Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve Sayın Devlet Bahçeli'nin, özellikle son 2 yıldır yaptıkları konuşmalarda Türk Milletine ne anlatmak istediği konusunda derinlemesine analiz yapılması gerekiyor. Sayın Erdoğan'ın BM Genel Kurulunda yaptığı son konuşma, TBMM Genel Kurulunda yaptığı son konuşma, Sayın Devlet Bahçeli'nin 17 Mart tarihindeki Büyük Kurultayından önceki son MYK toplantısında yaptığı konuşma ve özellikle 1 Ekim'den bu yana Grup Toplantılarında yaptığı konuşmalar, bizlere neyi anlatıyor? Sayın Erdoğan ve Sayın Devlet Bahçeli'nin, Türklük, İslam ve yeni oluşacak Dünya Düzeni hakkında birbirini tamamlayan cümleler kurarak mesajlar vermesinin manasını iyi anlamak gerekiyor. Peki iki liderin konuşmalarındaki cümleleri, geçmişten geleceğe uzanan sözlerini Türk Milleti ne kadar kavrayabiliyor? 

İki liderin ortaya koyduğu net ifadeler vardı: 1. Dünya Savaşı sonunda temelleri atılan, 2. Dünya Savaşı sonunda Birleşmiş Milletler adını alan ve bağlantılı kurumlarla tüm dünyayı şemsiyesi altına alan sistemin iflas ettiğini söylediler. Özellikle, Koronovirüs Salgını, Rusya-Ukrayna Savaşı ve İsrail-Gazze Savaşı süreçlerinde görüldü ki; Birleşmiş Milletler, dünyadaki Devletlerin ve Milletlerin sorunlarına çare olamıyor. Her 100 ile 112 yıl arasında değişen dünya düzeninin bir kez daha değişme zamanı gelmişti. Dünyanın nizamı yeniden şekillenecekse; özellikle Küresel Salgın ve son iki savaşta tüm devletlerin içinde sorun çözücü kimliğiyle ön plana çıkan Türkiye'nin, yeni oluşacak dünya sisteminin kurallarını belirlemede en etkin ülke olması gerektiğini söylediler. İşin enteresan yanı ise; bu tezi Türk ve Müslüman olmayan batılı ilim adamları ve uluslararası stratejistlerin ''Dünyaya adalet gelecekse bunu ancak Türkler başarabilir'' cümleleriyle dillendirmeye başlamasıdır. 

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'ın ''One Minute'' çıkışıyla başlayan ve ''Dünya 5'ten büyüktür'' cümlesiyle devam eden söylemlerinin altı, kendisi ve Sayın Devlet Bahçeli tarafından dolduruldu: Devletlerin ve Milletlerin sorunlarına çare olamayan Birleşmiş Milletlerin daimi üye sayısı arttırılmalı ve Türkiye de daimi üye ülkeler arasında yer almalıdır. Bu tespitin doğruluğu günümüzde anlaşıldı. Günümüzde Birleşmiş Milletlerin yapması gereken ülkeler arasındaki barışı ve mazlumlara yardımı Türkiye sağlıyor. Salgın sürecindeki Türkiye'nin 100'den fazla ülkeye yardımları, Rusya-Ukrayna savaşını bitirme çabaları, Tahıl Koridorunun sağlanmasındaki rolü, İsrail-Gazze savaşı konusunda dünyaya mesaj vermede ve Gazze'ye yardımlarda ön alması, Somali ve Etiyopya'yı barıştırması, Sudan ve BAE'yi barıştırmak için hala çaba göstermesi, Türkiye'nin rolünü anlatmak için sadece birkaç örnektir.

15 Temmuz 2016 FETÖ hain darbe kalkışmasından sonra oluşturulan, Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli tarafından imzalanan Cumhur İttifakı protokolündeki 3 cümle aslında herşeyin başladığı noktadır: İ’la-yı Kelimetullah, Aleme Nizam Verme Ülküsü ile Türk ve Türkiye Yüzyılı. Başbuğumuz rahmetli Alparslan Türkeş'in Turan Birliği hayali kapsamında 1992 yılında Mersin'de yaptığı konuşmada ''21. Asır Türk Asrı Olacak'' öngörüsünü ortaya koyup ve bu öngörüsünü isim babalığını yaptığı Cumhur İttifakı protokolü aracılığıyla Türk Devlet Aklına yansıtan Sayın Devlet Bahçeli ile bu öngörüyü Türkiye Yüzyılı olarak başarıyla uygulatan Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, aslında Türkiye'nin bir asırlık yol haritasını çizmişti.

Rahmetli Necmettin Erbakan'ın ağır sanayi ve savunma sanayi oluşturulması hayalini gerçekleştirme yolunda Türkiye'nin savunma sanayiini yüzde 85 oranında yerli ve milli hale getiren Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, Aleme Nizam Verme yolunda Türkiye'yi bölgesinde ve dünyada sözü dinlenir bir ülke haline getirdi. Libya ve Karabağ hamleleriyle ürettiği SİHA'lar ile dünyanın savaş konseptini değiştirecek kadar güçlenen Türkiye, son Suriye hamlesiyle bir asır önceki Tarihi Şark Meselesinin 2. ayağı olan Türkleri Ortadoğu'dan çıkarma planını da tersine çevirdi.

Meseleyi daha iyi anlamak için Sayın Devlet Bahçeli'nin 30 Nisan 2024 tarihinde TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmasındaki, ''Önümüzde tarih nehri akarken, bu sarih gerçeğin bihakkın teslimi boynumuzun borcudur. Cumhur İttifakı, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin yediemin umudu, yegâne ufkudur. Cumhur İttifakı, Türk Devri’nin serdengeçti yüreği, kabuğunu kırıp cihan ve uzay hâkimiyetine gözünü diken aziz millet varlığının sevdalısı ve o varlığın önüne düşüp muhteşem bir istikbale taşıyan kılavuzdur. Bunun yanında tarihi dokumuza, kültürel müktesebatımıza, milli özlemlerimize doğrudan doğruya muvafık olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, milletler mücadelesindeki siyasi ve stratejik kuvvetimizdir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni sorgulayan, yargılayan, karalayan çevrelerin asıl kaygı ve korkusu uyanan devin ayağa kalkması, küresel ve bölgesel hadiseler karşısında sözü geçen, ne diyeceği merak uyandıran bir Türkiye’nin doğuşudur. Doğum sancılı olsa da, doğan kudret Lider Ülke Türkiye’dir.'' sözlerine bakalım.

Ve yine Sayın Devlet Bahçeli'nin 21.05.2024 tarihinde TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmasındaki, ''Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden çekilmesi iki bölgede büyük bir boşluk meydana getirmiş, anılan boşluğu doldurma mücadelesi bu iki bölgede devamlı istikrarsızlıklara sebep olmuştur. Bahse konu bölgelerden birisi Ortadoğu, diğeri de Balkanlar’dır... The Economist Dergisi’nde 9 Mayıs 2024’te yayımlanan bir makalede; Liberal uluslararası düzenin parçalandığı, çöküşün ani ve geri dönülemez olabileceği ileri sürülmüştür. MHP, bu tespiti çok önceden yapmış, 'Türk Kuşağı: Türkiye’nin Büyük Stratejisi' isimli çalışmasıyla da fikri ve siyasi tefekkür marifetini açık seçik kayda geçirmiştir. Parçalanan, haksızlıklara ve sefalet içindeki bir dünyaya ortam açan liberal düzenin kıyıya vuran enkazı Doğu’dan yükselen aydınlıkla kaldırıp atılacaktır. Bu aydınlık Türk Aklıdır, Türk Devri’dir, Türk Kuşağı’dır, Türk Birliği’dir... Türk Kuşağı Stratejisi çerçevesinde takip ve temin edilecek her politika ve ortaya çıkan veya çıkabilecek her başarılı icraat, bu huzur ve barış kuşağını daha genişletecek, farklı ülkelerin gönüllü katılımıyla Türkiye’nin çekim merkezi olması, beklenen yeni dünya düzeni sisteminde sevk ve idare edici bir role ulaşması kaçınılmaz hale gelecektir.'' sözlerine bakalım.

Gelinen noktada Küreselcilerin zorlamasıyla 3. Dünya Savaşının çıkma ihtimalinin konuşulduğu bir dönemde, dünyayı içine düştüğü kaostan kimin ve nasıl kurtaracağı sorusu önem kazanıyor? Dünyadaki Milletler ve Devletler, içine düştüğü kaostan bir istiklal mücadelesi vermeden kurtulabilir mi? Bir asır öncesinde verdiği Milli Mücadele tecrübesi olan Türk Milletinden başka istiklal mücadelesi verebilecek başka bir millet var mı? Savaş tamtamlarını ''Tanrıyı kıyamete zorlamak'' kapsamında hiç susturmayan Küreselcilerin, Türkiye'yi kurguladıkları savaşın içine çekmeye çalıştıkları aşikardır. Herşeye hazırlıklı olan Türk Devlet Aklı ise adeta ''Bölgemde savaş istemiyorum, ötede oynayın. Bizim kendi Kızılelma hedeflerimiz var.'' diyerek, Küreselcilere rest çekiyor. Türk Devlet Aklı, eski Milli Mücadele yönteminden ''Posmodern Milli Mücadele'' yöntemine geçmiş görünüyor. Suriye örneğinde olduğu gibi, Küreselcilerin tüm oyunlarını boza boza kendi kurguladığı oyunları icra ederek yolunda ilerleyen Türkiye, daha şimdiden tüm Küreselcilerin kimyasını, dengesini ve psikolojisini bozmuş durumdadır. 

Netice itibariyle; Türkçe Konuşan Ülkeler Birliği'nden Türk Konseyi'ne sonrasında Türk Devletleri Teşkilatı'na dönüşen kurumu askeri, siyasi ve ekonomik işbirliği olarak Türk Birliği'ne dönüştürmek için çabalayan Türkiye'nin, Türk Dünyasını arkasına alarak Aleme Nizam Verme Ülküsü doğrultusunda, yeni oluşacak Dünya Düzeninin en etkin ülkesi olacağını söyleyebiliriz. Küreselcilerin koyduğu kurallarla oluşan adaletsiz Eski Dünya Düzeninden, Türk Devlet Aklının etkin olacağı daha adil bir Yeni Dünya Düzenine geçmek üzereyiz. Kendinize bir Türk kahvesi hazırlayın ve kahvenizi yudumlarken Türk Devlet Aklının hamlelerini keyifle izleyin.