MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Ergenekon davasıyla Peygamber Ocağı TSK'ya terörist muamelesi yapan AKP Hükümetini eleştirerek, ''Türk Askerine Türk Devletine ve kendisine karşı yapılan Ergenekon tezgahının hesabını Türk Milleti mutlaka AKP'den soracaktır.'' dedi.
Devlet Bahçeli, ''TSK’nın terör örgütüyle eşdeğer görülmesi, şerefli isminin terörizmle bir anılması ve bu Peygamber Ocağı’na terörist yetiştiren çete muamelesi yapılması en nazik ifadeyle müfterilik olarak damgalanacaktır. Türk milleti, bu ahlaksızlığı ve rezil tezgahı inanıyorum ki bağışlamayacak ve kimsenin de yanına bırakmayacaktır.'' dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, basın toplantısı yapmadan önce Sincan Cezaevi'ne giderek, Balyoz davasından tutuklu olan MHP İstanbul Milletvekili Engin Alan'ı cezaevinde ziyaret etti. Bahçeli, yaklaşık bir saat süren ziyaretinde Engin Alan Paşa ile sohbet edip durum değerlendirmesi yaptıktan sonra şimdiden bayramlaştı.
MHP GENEL BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ'NİN BASIN TOPLANTISI KONUŞMASI
Bugün, Özel Yetkili İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi’nin Ergenekon Davası kapsamında verdiği kararlarla birlikte, ağırlaşan iç ve dış meseleler hakkındaki yorum ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Kamuoyunca ‘Ergenekon Davası’ olarak bilinen hukuki süreç, 12 Haziran 2007 tarihinden bu tarafa ülke gündemini birinci dereceden etkilemiş ve üst seviyede meşgul etmiştir.
Bu tarihte alınan bir ihbar telefonuyla İstanbul Ümraniye’deki bir evde yapılan aramalar sonucunda 27 el bombası ele geçirilmiş ve arkasından yakın tarihin en uzun, en tartışmalı, en meşakkatli ve en çok konuşulan hukuki süreci başlamıştır. Yıllar içinde ardı arkası kesilmeyen operasyon dalgaları, evlere şafak vakti yapılan baskınlar, şüpheli olarak görülenlerin yaka paça tutuklanmaları, özel hayat ihlalleri, telefon dinlemeleri, fişlemeler, itibarsızlaştırma hamleleri hepimizin gözü önünde vuku bulmuştur.
Görülen sözde darbe davasının karar günü olan 5 Ağustos 2013 gününe kadar 23 ayrı dosya ana davayla birleştirilmiştir. Binlerce sayfalık iddianame yazılmış, yüzlerce kişi mahkeme salonlarında ecel terleri dökmüş, yıllarca süren yargılamalar yapılmıştır. Geçen uzun zaman zarfında cezaevinde hastalananlar, hatta mahkeme sonuçlanmadan vefat edenler bile yaşanmıştır.
Yerli ya da yersiz, haklı ya da haksız sanık olarak gösterilen kişilere yöneltilen suçlamalar Türkiye’nin adeta üzerini örtmüş, toplumsal güvene ve adaletin inandırıcılığına ağır hasar vermiştir. Yargılamalar uzadıkça tartışmalar alevlenmiş, yanlı ve tarafgir değerlendirmeler arttıkça kutuplaşmalar zincirlerinden boşanmıştır. Ergenekon Davası’na konu olan iddialar ne kadar önemli ve ciddiye alınması gerekli ise de, adaletin üzerine düşen siyaset gölgesi, geçmişle hesaplaşma ve rövanş alma hedefleri söz konusu davanın sulanmasına ve yıpranmasına hizmet etmiştir.
Doğru ve yanlış bu kapsamda birbirine girmiş ve aralarındaki ayrım oldukça incelmiştir. Darbe iddialarıyla ilgili kuşkular kuvvetli delillerle desteklenememiş, sağlam ve güvenilir tanıklarla güçlendirilememiştir. Bilindiği üzere, gizli tanık eziyeti Ergenekon Davası’ndaki kararların, tekemmül ettirilen hükümlerin oluşmasında hatırı sayılır bir fonksiyon icra etmiştir. Nitekim ‘Parmaksız Zeki’ kod isimli teröristin görüşleri bile önemli ve kayda değer bulunmuş, Türk Silahlı Kuvvetleri bu şekilde zan ve töhmet altında bırakılmıştır.
Buna göre PKK militanları, Ergenekon Davası muhteviyatında sunulan fırsat ve imkânları boş çevirmemişler, dağda yapamadıklarını duruşma salonlarında, karanlık odalarda iftiralarıyla yerine getirmişlerdir. AKP iktidarının taraf olarak müdahil olduğu söz konusu dava, başından itibaren siyasal mülahaza, tesir ve telkinlere açık olmuştur. Adaletin ilke ve esasları hiç gözetilmemiş, hiç umursanmamıştır.
Usul konusunda kastı aşan yanlış ve yaptırımlar ne hükümeti ne de hukuk insanlarını vicdanen ve kanunen rahatsız etmemiştir. Silivri adeta Türk ordusunun yargılandığı ve silindir gibi üzerinden geçildiği zulümhaneye dönmüştür. Hepsinden daha da hazin verici olanı ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev almış, makam ve mevkii olarak bu kurumun zirvesine tırmanmış değerli şahsiyetlerin terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanması olmuştur.
TSK’nın terör örgütüyle eşdeğer görülmesi, şerefli isminin terörizmle bir anılması ve bu Peygamber Ocağı’na terörist yetiştiren çete muamelesi yapılması en nazik ifadeyle müfterilik olarak damgalanacaktır. Şüphesiz AKP hükümeti ve tüm hücrelerine kadar zehirlediği adalet müessesesi tescilli ve kanlı asıl teröristbaşını aklama derdine düşerken, Genelkurmay Başkanlığı yapan saygın isimlere terör örgütü çamuru sıçratması ve örgüt yöneticiliği iftirasını reva görmesi ahlaksızlıktır.
Türk milleti bu rezil tezgahı inanıyorum ki bağışlamayacak ve kimsenin de yanına bırakmayacaktır. Anlaşılan Nemrut Mustafa Paşa Divanı deyim yerindeyse on yıllar sonra tekrar harekete geçmiştir. En alt rütbeden en üste kadar her seviyedeki Türk askeri, darbeci ve darbe teşebbüsüyle itham edilmiştir. Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, sanatçılar, siyasetçiler, işadamları, emekliler darbeci yaftasına maruz kalmışlardır.
Masumlarla suçlular birbirine karıştırılmış; darbe kafesine, darbeci safına sağlıklı ve objektif bir tasnif yapılmadan muhalif özellikleriyle bilinen birçok kişi konulmuştur. Bu nedenle doğru bir şekilde başlayan, gerçek manada darbenin ve darbecilerin üstüne gitmesi gereken yargı süreçleri, ilerleyen yıllarda bağlayıcılığını ve inandırıcılığını hem ahlaken hem de hukuken yitirmiştir.
Görüldüğü kadarıyla ülkemizin sırtındaki kambur daha da büyümüş ve Silivri’yle birlikte daha da sivrilmiştir. Tabiidir ki, adalete bağlılık, toplumsal işbirliği ve sosyal ahenk derin ve tedavisi güç bir yara almıştır.
ERGENEKON DAVASINDA HUKUK ZİHNİYETİNDE OLMAMASI GEREKEN YORUMLAR YAPILDI
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Ergenekon Davası kapsamında yargılanan birçok kişiye ceza yağdırmış ve önüne gelene mahkûmiyet vermiştir. 66’sı tutuklu olmak üzere 275 kişi hakkında belirlenen kararlar açıklanmıştır. Mahkeme heyeti, özellikle ağırlaştırılmış müebbet ceza verme konusunda çok bonkör davranmış ve hukuk zihniyetinde olmaması gereken yorumlarda bulunmuştur.
Yargılananlar arasında bulunan 3 kişiye iki kez olmak üzere ağırlaştırılmış müebbet, 7 kişiye ağırlaştırılmış müebbet ve 9’nu da müebbet ceza verilmiştir. Bu çerçevede 254 kişi değişik cezalar almış, 21 kişi suçsuz bulunmuş ve 16 kişi de tahliye edilmiştir. Israrla söylediğimiz gibi, hukukun kararlarına saygı duymak hepimizin uyması gereken başlıca kuraldır. Ancak hukuk her şeyden önce saygıyı ve riayeti de hak etmelidir.
Tarafsızlığı kalmamış, objektifliği tarumar olmuş bir hukuk anlayışına saygı duymak ve kararlarını vicdanlarda onaylamak hiç şüphesiz akla ve mantığa aykırıdır. Ergenekon Davası’nda, dayanaksız şüphelerden ve mesnetsiz delilerden hareket edilerek varılan sonuçlardan, aşırı ve ölçüsüz cezalardan malum bir azınlık dışında kimse memnun kalmamış ve olağan görmemiştir. Halbuki yandaşlar verilen uçuk ve kaçık cezalara sevinmiş ve neredeyse bayram etmişlerdir.
ERGENEKON DAVASI İLE AKP; TÜRK MİLLETİ DEVLETİ VE ASKERİYLE HESAPLAŞTI
AKP hükümetinin ise bir tek havalara uçmadığı, şenlik düzenlemediği kalmıştır. Hükümet sözcüsü Başbakan Yardımcısı alay eder gibi, ‘herkese geçmiş olsun’ diyerek yargının kararına saygı duyulması gerektiğinden bahsetmiştir. Başbakan’ın en yakınında bulunan bir danışmanı da, bu davanın Türk demokrasisinin geleceği açısından önemli bir dönüm noktası olduğunu ifade etmenin yanında, bir hesaplaşma olduğunu da belirtmiştir.
Evet, doğrudur, Ergenekon Davası Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır. Çünkü; Hesabı görülen Türkiye’dir. Hesabı görülen Türk milletidir. Hesabı kesilen Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Hesaplaşılan, hesaba çekilen ve hesap sorulan vesayet, statüko, darbe kılıfıyla Türkiye’nin temel ve milli kurumlarıdır. AKP hükümeti küresel ve bölgesel projeler gereğince Türk Silahlı Kuvvetleri’ne operasyon yapmış, hukuku baltalamış ve Türkiye’nin kanına girmiştir.
Şimdi Başbakan veya görevlendireceği birileri çıkıp şu soruların cevaplarını bize vermelidir. Hükümetin atadığı, Başbakan ve Cumhurbaşkanıyla iki yıl boyunca aynı mesaiyi paylaşan Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması doğru ve yerinde midir? Bu müebbet ceza verilmesi demek, Sayın Başbuğ ve onun gibilerini demir parmaklıklar ardında ölüme mahkûm etmek değil midir?
Başbakan’ın bile şikayet ettiği örgüt yöneticiliği suçlamasından dolayı, bu değerli komutanın yargılanması bırakınız adaleti, insanlığa sığacak mıdır? İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi; hangi delil, tanık ve belgelere dayanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin cebir ve şiddet kullanılarak ortadan kaldırılacağı veya görevlerini yapmasını kısmen ve tamamen engelleneceği kanısına varmıştır? Cebir nerededir, şiddet nerede yaşanmıştır?
Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, iki yıl boyunca kendilerine sözde cebir ve şiddet uygulayan birisine nasıl katlanmışlar, buna nasıl dayanmışlardır? Devletin tepesinde bulunan bu iki kadim arkadaşın akılları o zamanlar acaba nerededir? Değil mi ki Türkiye Cumhuriyeti hükümetini malum isimlerin cebir ve şiddetle devirme teşebbüsü sabit görülmüştür, değil mi ki bir örgütün varlığına hükmedilmiştir; o halde Başbakan ve hükümeti hangi maksat ve gerekçeyle İlker Başbuğ’u Genelkurmay Başkanlığı görevinde tutmuştur?
GKB İLKER BAŞBUĞ İMRALI CANİSİ İLE AYNI CEZAYI ALDI. ŞEREF İLE ŞEREFSİZLİK NASIL AYRIŞTIRILACAK?
Sayın Başbuğ, tıpkı İmralı canisi gibi müebbet ceza aldığına göre, şerefle şerefsizlik, şeytanla melek, caniyle kahraman nasıl, ama nasıl ayrıştırılacaktır? Bu olanların neresini doğru görelim, neresini kabullenelim? Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiği ilan ve iddia edilenlere acımasızca cezalar verilmiştir de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmaya ve yok etmeye çalışanlara ne hakla, ne cüretle ve ne bahaneyle kucak açılmış, pazarlıklar yapılmış ve yapılmaya da devam edilmektedir?
Karar merciindeki hukuk insanları aleniyet kazanan ihanetlere, resmiyet kazanan bölücülüğe, kurumsallaşan en adi ve cani suçlara neden sessiz, neden tepkisiz ve hangi akla hizmet put gibi durmaktadır? Türkiye kötüye değil, çok kötüye doğru hızla gitmektedir. Bizi millet halinde bir arada tutan ve aynı zamanda devletin alâmetifarikası olan hukuk ve adalet linç edilmektedir.
Ülkemiz askeri darbe dönemlerinden sonra, sivil nitelikli bir darbeyle karşı karşıyadır. Kimsenin kimseye güveni, kimsenin kimseye hoşgörüsü kalmamıştır. Mahkemeler AKP’nin arka bahçesi haline getirilmek istenmiştir. Başbakan Erdoğan çete mantığıyla devlet ve hükümet yönetmektedir. Hoşuna gitmeyen, aklına yatmayan, kafasının bozulduğu, hareketlerini tasvip etmediği, eleştirilerinden bunaldığı, tipini sevmediği, sesini beğenmediği, siyasi tercihini benimsemediği kim varsa tuzaklar kurmakta, ya darbeci ya da demokrasi karşıtı olarak lanse etmektedir.
Balyoz Darbe Planı kapsamında cezaevinde bulunan ve bugün de ziyaretini gerçekleştirdiğim İstanbul Milletvekilimiz Sayın Engin Alan’a Başbakan’ın kin ve garez dolu sözleri hala hatırımızdadır. Şu sözler bizzat Başbakan’dan işitilmiştir: “Bu ülkenin Başbakanı, soruyorum sizlere, bir anma törenine gider de, bir korgeneral ayağa kalkmaz mı? Kalkması gerekir, kalkmadığı anda da tabi bedelini öder, o ayrı bir mesele. Zaten de bedelini ödedi.”
İşte bu ifadeler, adaletin canını alan, kişisel öfke ve kızgınlıklardan dolayı ömürlerini Türk milletine adayanların hayatını zindana çeviren karanlık emellerin suçüstü halidir. Başbakan Erdoğan Sayın Alan’a bedel ödetmek, birlikte görev yaptığı Sayın Başbuğ’a haddini bildirmek için darbe davalarını paravan olarak kullanmış ve tüm hatlarıyla da saldırmıştır.
Böylesi bir hukuk zihniyeti, böylesi intikamcı bir bakış, böylesi ilkel bir tavır demokrasiyle bağdaşmadığı gibi, inançlarımızın hiçbir yerinde de yoktur. Başbakan Erdoğan ve hükümeti ne yapmış, ne etmiş geçmişin hıncını eğip büktükleri demokrasi beyanlarıyla çıkarmanın arayışına koyulmuştur. Şimdilik başarmışlar, şimdilik sonuç almışlardır.
Ne var ki, hukukun objektifliğini kaybetmesi, ön yargılı kararlara imza atması büyük badire ve belalara davetiye çıkaracaktır. Hukuk devletine olan itibar ve hürmetin gölgelenmesi, keyfi ve zorlama kararlarla insan hayatlarının karartılması gün gelecek misliyle muhataplarına geri dönecektir. Tarihin her devrinde geçerli olan bu insanlık kuralını kimsenin unutmaması lazımdır.
Hukuk herkes içindir ve herkese bir gün öyle ya da böyle gerekli olacaktır. Bugünün mağrurları, bugünün zorbaları, bugünün insafsızları ve bugünün azgınları şayet böyle giderse, gün gelip de mahkum olduklarında kimsenin yüzüne bakamayacaklar, kimseden de anlayış ve hoşgörü bulamayacaklardır.
TÜRK ASKERİNİ SÜREKLİ DARBECİ DİYE SUÇLAYARAK SİNDİREMEZSİNİZ
Darbelere karşı durmak, darbelere karşı çıkmak, darbecileri hukuken etkisiz bırakmak demokrasinin ve insanca yönetim tercihinin zorunlu bir yönüdür. Silah zoruyla millet iradesinin gaspı, demokratik müesseselerin saygınlığına leke sürülmesi tasvip etmediğimiz ve asla benimsemediğimiz bir sapma halidir.
Ülke olarak yarım yüz yıl önceki hadiseleri durmadan konuşarak, olaylardan husumet çıkararak ve üstelik istismar ederek bir yere varmamız beklenmemelidir. Bugünkü ülke yönetimini elinde tutanlar üç darbeye şu ya da bu şekilde şahitlik etmişler ve ceremesini çekmişlerdir. Üç ihtilal, iki muhtıra yaşayan bir neslin ferdi olarak, demokrasinin derinleştirilmesini, temsil ve yönetimde adaletin sağlanmasını, çoğulcuğun azınlığa tahakküm kurmamasını çok önemsiyorum.
Milliyetçilikle demokrasinin kesişen ve üst üste çakışan yolunda gerçek anlamda huzur, esenlik ve özgürlük olduğunu düşünüyor ve buna içtenlikle inanıyorum. Şurası da iyi anlaşılmalıdır ki, demokrasiyi savunmak konusunda hiç kimse yalpalamamalı, gayri meşru yönetim ve oluşumlara hiç kimse hareketsiz durmamalıdır. Öncelikle Türkiye’nin ara rejim dönemlerinden ders alınmalı, siyasetteki tıkanıklıkların, aşınmaların, egemenliğin kullanımındaki çarpıklıkların nelere mal olduğu ve olacağı unutulmamalıdır.
Bu yüzden darbe teşebbüsüne kalkıştığı tam ve kesin emarelerle, şahitlerle, bilgi ve bulgularla belirlenenlerin, darbeye çanak tuttuğu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde teyit edilenlerin üzerine kararlılıkla gidilmelidir. Ve de en ufak bir taviz ve gecikme hali gösterilmemelidir. Parti olarak, darbelerin ülkemiz ve milletimiz açısından ağır maliyetlere neden olduğu ve demokrasinin önemli oranda zedelendiği dönemleri yaşayarak biliyoruz.
Şunu da kabul etmeliyiz ki, darbeci bile olsa, kişilerin insan olmaktan doğan hakları vardır ve bu asla yabana atılmamalıdır. Hukuki süreçler açık ve şeffaf olmalı, hiç kimseye işlemediği bir suçla ilgili ceza layık görülmemelidir. Farklı zamanlarda ifade ettiğim gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde eğer varsa darbecilerin ayıklanması da yapılmalıdır. Fakat her fırsatta Türk askerini darbeci diyerek sindirmeye ve şüphe altında bırakmaya da kimsenin hakkı yoktur.
Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin yanında olan, Türk milletinin birliği ve varlığı için ölümü bile göze alan Türk ordusunun yüzlerce yıllık şahsiyetiyle oynamak, rencide etmek hainler, teröristler ve emperyalist maskaralık dışında hiç kimseye bir şey kazandırmayacaktır. Bu gerçekleri göz önüne alarak Ergenekon Davası’nın temyiz aşamasında, Yargıtay’daki değerli hâkimlerin suçsuz ve günahsızların aklanması ve temize çıkması konusunda üzerlerine düşen tarihi sorumluluğu yerine getireceklerini, hukukun saygınlığını tekrar kazanması için ellerinden geleni yapacaklarını düşünüyor ve bunu ümit ediyorum.
Şu nazik ortamda, Silivri’deki hesabın Yargıtay’dan dönmesi milletimizin en acil beklentisi haline gelmiştir. Bilinsin ki, Türk askerini darbeci, provokasyoncu, suçlu, örgüt üyesi, terörist olarak göstermeye çalışan AKP-PKK ve hıyanet güruhunun hayal kırıklığıyla sarsılacakları ve mutlaka da kaybedecekleri günler çok uzak değildir.
SINIRLARIMIZDA TÜRKİYE'NİN EGEMENLİK HAKLARI ÇARÇUR EDİLDİ
Bugün mübarek Ramazan ayının son günüdür. Bu kutlu aydaki iç ve dış gelişmeler aziz milletimizi endişeye sevk etmiş, tedirgin ve üzgün olmasına yol açmıştır. Suriye sınırındaki şaibeli ve gayri meşru oluşum, hazırlık ve olaylar; Mısır’daki askeri darbenin aldığı boyut; Türkmen yurtlarındaki işlenen ve hepimizi acıya boğan cinayetler; Müslüman alemindeki durgunluk ve karışıklıklar iç meselelerimizin yanında dikkatle izlediğimiz hadiseler arasındadır.
Görülmektedir ki, sınır hattımız tam bir başıboşluğa terk edilmiştir. Ata binen, silahı kuşanan, bombayı lanetli vücuduna saran, gözünü kan bürüyen kaçakçısı, göçekcisi, teröristi, her neviden katili Türkiye’yi zehirli sarmaşık gibi sarmıştır. Sınırlarımız alarm vermektedir. AKP’nin müsahamakar ve aciz siyaseti, teröristlerle düşüp kalkan utanmazlığı tüm musibetleri mıknatıs gibi üzerimize çekmektedir.
Türkiye’nin egemenlik hakları çarçur edilmektedir. Türkiye’nin itibarı iki paralık olmaktadır. Türkiye’nin yaptırım gücü, devlet olmaktan kaynaklanan hakları, sünepe bir iktidar, işi gücü yalnızca dedikodu olan bir Başbakan tarafından harabeye çevrilmektedir. Sınırlarımız tıpkı arı kovanı gibidir. Sınırlarımız tıpkı delik deşik olmuş duvar gibidir.
Hayat ve varlık haklarımız yerlerdedir, kuvvet ve kudretimiz serbest düşüş halindedir. Özellikle sınırlarımızdaki il, ilçe ve köylerimizde yaşayan vatandaşlarımız can ve mal korkusunu aşırı şekilde yaşamaktadır. Ceylanpınar’da yaşananlar ve bu ilçemizde Suriye’nin kuzeyinden açılan ateş sonucunda vefat eden ve yaralanan kardeşlerimiz hepimizi kedere boğmuştur.
Başbakan Erdoğan ise bu kadar mesele varken, bu kadar tehlike ortadayken tencere-tava avcılığına soyunmuş, demokratik tepkilerini gösteren öğrencilerin peşine düşmüştür. Türkiye bu denli zillete, hakarete ve mahcubiyete mahkûm haldeyken, Başbakan Erdoğan iftar ve açılışlarda üfürmekle ve maval okumakla vakit geçirmiştir.
Gezi Parkı gerilimini sıcak tutarak oluşan siyasal cepheleşmeden azami derecede istifade etmeyi ve bu yolla baskıyı şiddetlendirmeyi planlayan Başbakan, Türkiye’nin milli güvenliğini ve milli bekasını da bölgesel ve küresel emrivakilere rehin bıraktığını göremeyecek kadar zihnen çürümüştür.
Sınırlarımızda kaçakçılar, kaçakçı görünümündeki teröristler, kaçakçıların arasına sızan kanlı eller belirli aralıklarla topluca saldırırken, Başbakan Erdoğan oralı bile değildir. Dün Suriye sınırında, Oğulpınar Hudut Karakolu sorumluluk sahasında tespit edilen 2500-3000 kişilik kaçakçı grup ile bir başka kaçakçı grup güvenlik güçlerimize alçakça saldırıda bulunmuştur. Olay mahallindeki bazı ev ve hanelerden de pompalı av tüfekleriyle ateş açılmıştır. Bunun sonucunda 18 askerimiz çeşitli yerlerinden yaralanmıştır. Bu vesileyle askerlerimize acil şifa dileklerimi iletiyorum.
Yaklaşık bir hafta önce aynı mahal ve mücavir alanlarda benzer bir provokasyon yaşanmış, kaçakçı olduğu iddia edilen kalabalık grup ikazlara aldırmayarak güvenlik güçlerimize saldırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti artık kaçakçılara bile diş geçiremeyen, hakkından gelemeyen ve haddini bildiremeyen zavallı bir duruma düşmüştür. Başbakan Erdoğan boşuna konuşmamalı, beyhude yere nefes tüketmemeli, büyük laf etmemelidir.
Kendisinin ancak gücü tencere çalan hanımefendilere, gösteri yapan gençlerimize, stadyumlarda bağıran taraftarlarımıza yetecek, zalimliği, kabalığı, nefret ve küfür saçan dili muhalif olarak gördüğü kişilere yönelik olacaktır. Zira Başbakan korkak, ürkek ve eziktir. Bırakınız teröristi, bırakınız bir başka şeyi; kaçakçıyla bile baş edemeyen, sınırlarımızın emniyetini sağlayamayan, insanımızın hayatını koruyamayan bir siyasetçinin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık makamında oturması hepimiz için züldür, vebaldir ve utanç vesikasıdır.
Türk milleti, dik durduğunu iddia edip yerlere kapaklanan, neredeyse çukur kazıp da içine saklanmadığı kalan bir gafilin Başbakanlığını hiç yaşamamış ve görmemiştir. Devlet eğer gerçekten devletse, hükümet eğer gerçekten hükümetse kaçakçıları, hainleri, topraklarımızı kirleten haramileri aramak, taramak, bulmak ve imha etmekle mükelleftir.
Bunun dışında her şey boyun bükmektir, alttan almaktır ve Türk devlet geleneğinde, Türk tarihinin hiçbir şanlı ve asaletle süslenmiş sayfasında böylesi bir atalet ve acziyet görülmemiştir. Geçmişte Uludere’de yaşananları normal karşılayan bir yönetim anlayışının kaçakçıyla, hırsızla, yasa dışı yollardan para kazanmaya çalışanlarla başa çıkması olmayacak bir şeydir.
Kim olursa olsun, bir devlet sınırlarındaki hukuksuzluklara göz yumamaz, tolerans gösteremez, vakay-i adiyeden kabul edemez. Tüm tarafları uyarıyorum ki, Türkiye; bedevi huyması, muz cumhuriyeti, eşkıyanın hüküm sürdüğü soytarılar diyarı ve onun bunun şamar oğlanı değildir, olmayacaktır, olamayacaktır. Bu konuda teminat büyük Türk milletidir. Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi tavizsizdir ve böyle kalacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olduğu müddetçe hiç kimse el ovuşturmamalı, AKP’nin tepesine binerek Türkiye’yi ele geçireceği zehabına kapılmamalıdır.
Merakımız odur ki, Başbakan Erdoğan kaçakçıları ve aralarına karışarak Türkiye’ye saldıran canileri ne zaman görecektir? Bu karanlık gecenin şafağı ne zaman sökecektir? Bu zulmet ne zaman sonlanacaktır? Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye’yi ne kadar da küçük düşürmüş, ne kadar da haysiyetiyle oynamıştır? Başbakan Erdoğan Türkiye’nin dünyada parlayan yıldız olduğunu söylerken baktığı nedir, gördüğü aslında neye benzemektedir?
Bu nasıl bir yıldızdır ki, sınırları kapkaradır. Bu nasıl bir yıldızdır ki, etrafı fitneyle çevrilmiştir. Bu nasıl bir yıldızdır ki, geleceği şimdiden puslanmış ve sis altında kalmıştır. Türkiye; kayıptadır, zarardadır, dardadır ve maalesef idam sehpasına çıkarılmaktadır. Türkiye; BOP’un ve eşbaşkanının esareti altındadır.
Gezi eylemlerine müebbetlik cezayı uygun gören ruhsuzlar, milletimizin birbirini ihbar ve şikayet etmesini tavsiye eden uğursuzlar ve bunlara kol kanat geren densizler, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni ve büyük Türk milletini bitirmeyi kafasına koysalar da hedeflerine ulaşamayacaklardır. Bu oyun bozulacaktır. Bu düzen tersine dönecektir. Kervan yağmacılarının, yol kesen anarşistlerin, gayri meşru istek ve gayretlerin sonu çok yakında gelecektir.
PKK TÜRKİYE'Yİ TEHDİT EDERKEN BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN AKLI BAŞKA YERDEDİR.
PKK iyice şirretleşmiştir. Tehditlerinin çıtasını inanılmaz boyutlara taşımıştır. Ne yazık ki, Başbakan ve hükümetinin gündemi başkadır, aklı başka yerlerdedir. Mursi’yi düşündüğü kadar Türkiye’nin derdinde değildir. Türkiye bölgesinde yalnızlaşan, bir başına kalan, herkesle düşman kamplara bölünen bir ülke haline dönüşmüştür.
Hatta Başbakan Erdoğan’a bakarsanız Dünya Türkiye’ye hasım ve karşıdır. Şu görüntü kirliliğine bakınız ki, AKP hükümeti terör örgütleriyle kader ve eylem birlikteliği yapmıştır. El Nusra’ya destek veren, PYD’ye kucak açıp süreç ihanetine dahil eden, PKK’ya el bebek gül bebek muamelesi yapan belidir ve o da AKP’den başkası değildir.
Hükümet öyle bir noktaya sarsıla sarsıla gelmiştir ki, PYD’ye özerk yönetim konusunda destek vermeyi bile vaat etmiştir. Basına yansıyan haberlerden anlaşılan budur. Yani, Türkiye’yi yönetmekle görevli Başbakan ve hükümeti ülkemizi sabote eden, bağımsız Kürdistan’ın kurulmasına basamak olan bir tutumun içine savrulmuş ve sürüklenmiştir.
Bu ayın sonunda Irak’ın Kuzeyi’nde yapılacak Kürt Ulusal Konferansı’nın, ilk etapta Filistin benzeri bir yapılanmayı konuşacağı ve bunun arayışında olacağı kamuoyuna yansımıştır. Başbakan Erdoğan bu yeni gelişmenin, bu yeni muammanın neresindedir? Bu düşüncede bir pay ve görüş sahibi midir?
Türkiye’nin yanıbaşında kıyamet koparken, Başbakan’ın sessiz kalması ve ayak sürümesi affedilir gibi değildir. Büyük Türk milletinin kahramanlıkla, akılla ve inançla kurarak vücut, ruh ve anlam verdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin, ebedi vatanında milli varlığını koruyabilmesi her geçen zorlaşmaktadır.
Türkiye’yi etnik, mezhep ve kültürel farklılıklar temelinde bir çekişme ve çatışma ortamına sürükleyen küflenmiş AKP zihniyeti, muhtemel felaket ve kayıpların hesabını asla veremeyecektir. Milli varlığımızın her şeyi demek olan Türk milletini ve bu yüksek kucaklaşma ve kaynaşma değerini oluşturan kültürel unsurları parçalamak ve parçalanmasına ortaklık yapmak suç olup ihanetten başka bir manaya gelmeyecektir.
Mübarek günlerin son günü olan Arefe’de, Başbakan Erdoğan yanlıştan dönecek irade ve kararı oluşturmalıdır. Özerlik, federasyon, konfederasyon ve son tahlilde bağımsızlık hülyasına kapılan bölücüler ve terör örgütüyle girdiği “Al-Ver” sürecinden çıkmalıdır. Mücadeleden mütarekeye, müzakereden de teslimiyetin dibine batan Başbakan ve yol arkadaşları; mahşeri vicdanda mahkûm olmak, isimlerinin hıyanetle ilelebet anılmasını istemiyorlarsa terörist severlikten, İmralı düşkünlüğünden ve Kandil eyyamcılığından çok acil kurtulmalıdırlar.
RAMAZAN BAYRAMI KUTLAMA MESAJI
Allah kısmet ederse, yarın Ramazan Bayramı’nı milletçe idrak edeceğiz. Doğudan batıya, kuzeyden güneye, aziz milletimin tüm fertlerine gönül huzuruyla geçirecekleri, sevdikleriyle ve sevenleriyle olacakları bir bayram diliyor, hepsine sevgi ve saygılarımı sunuyor, bayramlarını kutluyorum. Doğan her günü; bombayla, ölümle, vahşet haberleriyle, saldırılarla karşılayan İslam coğrafyasının barış, huzur ve kardeşlik içinde bir bayram geçirmesini niyaz ediyorum.
Müslüman ülkelerinin yeniden dirilişi ve toparlanması için bu bayram günlerinin fırsat olmasını umuyorum. Yeryüzünün neresinde olursa olsun, Türk ve İslam değerleriyle varlık ve birlik mücadelesi veren kardeşlerime en iyi dileklerimi sunuyor, bayramlarını tebrik ediyorum.Sizlerin de bayramını kutluyor, sağlık, başarı ve mutluluklar diliyorum. Basın toplantımıza katılan herkese teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun. |