İslam Alemi son on bir yıldır olduğu gibi bu sene de kan ve gözyaşı içinde bir Ramazan Bayramı geçirdi.
Körfez savaşıyla yakılan ateşin Afganistan, Irak, Tunus, Libya, Yemen, Suriye ve Mısır derken yıllar içinde tüm coğrafyayı nasıl içine alıp kana katliama boğduğunu ve her yeri harabeye çevirdiğini hepimiz gördük.
Birlikteliğini kuramamış İslam ülkelerini daha da ufalamaya dönük bu projenin adı Büyük Ortadoğu Projesi'dir.
Ve bu proje, Pakistan'dan Fas'a kadar bölgedeki tüm ülkeleri etnik ve mezhebi yapılarına göre "Federal sisteme" dönüştürmeyi amaçlamaktadır.
Bu projenin yöntemi “özgürlük, demokrasi ve insan hakları” adıyla yürütülen ayrışma, bölünme ve çatışma ile Müslümanı müslümana kırdırtmadır.
Aksini iddia eden varsa yukarıda adını verdiğim ülkelerin içine düşürüldüğü durumlara baksın.
Bu kirli ve klasik projenin özeti “Böl, parçala, yönet...” sisteminin güncellenmiş halidir.
Ölenin “Allah”, Öldürenin “Allahuekber” diyerek savaşması sonucu son 11 yıllık bilançoda 2 Milyon Müslüman ölüyor. 16 Milyon kişi dul, yetim ve öksüz.
Fitne fesata uğrayan Müslüman’ın Müslümanı öldürmek için sadece silaha harcadığı kaynak 3. 3 Trilyon dolar.
Türkiye'nin 2012 yılında ürettiği tükettiği, aldığı sattığı Gayri Safi Yurt İçi Hasılası olan 8oo milyar doların tam 4 katı.
Aynı Allah’a, aynı Peygambere ve aynı kitaba inanmalarına rağmen etnik ve mezhebi ayrılık tuzağına düşüldüğünde toplumların birbirini nasıl boğazladıkları en acı şekilde coğrafyamızda yaşanmaktadır.
Bölgeyi insan katliamı labaratuarına çeviren BOP’un ardında ne demokrasi, ne insan hakları nede özgürlük yatıyor.
Hepimiz çok iyi biliriz ki,
"Devletlerin daimi dostu ve düşmanı yoktur, aslolan çıkarlardır."
Hele ki Emperyalist batılı ülkeler için.
Bizimde içinde bulunduğumuz Ortadoğu ve Arap coğrafyasındaki olup bitenleri idrak için İnsanın süper zekâ olmasına gerek yoktur.
11 yıllık gelişmelere baktığımızda, asıl amacın, halkını ikna becerisine sahip yönetilebilir devlet adamlarını işbaşına getirmek olduğu gayet açık ve seçik ortada.
Partizanlık ve yandaşlıktan uzaklaşıp objektif bir gözle bakıldığında, Türkiye’nin de etnisite ve mezhebi kamplaşmanın ateş çemberine doğru sürüklendiği görülecektir.
İktidarın ikna gücüne kenidi kaptırmış bir zümre, bin yıllık kardeşliği kana katliama boğacak raddeye ulaşan gelişmeleri “normalleşme ve demokratik hakların tezahürü” olarak görüyor.
Evrensel hukuk kuralları ve insan haklarını öne alan demokrasilerin olmazsa olmazı güçler ayrılığı ilkesidir. Buna rağmen Başbakan Erdoğan’ın “ben bu davanın savcısıyım” demesi ile belirginleşen İktidarın yargıyı yönlendirme çabası dahi AKP’ye oy verenlerin büyük kısmınca eleştirilemiyor.
Bu kesim, maalesef toplumsal güvenliğimize yönelik asıl tehlikenin hala farkında değil.
Bir kısmı ise günlük işlere kendini kaptırmış, debisi çok yüksek bir nehirde sürüklenen insanlar gibi, nereye doğru sürüklendiğini bilmeden sorgulamadan hızla akıp gidiyor.
Toplumun önemli bir kesimi de, Türk milletinin bekasının yanı sıra/ ziyade toplumun dini ritüellere doğru yönlendirildiği gerekçesini öne sürerek laiklik ve Cumhuriyetin kaybedilmesineden büyük endişe duyuyor.
Balyoz ve Ergenekon gibi toplumsal algıyı dönüştürmeye dönük davaların sonuçları bu kesimi karamsarlığa sürüklediği gibi iktidara karşı dahada hırçınlaşmalarının yolunu açtı.
Türk Ordusuna Genelkurmay Başkanlığı yapmış, seçkin ve diğer değerli komutanlar, bilim insanları, gazeteciler ve siyasetçilere terörist yaftası yapıştırılarak, adi bir terör suçlusu gibi ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildi. Bu durum İktidarı destekleyenlerin büyük bir kesimini intikam alırcasına memnun ederken, diğer kesimi oldukça tedirginliğe itmektedir.
Bölücü terör örgütü ile müzakereler sürüdürlürken, Ömrünü Millete hizmette geçirmiş asker ve sivillerin terör örgütüne üyelik ve hükümeti yıkmaya teşebbüs iddiasıyla özel mahkemelerde yargılanıp büyük cezalara çarptırılması bazılarını memnun ederken, toplum vicdanını kanattı.
Ne taraftan bakarsanız bakın, Türkiye bölücü terör, özel mahkemelerin kararları ve iktidarın uygulamaları konusunda ikiye bölündü.
İktidar ve destekçileri, birkaç dönem daha seçim kazanıp; yasama, yürütme ve yargıyı kaybetmemek için, baskı, yıldırma, hapis gibi bir çok girişimi mübah görüyor.
Bütün baskılara yıldırmalara rağmen milletin yarısından fazlası bu uygulamalara direnç gösteriyor.
11 yıllık AKP iktidarının uygulamalarına bakıldığında; Erdoğan’ın Milletin tamamaının değil, sadece partisine oy verenlerin hükümeti olduğunu her fursatta ortaya koyduğu görülmektedir.
Buna karşın CHP’in 1938 sonrası anlayışından vazgeçmediği, milletin manevi değerlerinden uzak olduğu ve iç bütünleşmesini dahi sağlayamadığı için topluma güven vermediği ortada.
Türk Milletinin bir kesimi daha önce gördüğü dışlanma, baskı ve zulümden intikam alırcasına, bu dönem diğer taraf üzerine uygulanan aynı baskı dışlanma ve zulmü onaylaması bu toplumu huzur ve rafaha götürmez.
Milletin huzur ve refahı farklılıkları öne çıkartıp baskın olmaktan değil, ortak değerleri öne alıp ortak akılla birlikte yaşamaktan geçer.
Sona eren Ramazan Bayramınızı tekrar kutlar, Türk- İslam Aleminin uyanıp ayağa kalkmasına ve emperyalist emellere taşeronluk yapan devlet yöneticilerini başlarından atmasına vesile olmasını dilerim |