenlerin menzillerinin tükendiği yerde terk etmeleri, hızlı koşanların soluk almak için duraksamaları ve hatta farklı etkilerin sonucu değişmeleri, dönüşmeleri, yılmaları, umutsuzluk ve yılgınlığa düşmeleri mümkündür ve beklenmelidir.
Ama bizim için bunlar bütünüyle yabancıdır, heyecanımızın ve millet sevgimizin karşısında anlamsız kalmaya da mahkûmdur. Kaldı ki milliyetçiliğimiz bunu gerektirmekte, şanlı ve onurlu mazimiz bunu şart koşmaktadır. Bizim milliyetçiliğimiz, Türk Milleti’nin tarih içerisinde yoğrulmuş olan milli değerleriyle, çağın birikimi olan gelişmeleri birlikte yaşatmayı milli ile evrensel, yerel ile küreseli birlikte değerlendirmeyi esas almıştır.
Her zaman söylediğimiz gibi; Türkiye sevdamız, Türk milleti sevgimizdir. Vatan, bayrak, kardeşlik ortak paydamız, bağımsızlık, demokrasi ve hürriyet kavgamızdır. Biz Çanakkale’de göğsünü siper eden neslin evladıyız. Türkiye Cumhuriyeti’ni önce kurtaran ve sonra kuran iradenin adıyız.
Biz ne başkalarının önünde diz çöker, bölücülere, canilere kucak açarız. Ne de aziz şehidine hakaret eder, teröristleri alkışlarız. Yurdumuzu canımızdan aziz bilir, gereğinde gözümüzü kırpmadan kendimizi feda ederiz. “Önce ülkem, sonra partim ve sonra ben” deriz ve yeri geldiğinde gereğini derhal yaparız.
''DAHA FAZLA NE YAPABİLİRİM?'' SORUSUNU KENDİNİZE SORUNUZ
Her zaman olduğu gibi, konuşmamın son kısmında, sertifika alacak olan değerli arkadaşlarıma kısaca hitap etmek istiyorum. Siyaset ve Liderlik Okulumuzdaki eğitimleriniz bugün son buluyor. Aldığınız eğitim bundan sonraki hayatınızda sizlere büyük katkılar sağlayacaktır. Ümidim budur.
Buradan edindiğiniz bilgi, görgü, deneyim ve sahip olduğunuz nitelikler, milli ve milliyetçi duruşunuzu daha da sağlam bir zemine oturtacaktır. İnancım buna yöneliktir. Araştıran, tartışan, disiplinli bir şekilde çalışan, soran ve sorgulayan, bilimsel şüpheciliği yöntem olarak belirlemiş bir anlayışın peşini ömrünüz boyunca bırakmayınız.
Daha fazla ne yapabilirim, daha çok ne üretebilirim sorularını sürekli olarak kendinize sorunuz. Türkiye’nin geleceği, Türk milletinin varlığını sürdürmesi, mutlaka sizler gibi değerli arkadaşlarımın yoğun ve gayretli çalışmaları sayesinde gerçekleşecektir. Türklük, milliyetçilik ve milli değerlere sahip çıkmada hiçbir zaman geri durmayınız.
İçinde eğitim aldığınız salonlara isimlerini verdiğimiz Merhum Prof. Dr. Erol Güngör ile Merhum. Prof. Dr. Mehmet Eröz Beylerin açtığı yolda ve verdikleri ilham ile fikirlerinizi olgunlaştırınız. Yalnızca sizler değil, temiz bir geçmiş, yüksek bir vicdan ve namusa sahip her vatandaşımız, ilke ve ülkülerimizi de benimsemiş ise aradığı hizmet, huzur ve kardeşlik ortamını Milliyetçi Hareket Partisinde mutlaka bulacaktır.
Bu vesileyle, sizleri bir kez daha kutluyor, çalışmalarınızda üstün başarılar diliyorum. Eğitim dönemi boyunca katkılarını esirgemeyen değerli misafir öğretim üyesi arkadaşlarıma ve emeği geçenlere tekrar teşekkürlerimi sunuyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
|